Yazış ustası bir öykücü
1950 Kuşağı yazarlarından Leyla Erbil, kuşakdaşları gibi, öykücülüğümüzde bir değişimi başlatanlardandır. Bu değişim, içerikle bakış açısında olduğu gibi, yazış biçimiyle dilde de kendini gösterir.Erbil’in ilk öykü kitabı “Hallaç”, 1961 tarihini taşır. Bu kitaptaki ö
Erbil’in ilk öykü kitabı “Hallaç”, 1961 tarihini taşır. Bu kitaptaki öykülerinde kendi deyimiyle: “İçinden çıktığı toplumun insanlarıyla bir denge kuramamış, tüm yargılara baş kaldırmış, bilinçli olarak bir seçmeye gitmeyen insanı” anlatmak istemiştir. Bu tür bir toplumsal sergileyiş onun hemen her öyküsünde yer almıştır. Toplumsal eleştirisini yaparken sert, alaycı bir dil kullanır. Onun olaylara bakışındaki alaycılığı, yermekten çok öfke uyandırmak içindir.
HASTA TOPLUMDAKİ KADIN KAHRAMANLARI
Leyla Erbil’in bir kadın olarak öykülerinde ele alacağı genellikle kadın kahramanların yer aldığı hasta bir toplum vardır. “Hallaç”tan sonra “Gecede” kitabıyla bu tutum pekişecektir. “Gecede”yi “Tuhaf Bir Kadın” ile “Eski Sevgili” izleyecektir. Bütün bu öyküler, 1970’lerin sonlarına kadar yaşadıklarımızı tarihsel, toplumsal çerçevesi içinde yansıtmaktadır. Gecede kitabındaki “Ölü” öyküsünde içinde yaşadığımız kapitalist toplumu yoksul-varlıklı, ölüm-kalım çelişkisi, dengesizliği içinde çizer: “Öldün! Öldün ha! Şimdi ben ne yapayım?.. Bir memur ölüsünün karısı... Daha gencim, güzelim de, kolay mı?..Sevgilim! Birbirini incitmeden geçinmiş kaç karıkoca vardır şu dünyada!.. Sararmış incir yapraklı, çakıl taşlı, elektronik beyinli, buzullu göllü, uçak alanlı daha çok varlıklılar için, katır yollu yoksullara, Hotel Sheratonlu, Astorialı daha kıyması yiyilenli dünyada! Neden öldün Asım? Tanrım şu incir çekirdeği doldurmayan mutluluğu çok mu gördün bana?”
Toplumsal eleştirisindeki alaycılığın en güzel, en çarpıcı örneği, “Gecede” kitabındaki “Tanrı” adlı öyküsünde Almanya’ya işçi gönderişimizin nedeninde görülür: “Bu Necdet: Türk işçisi İslam’ın sıkıntılarına ve tanrının onlara verdiği deneme cezalarından-Motoren Werke Mannheim, Hoest, Volkswagen-olmak üzere yad ellere gönderilen ve rızkını oradan çıkarmaya denenen Müslümanların, şüphesiz ki önce tanrım sonra adaletli hükümetimiz tarafından ‘dini yayma ve unutturmama ve Türk vicdan ve bilgilerini koruma’ üzere gönderilmiş bir bey idi...”
FREUDCU VE MARXÇI FELSEFEDEN ETKİLENDİ
Leyla Erbil’in öykülerinde cinsiyet sorunu önemli bir yer tutar. Erbil bu soruna da öteki toplumsal sorunlara bakışındaki gibi, Marxçı bir yorum getirmiştir. Demir Özlü bu konuda şöyle diyor: “Leyla Erbil içinde yaşadığımız yüzyılı en temelden etkilemiş iki düşünce sistemi olan Freudculukla, Marxçılğı fark etmiştir. Onu en çok etkileyen yazarın Beckett olduğunu sanıyorum. Ama bu etkilenme öykünme düzeyinde kalmamıştır. Beckett’in kurgudan kaçan anlatıyı yazış’a indirgeyen tutumu düşünce olarak etkilemiştir onu; bu anlayış içine yerleşmiş, kendini çeviren toplumla ilgili trajik gerçeğe korkusuzca dalmıştır. Toplumdaki kokuşmuşluğu (en iyi, en temel bir düzeyde, göstereceğini umduğu cinsiyet düzeyini hep göz önüne alarak) göstermekte, bunu yaparken de kitabının son sayfasında bir bildiri açıklığıyla ortaya koyduğu gibi bütünsel insanı, bütün yabancılaşmalardan arınmış, gelecek insanı göz önünde tutmaktadır. Bugünkü yazın içinde bu sosyalist bir tutumdur.”
