Beyoğlu anılarından bir tomar
1960’lı yıllarda, “İstanbullu Bey’lerimin Güzel Oğulları” dolanırdı İstanbul’un Beyoğlu’sunda. Yeni Melek Sineması, balkon ve koltuk bölümüyle saygın bir seyirci kitlesine seslenir, iyi filmler izlenirdi. “Alaska-Frigo buz” diye çığıran satıcılar, antrakta tahta tepsiler içinde gezdirdikleri buzlu
PASİFİK
“Pam Pam Büfe”nin ve Anabala Pasajı girişindeki “Şey Büfe”nin de kendine özgü müşterileri bulunurdu, ama “Pasifik” farklıydı. Pasifik’in sahibi, Türk uyruklu bir Rum olan Todori Mandopulos’du. Ben işini bu denli sevmeyi, yaptığı işten böylesine keyif alabilmeyi ilk kez onda görmüşümdür. Dükkânın yoğun olmadığı akşamüstü saatlerinde “Pasifik”e gittiğimde, Todori Baba domatesleri dilimler, salatalık turşusunu ince ince keserken durmaksızın anlatırdı. Ne anlatırdı? Ne bileyim, içinde kimi saklı öğütler de olan değişik değişik anılar anlatırdı. Ama bir anı, sürekli yinelenirdi. (Sevgileri, sevdaları ilden ile, gönülden gönüle taşırdı kartlarımız, mektuplarımız. Ezanı kötü sesli müezzinden ve de hoparlörden dinlemez, dokuz kez düşünmeden laf etmezdik.) İŞTE O ANI Todori Mandopulos, on altı yaşındaymış, Tokatlıyan Oteli’nde berber çıraklığı yapmaktaymış. Bir gece Atatürk çıkagelip otelde kalmış. Sabahleyin sakal tıraşı için berber istediğinde, ondan başka kimse olmadığından, almışlar Todori’yi Atatürk’ün yanına götürmüşler. Heyecandan tir tir titreyerek huzura girdiğinde, Todori’nin telaşlı halini fark eden Atatürk, onu yatıştırmak için konuşmaya başlamış. Adını sorduğunda: “Todori Paşam” demiş. Bunun üzerine, Mustafa Kemal, Todori ile Rumca konuşmaya başlamış. Bu hal Todori’yi çok ferahlatmış. Yaşını, tahsilini, ailesini, askerlik yapıp yapmadığını falan sormuş. Todori, büyük bir rahatlıkla sakal tıraşını bitirmiş. Tıraş bitince, odada hazır ol durumunda bekleyen yaverine emir vermiş Atatürk: “Bu çocuğa 500 lira verin,” demiş. O tarihte Tokatlıyan’da sakal tıraşı 2.5 liraya yapılmakta, 500 lira adeta bir servet. Atatürk: “Bunu sana evlenme parası olarak veriyorum,” diye eklemiş. Todori, aynı şekilde, 1942 yılında bu kez devrin Cumhurbaşkanı İnönü’yü de tıraş etmiş. İnönü sadece 5 lira vermiş.
İNÖNÜ DÜŞMANLIĞI
O günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin militanıyım ben. Todori ise, Cumhuriyet Halk Partisi düşmanı, Demokrat Parti yandaşı. Kim bilir kaç kez dinlediğim bu öyküden sonra, mutlaka sorardım: “Yahu, Todori Baba, neden sevmiyorsun bizim partiyi?” “Yok be çocuğum,” derdi, “cimridir bu senin Milli Şef dediğin. Hem de, 1942 yılında çıkarttığı Varlık Vergisi Kanununu azınlıklara nasıl acımasız uyguladığını bilemezsin ki sen.” Beyoğlu’na her çıktığımda Todori Baba’yı yâd etmeden duramamamın nedeninin bu anı olduğuna kendimi ah bir inandırabilsem! (Çocuklar oyun bile oynar; toprağı saksıda değil, arsada ve bahçede tanırlardı. Çevre örgütleri o zamanlar boy göstermemişti, çünkü çevre vardı.)
“HAVAİ LOSTRA SALONU”
Ağa Camii tarafında, yılların ayakkabı boyacısı “Havai Lostra Salonu” da unutulmayanlarımdandır. Burada yüksek topuklu, fermuarlı ya da mes gibi yandan lastikli yarım bot “Beatles” özentisi çizmeler, “Lord Modeli” olarak tanımlanan bağlı ayakkabılar boyatılırdı. Boya, üstüne bir de cila çektiler mi ayakkabılar rugan gibi olurdu. Duvardaki el yapımı reklam panosunu da asla unutamam: “Ooo ayakkabılarını yeni mi aldın?”/ “Hayır. ‘Havai Lostra Salonu’nda boyattım.”
‘TİLT’ SALONLARI
Düşündüm de, bir de “Tilt” salonlarını unutamamışım. “Tilt” salonlarının en ünlülerinden biri “Topal Saim”in olanı, diğeri ise “Tivoli” idi. Salonlara on sekiz yaşından küçükler giremez, salonun duvarlara yakın yerlerinde tilt makineleri, orta bölümlerdeyse langırt masaları yer alırdı. Köşede küçük bir masada oturan görevli para bozar, jeton satardı. Langırt masalarının her iki yanındaki kollar sürekli çevrilir, kaleye goller girer, goller kaçırılırdı. Ustalıkla ayarlanmış “Tilt” makinelerinin “flipper”larıysa en ufak sallamada geçen toplara müdahale yapamaz hale gelir, kısa devre olup, ışıkları sönerdi. Bu, oyunun bitmesi ve makinenin yeni jetonlar yutması demekti. Oyunlar gürültü patırtı arasında oynanırken, köşede duran müzik dolabına da para atılır, otomatik kalkan maşalı tutma kolu, 45’lik bir plağı dönen tambur üzerinden alır, diske bırakır ve plak döner, ses çıkarır, çalardı. (O zamanlar Türkü, Kürdü, Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si bir arada barış içinde yaşardı.) Bir başkaydı o zamanlar Beyoğlu! Diyeceğim o ki, daha insanın yüreğini kemirmeye başlamamıştı.