02 Şubat 2013 12:37

Adımıza yapılan suç ve şiddet

Bir zaman önce ünlü bir yapımcıya biz iki senarist arkadaş bir televizyon dizisi öyküsü yazdık ve götürdük. Öykümüz, o günlerde medya aracılığı ile ve sıkça bilgilendiğimiz kadın cinayetlerine duyduğumuz tepkinin bir ürünü idi. Yarattığımız kadın kahraman, erkek zulmünden çok &cce

Adımıza yapılan suç ve şiddet
Paylaş
Aytuna Tosunoğlu*

Yerli dizi izleyicisi olarak baktığımız zaman, iletişim bilimciler açısından, ekranda gördüğümüz ve bizim adımıza yapılan suç ve şiddetin katharsis sağlamasının, gerçek yaşama -realiteye- duyulan karşıtlığın yoğunlaşması ile birlikte yetersizleşeceğinin bir okuması olarak yer alıyor. Bu durumda izleyici, “adımıza deneyimlerin” ya da “bize vekaleten işlenen suçları” izlemenin yerine, dizi filmin kazandırdığı suçu meşru (yasal) görme ve suç işleme kalıp ve yöntemlerini öğreniyor. Bu sayede, suça yönelmenin ve suç işlemenin ağırlık kazanmasından bahsedebiliyoruz. Senaryo yazarı, yaşanan bir olayın/durumun, yani “yaşananın” abartılmış, çarpıtılmış halini yazar. Onun yazdıkları -bir anlamda edebiyat yazarı gibi- yaşananın alışılmış, deneme yanılma yoluyla elde ettiği bilginin algılama içinde algılanamayan gerçek görünümüdür. Senaryo yazarı (da), “Alelade biri olarak yaşarken, yaşamdan kaçmak için yazar.”

HAYAT KARŞISINDA ÇARESİZLİK

İzleyici için de realiteden kaçış eğilimi diye bir olgu var: Gündelik hayatın rutin işleyişi içinde yorulan, sıkılan televizyon izleyicisi, ciddi haberlerden ziyade televizyonda yayınlanan dizilerle vakit geçirmeyi yeğliyor. Toplumsal realiteyi değiştirme konusunda kendisini fazla şanslı bulamadığından (mıdır), izleyici açısından da realiteden kaçış bir olguyu yansıtıyor: uzaklaşma, içinden çıkma, kaçma isteği uyandıracak kadar sıkıcı ya da üzücü bir realite ile karşı karşıya oluş. İnsanın, kendi yaşamındaki en önemli kimi sorunların bile nasıl ve neden ortaya çıktığını; bunların önlenip önlenemeyeceğini anlamasını gitgide güçleştiriyor. İşçi maaşları yeni düzenlemelerle “arttırılırken” neden hala geçim zordur, mesela? İşçi hakları neden işveren tarafından gözetilmez ve bir sabah kendilerini işlerine son verilmiş bulurlar? O kadar yaptırıma rağmen devlet bir kesimin vergi kaçakçılığı yapmasına neden göz yumar? Bunları düşünmek, televizyon izleyici kitlesinin en büyük oranını oluşturan “sokaktaki insan” için hayat karşısında çaresizliğinin vurgulamasıdır.

RAHATLAMA ARAYIŞI

Öte yandan, içinde yaşadığı toplumsal ortamın yarattığı sorunları çözüme kavuşturamayan insan, televizyon dizisinde kendi sorunlarının benzeri olan sorunları yaşayan başka insanların da olduğunu gördüğünde rahatlar. Yaşadığı acı verici sorunların tek suçlusunun kendisi olmadığını gördüğü için rahatlar. Bu rahatlama arayışı yaşadığımız sorunları yaşar görünen dizi film karakterlerinin izlenmesiyle son bulur. Hele bir de o dizi karakteri bize vekaleten hayattan intikamımızı da alıyorsa, biz o diziyi çok severiz.

