Arap Coğrafyası'nda geçen hafta | Esad-Erdoğan olası görüşmesi: Şimdi ne olacak?
Arap Coğrafyası'nda geçtiğimiz hafta Erdoğan ile Esad'ın olası görüşmesi gündemdeydi. Gazetelerdeki analizlerde bu olası görüşmenin bölgeye etkileri tartışıldı.
Fotoğraf: Volkan Furuncu/AA
Geçtiğimiz yılın sonlarına doğru Türk, Rus ve Suriye savunma bakanları ve istihbarat örgütleri başkanları arasında gerçekleşen zirvenin, yansımalarının devam edeceğine ve değerlendirmelerin süreceğine vurgu yapılmıştı. Gerçekten de gerçekleştirilen zirve, bölgedeki dengelerin yeniden dizaynına dair önemi nedeniyle ele alınmaya devam ediyor. Arap dünyasında Türkiye üzerine değerlendirmeleriyle tanınan Akademisyen Muhammed Nureddin “Türkiye-Suriye” normalleşme sürecinin etkileri üzerine yazdığı makalesinde ilişkilerin yeniden kurulması durumunda “siyasi, ekonomik, mülteci sorunu, dış politika ve askeri ve güvenlik açısından doğurabileceği sonuçlarını değerlendirdi. Aynı konuyu manşet haberinde değerlendiren Londra’da yayımlanan al Arab gazetesi, Esad’ın Ankara’nın Şam ile normalleşme talebini Türk ordusunun Suriye’den çekme şartına bağladığını belirtti.
Afrika’nın yoksul ülkesi Sudan’da ordu ile sivil güçler arasında yeniden görüşmeler canlanmış durumda. Al Kuds al Arabi gazetesi yeniden başlayan ve henüz bir sonuca ulaşmayan görüşmelerde “Adaletin sağlanması ve geçiş dönemi adaleti, ordu, güvenlik ve polis teşkilatında gerekli reformlar, barış anlaşmasının yeniden değerlendirilmesi, eski rejimi dağıtma mekanizmaları ve Doğu Sudan’ın sorunlarının ele alınması” konularının öne çıktığını yazdı.
TÜRKİYE SAVAŞIN TOZUNU SİLKİYOR: KURTULUŞUMUZ ‘SURİYE BARIŞINDAN’ GEÇİYOR
Muhammed Nureddin
al Ahbar
Hiç şüphe yok ki, Türkiye ile Suriye arasındaki normalleşme sağlanırsa, Türkiye’ye her düzeyde olumlu yansımaları olacaktır. 2011 öncesinde iki ülke arasında uygulanan “sıfır sorun” politikasının Suriye’den çok Türkiye’nin lehine olduğunu hatırlamak, vadedilen normalleşmeden Türkiye’nin kâr etmesini beklemek için belki de yeterli bir veridir. Ancak 2011 öncesi sonrası arasında değişen şartlar dikkate alındığında buradaki karşılaştırma bilimsel ve mantıklı olmayabilir. Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarının ilk sekiz yılında, Şam’a yönelik yaklaşımları iddialı ve olumluydu. Ancak komşu ülkede krizin patlak vermesinden sonra iç sorunlar her zaman olabilecek bir anlaşmazlığın ötesine geçti. Suriye’deki mevcut rejimi değiştirme ve gücü, toplumu ve dış seçenekleri yeniden formüle etme noktasına kadar vardı. Bu nedenle mevcut normalleşme sonuca varırsa, Türkiye’nin Suriye’deki hedeflerine ulaşamaması ve dolayısıyla kendisini öncelikle savaşın Türkiye’ye yansımalarını sona erdirmeye adaması anlamına gelecektir. İkincisi tarihsel hırsların ve Suriye’nin iç işlerine karışma eğiliminin dışında “normal” ilişkiler kurma olarak algılanacaktır.