ÖYKÜCÜLÜĞÜNÜN ÖZETİ BAŞKALDIRIDIR
Leyla Erbil’in öykücülüğünü başkaldırı sözcüğü tek başına niteleyebilir. Bunun en tipik örneğini “Gecede” kitabının ilk öyküsü “Vapur”da buluruz. Öyküde özgürlüğünü ilan eden bir yolcu vapuru anlatılır. Asım Bezirci’ye göre “Belki de Türkiye’deki toplumcuların simgesi” olan bu vapur halkı hem eğlendirmeye hem de uyandırmaya çalışır. Ama tek başına çıktığı bu özgürlük yolculuğunun çok da işe yaramayacağının bilinci içindedir: “Emekçi bir soydan geliyorum, tek lokma haram yemedim, alnım ak, kirli işleri bilmiyorum, tarih boyunca süregelen haksızlıklara tanığım ve sabrım kalmadı.
(...) Donanmayı yendim, bana buyurulan işi yüzgeri ettim, başıma buyruk olduğumu tanıttım, ama tüm bunlarla bir tek kendimi kurtardım, üstün olduğumu gösterdim, üstelik yapıma uymayan, ters, soytarıca davranışlarda bulundum, şimdi de yalnızım işte, yapayalnızım, arkadaşlarımsa bugün de kahır içindeler, yaşamları değişmedi, kurtaramadım onları...” Kıyıda yakılıp yıkılan yalılarla yerle bir olan köşklerin, ölenlerin suçu, çıkan kargaşa, bir anlamda – hükümetin de belirttiği gibi- halkın başkaldırısı vapura yüklendiği günden sonra onu bir daha gören olmaz. Acaba:
“Boğaz’da hiçbir nenleri değiştirmeksizin salt hokkabazlık edip çevresindekilere kendisini sevdirdiğini sanarak; insanların temel yaşamlarını bozamayıp onları sadece arada bir eğlendirdiği, avuttuğu için bir bakıma kandırdığı, başkaldırmaya değil de boyun eğmeye itelediği için onları, kendi yanına çekemediği için çaresiz, tek, umutsuz olduğunu sandığı için, kıymış mıdır kendisine vapur?” Yoksa: “Gecenin ortasında, yıkma ve yakmalarını, çığlıklarını nasıl yankıladığımızı duymuş, bilmiş, umutsuzluğa düşmenin gereksizliğini kavramış, yapabileceğinin ne olduğunu çok iyi bilen bir taş parçası denli yeni bilinçler yaratmak üzere başka ülkelere doğru yola çıkmış mıdır? Sevinçten gözleri yaşarmış mıdır?
Uykularımızın içinde bugün bile düdük sesleri duyarak uyandığımızı biliyor mudur?”
Leyla Erbil’in öykülerinin sorgulayıcı bir yönü de vardır. Bu konuda Sennur Sezer şunları söylüyor: “Yaşadığı kalıpları kırmak, değiştirmek ve değişmek isteyen bir genç kızın aile ve arkadaş ilişkileri çerçevesinde anlatılan öyküsünde sınıflar, değer yargıları ve aydın yanılgıları da sorgulanır.”
Sonuç olarak bir yazış ustası olan Leyla Erbil , toplumsal yaşamımızdaki kalıpçılığa karşı çıkışıyla, toplumsal ilişkilerimizdeki çarpıklıkları değiştirip dönüştürmesiyle öne çıkan öykücülerimizdendir.