Ama işte burada bir sorun var: Dizi filmlerde ele alınan konuların, bu konuların işlenişinin ve kimlik inşalarının devletin, namusun, hakların (kişiye göre), aile kurumunun, geleneklerin korunması adına gayrimeşru yolları ve şiddeti meşrulaştıran bir şekilde kurgulanması. Sorun, bu. İdeal olanı sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal eleştiri sunması olabilecekken, ciddi şekilde baskı ve şiddet yoluyla var olan yapı, kahramanın kendisini verili bu malzemeye ölesiye adamasıyla desteklenir. Umberto Eco, kitle iletişim araçlarının (yani medyanın) ideolojileri taşımasını anlatırken televizyonun en önemli formatı olan dizi filmlerin egemen ideoloji işlevi gördüklerini ve böylece topluma uyumlu, sosyal yapıya entegre olmuş bireyler yaratarak, toplum işleyişinde ortaya çıkacak çatlakları engelleyerek ve yerleşik değerlerin yaygın hale gelmesiyle toplumun işleyişini kolaylaştırdığını söyler. Dizi filmlerde olay örgüsünün basit dokulu, dolayısıyla kolay anlaşılır olması, olay diziminin basit neden/sonuç ilişkisine dayandırılması, bu dizilerin toplumun geneli tarafından izlenmesinin önemli bir nedenidir.

TOPLUMSAL GERÇEKLİĞİ ÇARPITMA

Televizyonun en popüler dizileri suçla ilgili konuları içeriklerinde barındıranlardır. Ülkemizde, insanların kafasında suç ya da mafya dendiğinde bir fikir, bir yargı oluşur. Üstelik, bu fikir ve yargılar mutlaka kişisel deneyimlerle elde edilmek durumunda değildir. Kitle iletişim araçlarından alınan bilgi ve izlenimler bir yargı oluşturulmasında yardımcı olur. Televizyon dizilerinde iyi ve kötü karşıtlığı üzerine kurulmuş yapılar söz konusudur. Burada, kötü; suç ve suçludur. Batıya ait televizyon dizilerinde suç kenarından köşesinden sızdırmayacak şekilde tanımlanmıştır. İzleyen için neyin suç olduğu konusunda hiçbir karmaşa ve ikilem yoktur. Dizi bir suçun ya da suçların işlenmesiyle başlar, serüvenler sonunda suçlunun cezalandırılmasıyla biter. Bizim televizyon dizilerimizde ise görünürde ideolojik olmamasına rağmen “güçlü” olanın “kötü” olduğu çıkarımı izleyiciye verilir. Fakir ve “iyi” olan ise değerlerin yıprandığını savunur. Bu değerleri düzeltmek için “iyi” harekete geçer ve şiddet meşrulaştırılır. “İyi” olan “kötü” olanın malzemelerini kullanarak değerleri ve yıpranmışlığı düzeltmiştir. Dikkat çekmek istediğim nokta, kötülüğün sergilenmesine rağmen, sistemin içinde ve çözülebilir nitelikte oluşudur. İnsanın dış dünya konusundaki bilgisi dolaylı ve eksik olduğu için televizyondaki görüntülerle şiddetin zararsız ve olağan olduğunu kanıksar. Bu da artık etkilemez hale gelen, çok olağanmış gibi sunulan görüntülerle sanıldığından çok daha çarpıcı olan gerçekler arasında uçurum yaratır. Böylelikle izleyici, toplumsal gerçekliği yanlış biçimde algılamaya sürüklenir.

Bizim dizilerimizde şiddet genel olarak para, güç/mevkii gibi toplumsal statü simgelerine ulaşmak için kullanılır. Güç elde etmek ve başkalarına hükmetmekle yakından bağlantılı olan şiddet kullanımı, bir kişiliğin bir başkası üzerindeki egemenliğinden ziyade bir sosyal rolün diğeri üzerindeki egemenliğiyle ilgili olarak gündeme gelir. Ya da kestirme yoldan, alıntılayarak söylersek; “Ezilenler adalet adına, ayrıcalık sahipleri düzen adına, arada kalanlar da korkudan şiddete başvururlar”.

BAŞARILI YAYIN POLİTİKASI!

Geçtiğimiz hafta, Fresh Mesh (Hayır, son kullanma tarihi iki sene sonrasını gösteren, soğuk içilen bir içecek değil) Medya Konferansı’nda dizi yazarı arkadaşlarım, “çok satan dizi” nasıl yazılıyor konusunda faydalı bilgiler verdiler. Söylemleri yaratmak, üretmek, dağıtmak üçlemesinde döndü dolaştı. Onlara çevrilmiş kuvvetli spotlar hepsinin gözlerinde uykusuzluk, yüzlerinde yorgunluk olduğunu gösterdi (Kolay mı, haftanın üç günü ortalama 95 sahne yazmak? Bir gün dinlenip aynı döngüye devam...). Çalışma şartlarının zorluğunu patronlarının karşısında, bir ara utangaç bir dille ve tek cümle ile ifade etmeye çalışan senarist arkadaşımı saymazsak (bir ihtimal kimse duymadı), konferans nasıl eğleneceğimizi, nasıl üreteceğimizi ve nasıl tüketeceğimizi yeni verilerle sergilemek açısından faydalı oldu!