Bu makale, iki paralel hipoteze dayanmaktadır: Birincisi, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde en az beş yıl daha iktidarda kalması ışığında Ankara ile Şam arasındaki normalleşmenin tamamlanması. İkincisi, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki yenilgisi ve muhalefetin iktidara gelmesi ışığında bu normalleşmenin başarılması. Her iki durumda da, aşağıdaki etkilerden söz edilebilir:
1- Siyasi etkiler: Aksi ne söylenirse söylensin, Erdoğan’ın Suriye ile normalleşmeye kapı açma girişimi gerçek bir sürprizdi. 2011’den bu yana iki ülke arasında neler yaşandı? Krize müdahalesi ve muhalefetin yanında yer almasıyla Türkiye’nin birinci derecede sorumlu olduğu onlarca yıldır silinemeyecek izler bıraktı. Türkiye’ye gelen Suriyeli mülteci dalgalarının Türkiye’nin üzerine çok olumsuz yansımaları oldu. Erdoğan’ın popülaritesinin düşmesine neden olan faktörlerin başında ekonomik bozulma ve mülteciler meselesi geldi. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanma şansını artırma umuduyla Suriye ile yakınlaşmaya iten ana nedenlerden biri budur. Buna göre normalleşmenin beklenen ilk sonucu; cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ileri adımlar atması durumunda, “Adalet ve Kalkınma” liderine konumunu koruması için önemli bir ivme kazandırmasıdır. Birinci sonucun gerçekleşmesine bağlı olan ikinci sonuç ise muhalefetin dikkat çektiğine göre, 2018’de yürürlüğe giren başkanlık sistemine göre tek adam rejiminin pekiştirilmesidir. Bu aynı zamanda laik eğilimi zayıflatma ve İslami eğilimi güçlendirme girişimlerinin yanı sıra Kürt ve Alevi kimliklerini inkar politikalarının sürdürülmesinin vesilesi olacaktır. Türk ulusal-mezhebi zihniyete bağlı olan muhalefet de bu tutumdan uzak olmayabilir.
2- Askeri ve güvenlik etkileri: Türkiye, ulusal güvenliğinin çeşitli tehditlere maruz kaldığını sık sık tekrarlıyor. Bunların en belirgini, “Suriye Demokratik Güçleri ve ona bağlı Kürt Koruma Güçleri ve onların arkasında PKK’nin varlığıyla temsil ediliyor. Şam ile normalleşme, Ankara için çok önemli bir değişim olarak değerlendirilen bu tehditte, ordusunun Suriye’den çekilmesi ve İdlib’deki militan açmazının sona erdirilmesiyle birlikte tehditte sayfaların çevrilmesine olanak sağlayacaktır. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki mevcudiyet alanlarındaki ordusuna ve ona bağlı gruplara harcadığı devasa meblağlardan da kurtulacaktır. Aynı şekilde ilişkilerin yeniden başlaması; iki ülke arasındaki sınır güvenliğinin artık radikal bir güncellemeye ihtiyaç duyacak ölçüde gelişmeleri geride bırakacak şekilde “Adana Anlaşması” temelinde yeniden düzenlenmesi için bir fırsat sağlayacaktır.
3- Ekonomik etkiler: Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesinden sonra Türkiye’nin ekonomik büyümesinin en önemli nedenlerinden birinin, Türkiye ile tüm komşu ülkeler arasındaki ticareti artıran “sıfır sorun” politikası olduğu tartışmasızdır. Tabii ki, 911 kilometre uzunluğundaki güney Türkiye sınırı, güney illerinin ekonomilerini canlandırmaktan en çok yararlandı. Öte yandan Suriye, Türkiye için Doğu ve Körfez ülkelerine açılan en büyük ve en ucuz geçiş kapısı oldu. Normalleşme bu ticaret hareketini yeniden başlatacak, Türkiye’nin Suriye, Ürdün ve Körfez ülkelerine ihracatını artıracak ve en önemlisi Türk yatırımının Suriye’ye dönmesine izin verecektir.
4. Mülteciler: Belki de Türkiye’nin faydalanacağı en önemli yansımalardan biri, Erdoğan’ın karşısındaki en büyük muhalefet kartını temsil eden, 4 milyon olduğu tahmin edilen Suriyeli mültecilerin topraklarında bulunması endişesinden kurtulmaktır. Hepsi Suriye’ye dönmeyecek olsa da, çoğunun dönüşü Ankara’nın şimdiye kadar kırk milyar dolar olarak tahmin ettiği hayatta kalmaları yükünden Türkiye’yi kurtaracak. Ancak bunun karşılığında Türkiye, Avrupalılara şantaj yaparak ve varoluşlarının maliyetini karşılamak için onlardan yılda birkaç milyar avro alarak mülteci kartını kaybedecek.
5. Dış politika: Erdoğan’ın Suriye ile normalleşme arayışının ardındaki ana sebep, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu ikilemleri çözme ihtiyacı olsa da, bu normalleşmenin başarılması halinde çok önemli bölgesel ve uluslararası yansımaları olacaktır. En sonuncusu BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in geçtiğimiz hafta Suriye başkentini ziyareti olmak üzere pek çok gösterge normalleşmenin Suriye ile Katar arasında benzer adımların önünü açarken, Şam’ın Arap Ligi’ndeki koltuğuna dönmesinin kapısını açması gündeme gelecektir.
Arapların yeni Suriye sahnesinin dışında kalmaması ve işi tamamen Rusya, İran ve Türkiye’ye bırakması için Suriye’ye bir miktar para pompalama olasılığı da var. Türk tarafında normalleşme, Türkiye ile Irak, İran ile Rusya arasında daha fazla yakınlaşma anlamına gelirken, ABD’nin Suriye’deki Kürt güçlerine verdiği desteği bırakması için baskı unsuru oluşturacaktır. Böyle bir durumda Türkiye’nin diğer Kürt partileriyle mücadelesi özellikle Kuzey Irak’ta daha kolay olacaktır.
ESAD, ERDOĞAN’LA GÖRÜŞMEDEN ÖNCE ŞARTLARINI BELİRLEDİ
Al Arab
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aralarında bir zirve toplantısı yapma coşkusunu pekte sıcak karşılamadı. Gözlemciler, Suriye Cumhurbaşkanının Ankara ile yakınlaşma konusunda hevesli olmadığı görüşünde. Erdoğan ile doğrudan görüşme yerine Ankara ile Şam’ın ara buluculuğunda dolaylı bir diyaloğu tercih edeceğini ima ettiğinde bu açıkça görülüyordu. Cumhurbaşkanlığı tarafından geçtiğimiz perşembe günü yapılan açıklamaya göre Suriye Cumhurbaşkanı, Rusya’nın himayesinde düzenlenen Suriye-Türkiye görüşmelerinde Türk askerinin Suriye’deki varlığının sona erdirmesi görüşünde…
Geçen ayın sonunda, Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Suriyeli mevkidaşı Ali Mahmud Abbas, 2011’de Suriye’de çatışmanın başlamasından bu yana iki ülke arasında bu düzeydeki ilk resmi görüşmede Moskova’da bir araya geldi. Yakında dışişleri bakanları düzeyinde de bir toplantı yapması bekleniyor. Esad, Rusya Devlet Başkanının Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrentiev ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, “Bu görüşmelerin verimli olabilmesi ve hedeflere ulaşmak için Suriye ile Rusya arasında önceden koordinasyon ve planlamaya dayanması gerekir” dedi.
Son zamanlarda, Türkiye Cumhurbaşkanı, Esad ile doğrudan bir görüşme yapma arzusunu ilan ediyor ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e kendilerini Esad ile bir araya getirecek üçlü bir zirve düzenlemesini teklif ediyor. Şam, geçtiğimiz aylarda sessizliğini korudu ve bu, Esad’ın Ankara ile yakınlaşma fikrine ilişkin bir nevi ilk yorumu.
Şam’a gelince; Erdoğan ile Esad’ın görüşmesini engelleyen sorun, Türkiye Cumhurbaşkanının Suriye topraklarını desteklediği gruplar aracılığıyla kontrol etmesi ve Suriye’de operasyonlarını sürdürürken aynı zamanda diyalog arayışında olduğunu söylemesi. Yani söylemleri ve eylemleri arasındaki çelişki.
Ankara’nın Suriye topraklarının birliğini kabul etmesi ve Erdoğan’ın ülkesinin Suriye topraklarında hiçbir hırsı olmadığını açıkça kabul etmesi, sahadaki pek çok denklemi değiştirmiyor. Türkiye, Irak’ın kendi toprakları üzerindeki egemenliğine saygı duymak konusunda da aynı şeyi söylüyor ama bu egemenliği neredeyse her gün ihlal ediyor. Irak topraklarında kurduğu üslerden güçlerini geri çekme niyetinde değil. Bu durum Suriye için de geçerli. Ankara, Suriye ile arasındaki sınır şeridinde kontrolünde geniş bir güvenlik alanı oluşturamazken, Suriye içindeki üslerini terk edeceğine dair hiçbir işaret yok. Gözlemciler, bakanlar ve güvenlik yetkilileri arasındaki görüşmelerde ayrıntılı anlaşmaya varılmadan önce Esad ile Erdoğan arasında bir görüşme tarihi belirleme olasılığını dışlıyor.
SUDAN: DEVRİMCİ SONUÇLARIN YÖNETTİĞİ ÇERÇEVE MÜZAKERELERİ
Başyazı
al Kuds al Arabi
Sudan, 2023 yılını bir yandan karamsarlığa davet eden çelişkili, ama öte yandan iyimserliği teşvik eden göstergelerle açtı. Bu, her iki durumda da ülkedeki karmaşık durumun hâlâ ilk ve en önemli faktör olduğunu teyit ediyor. Yakın mesafelerdeki ilerleme, geri çekilme ya da yerinde durgunluk, arzu edilen istikrarın somut derecelerine ulaşma çabalarını yönetmeye devam ediyor.
Sudan’daki siyasi sahne ordunun 25 Ekim 2021’de gerçekleştirdiği Özgürlük ve Değişim Güçleri İttifakının temsil ettiği ordu ve sivil güçler arasındaki güç paylaşımı formülünü sona erdiren askeri darbenin sonuçlarıyla gölgelendi. Darbeye eşlik eden bir dizi istisnai tedbir; Egemenlik Konseyi ve Bakanlar Kurulunun lağvedilmesi, olağanüstü hal ilan edilmesi ve çok sayıda siyasetçinin tutuklanması gibi olumsuz etkilerini hissettirmeye devam ediyor. Sudan, darbe nedeniyle yeni bir yıla bütçeyi onaylamadan girdi ki bu da birçok devlet kurumunun devre dışı kalması ve vergi politikalarının gelişigüzel bir vaziyette kalması anlamına geliyor. Böylece zaten yüksek fiyatlardan, temel malzemelerin kıtlığından ve ulusal para biriminin değersizleşmesinden mustarip olan vatandaşın hayatına daha fazla zorluk eklenmesi anlamına geliyor. Öte yandan sınırlı bir çözüm kapsamının habercisi olabilecek ordu, Kuvvetler Merkez Konseyi ile Özgürlük ve Değişim Bildirgesi ve ona uygun siyasi partilerle müzakerelerini sürdürüyor. Bununla birlikte bu anlaşmanın görünürdeki olumlu sonuçları, birden fazla büyük potansiyel engelle hızla çarpıştı. Belki de en açık sonucu, bugün kendi içlerinde konsensüsün özünü oluşturan beş konuda temsil edilmektedir; adaletin sağlanması ve geçiş dönemi adaleti, ordu, güvenlik ve polis teşkilatında gerekli reformlar, barış anlaşmasının yeniden değerlendirilmesi, eski rejimi dağıtma mekanizmaları ve Doğu Sudan’ın sorunlarının ele alınması. Bu meselelerin ve etraflarındakilerin özünde zaten pusuya yatmış olan zorluklara ek olarak, diğer güçlerin çerçeve anlaşmayı başta “halk hareketinin yolunu” kesmesi ve sayıları 121 ölü ve 6 bine yakın yaralıya ulaşan “Sudan devrimine ihanet” oluşturmaktadır.
SUDAN VE BARIŞ YOLU
Başyazı
al Halic
Nisan 2019’da son nefesini veren Ömer el Beşir rejimi üzerinden “İhvan” grubunun otuz yıllık egemenliği boyunca Sudanlılar pek çok aşağılanma, baskı, yolsuzluk ve ağır yaşam krizlerine maruz kaldı. Sudanlılar; geleceğin yeniden güvenli, özgür, demokratik, istikrarlı ve ekonomik krizlerden kurtulmanın habercisi olacağını umarken, sonrasında sivil ve askeri güçler arasında yaşanan anlaşmazlıklar tüm umutları yok etti. Özellikle Ordu Komutanı Abdel Fettah al Burhan tarafından 25 Ekim 2021’de alınan tedbirler, Sudan’ı bir kez daha yansımaları Beşir rejimi altındaki acı yıllardan daha az olmayan siyasi, güvenlik ve ekonomik krizlerin ortasında bıraktı. Bu durum, askeri ve sivil bileşenler arasında var olan ortaklığı sona erdirdi.
O zamandan beri iki taraf arasındaki ilişkiye aracı olmak için birçok yerel, bölgesel ve uluslararası çaba gösterildi. Ancak farklılıkların artması, bununla birlikte güvenin kaybolması, mağdurların ölmesine neden olan çatışmaların artması ve birden fazla tarafta aşiret çatışmalarının patlak vermesi nedeniyle olumlu bir sonuca ulaşmadı. Askeri ve sivil unsurlar arasında “Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve İGAD (Hükümetler arası Kalkınma Otoritesi, Afrika’da sekiz ülkeden oluşan bir ticaret blok) grubundan” oluşan üçlü mekanizma aracılığıyla geçtiğimiz aralık ayının 5’inde imzalanan “çerçeve anlaşma”, krizden çıkmak için bir umut penceresi oluşturdu. Ekim 2020’de imzalanan çerçeve anlaşma; adalet, ordu ve güvenlik teşkilatlarında reform, otorite ve kurumlarda İhvan’ın tasfiyesi konularında temsil edilen öncelikleri belirleyerek çözüm için bir yol haritası çizdi.
Yapılan anlaşma, öncelikleri belirleyerek uygulama mekanizması hakkında araştırma ve tartışma yürütmeye geçmeyi gerektiriyordu. Bu temelde siyasi sürecin son aşaması olarak sivil ve askeri bileşenler, sivil toplum, akademisyenler, özel sektör, parti liderleri, kamuoyu oluşturucular ve gençlik ve kadın hakları grupları dahil olmak üzere çeşitli imzacı güçler arasında geçen pazar günü “çerçeve anlaşmanın” şartlarını görüşmek üzere istişareler başlatıldı.
Bu diyalog, gündeme getirilen çeşitli konulara bakış açılarını belirleyen çalışma grupları aracılığıyla üç hafta sürebilir. Birleşmiş Milletler Misyonu geçiş aşamasının başarısı ve desteklenmesi için tüm hazırlıklarını yaptığını açıklarken, el Burhan toplantının açılışında yaptığı konuşmada askeri kurumun demokratik geçiş sürecinde herhangi bir rol oynamayacağını teyit etti. Bu arada Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Muhammed Hamdan Dagalo, askeri tarafın tam bir sivil otorite oluşturma taahhüdünü doğruladı. Bu tutum; askeri yapının kendisini iktidardan uzaklaştırmaya, iktidarı sivillere devretmeye ve kendisini ülkenin güvenliğini ve birliğini koruma misyonuna adamaya karar verdiği anlamına gelir. Belki de bu son aşama; Sudan’ı kalıcı barışa götürecek, özgürlük ve demokrasinin kapılarını aralayacak ve yıllarca süren çatışma ve kayıplara son verecektir.