İzleyicisine “ne istiyorsa onu veren” televizyon kuruluşlarının izleyicisi artıyor. Buna da “başarılı yayın politikası” deniyor. Tanrı muamelesi gören reklamverenler de bu kritere göre medya seçiyorlar, doğal olarak. Bu yazı uzar.

Daha fazla dolanmadan bir alıntı ile tamamlayalım, en iyisi. Jean Baudrillard içinde bulunduğumuz güncel durumu şöyle özetliyor: “(...) Nesne, gösterge, ileti, ideoloji ve zevklere ilişkin her türlü sanal üretim ve aşırı üretim yollarını katettik. Şimdi herşey özgür, kartlar açıldı ve hep birlikte asıl sorunla karşı karşıyayız: Orji bitti, ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?​”

TEST SONUÇLARINDAKİ İKİ ÖNEMLİ YANDİZİLERDEKİ

iletinin özenle hazırlanması konusunun senaryo yazarının elinde olduğu gerçeğini burada vurgulayarak ve aklımızın bir köşesinde tutarak, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu yazının konusu ile ilgili yapılmış araştırmalardan bahsetmek istiyorum (Bizde yeteri kadar kapsamlı bir çalışma yapılmadığı için ABD örneğini kullanmak durumundayım). ABD ilk defa 1950’li yıllarda televizyonda yayınlanan dizilerde yer alan şiddet ve anomik davranışların çocuklar ve yetişkinler üzerine etkisini test etmiş. Çalışmanın sonunda, yaşadığı ortamı, arkadaş çevresi, grup bağlantıları iyi olan çocuk ve yetişkinlerin üzerinde şiddet öğesi içeren televizyon dizilerinin olumsuz bir etki yapmadığı sonucu çıkmış. Diğer taraftan, kişiliği, aile çevresi, sosyal ortamı iyi olmayan çocuk ya da yetişkinlerin ise suça yönelebildiğini gözlemişler.

Bir yirmi sene sonra, 1970’lerde suçların giderek artması ve suçun konu edildiği cinayet, dedektif ve casusluk dizilerine ve filmlerine duyulan ilginin toplumda yaygınlaşması üzerine 1950’lerde yapılan araştırmanın sonuçlarından kuşku duymaya başlamışlar. Kuşku duyanlar, yani sosyal bilimciler, iletişim kuramcıları, psikolog ve siyaset bilimciler konuyu yeniden masaya yatırmışlar. Bu çalışmaların bizim için çok önemli iki yanı olduğunu söyleyen Prof. Ünsal Oskay, bu tür yayınların/dizilerin belirli bir süre içinde suça yönlendirmediği doğru olsa bile, suç sayılan davranışları olağanlaştırmakta olduğunu, hayatımızı ve çevremizi suçlarla barış içinde yaşamamız gereken bir hayat, bir çevre olarak tasvir etmekte olduğunu ifade ediyor. Ayrıca suç işlemenin inceliklerini estetikleştirdiklerini, suçu estetikleştirilmiş bir kurmaca ilginçliğiyle anlattıklarını/yansıttıklarını söylüyor. Tam da bu nedenle ve yazımın başında da değindiğim gibi, bu diziler yalnızca anlatımlarındaki aksiyon akışıyla değil, yaşadığımız hayata karşı kırgınlık ve öfkelerimizi haklılaştırır göründüğü için de ilgi çekiyor. İkinci önemli yan ise, yaşadığı hayat ya da toplumsal realite karşısındaki husumet duyguları fazla yoğunlaşmış kişiler bu dizilerdeki suçluların işlediği suçların aracılığı ile fantezi niteliğinde ya da izleyicinin oyuncuya vekalet verdiği bir suç ile katharsis (boşalma) elde etmesidir. Bu durumda dizi izleyicisi, günün birinde hayatında büyük sarsıntılarla karşılaştığında, hem suça yönelmesi daha kolay bir hale gelebilir, hem de suçun nasıl gerçekleştirildiği konusunda bilgi edinmiş olduğundan plan yapabilir. Ekrana bakarak duyulan katharsis izleyicinin gerçek dünyasında da doyurulması gereken bir haz halini alabilir. Bu da tehlikeye işarettir.

* Yazar, sinemacı

ÖNCEKİ HABER

Yazış ustası bir öykücü

SONRAKİ HABER

Öteye beriye itelenenler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa