Öteye beriye itelenenler
Çok okumuşuzdur “Ne zaman adam oluruz?” sorusunu, hatta verilen birçok cevabı da akabinde duymuşuzdur. Sanırım en çok “empati” yeteneğimizi kaybettiğimiz anda insan olmaktan çıktık biz. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi ‘adam sende’ci ve kötücül ifadelerimiz varken, bu ifadeleri bağrı
Bir süredir televizyonlarımızda takip etmeye çalıştığımız bir dizi var: Kayıp Şehir. Takip etmeye çalıştığımız diyorum çünkü benim sayabildiğim kadarıyla üç farklı günde ve beş farklı saatte yayınlandı şimdiye kadar. Dediğim gibi benim sayabildiğim bu! Bu yayın politikaları yeri geldiğinde tartışılabilir ancak bugün Kayıp Şehir’in bize söylediklerine, kendi dünyasına dahil olmak, diziyi bu yönleriyle tartışmak daha iyi.
FARKLILIK
Birçok yazı yazıldı çizildi şimdiye kadar. Zaten dizi başlamadan büyük bir merak uyandırmıştı hem yazar kadrosu hem de oyuncularıyla. Şimdiye kadar hakkında okuduğum yazılarda –gerek röportaj gerekse dizi üzerine yazılmış yazılar- hep imlenen şu oldu: “Çok farklı bir iş yapıyor bu dizi.” Aslında farklı olan ne diye biraz düşünmek gerek. Kayıp Şehir’in anlatmayı seçtiği kenar mahalleler, etnik kimlikler, toplumda hoş görülmeyen hatta istenmeyen meslekler... Gitgide gerçekten kaybolan bir şehrin kayıp insanları, mekânları diyebilir miyiz kısaca? Aslında böyle düşününce “farklı” olarak algılanması garip geliyor bana. Çünkü bunlar farklı değil; hayatımızdan, her gün tanık olduğumuz veya okuduğumuz olaylardan, insanlardan bir parça. Esas bizden uzak olan diziler kurdukları “yapma” dünyalarında “dayatma” usûlüyle kabul ettirilmeye çalışılan steril hayatları anlatanlar. Olmayan veya varlık alanı bakımından küçük bir kesimi temsil eden insan tiplerini kurgulamaya çalışanlar! Esas onları farklı olarak nitelememiz gerekirken, hayatımızdan itelemeye çalıştığımız ve bakmak istemediğimiz hayatları anlatan bir diziye “farklı” demek kendi bilincimizle diziyi de ötelemekten başka bir şeye yaramıyor.
İKİYÜZLÜ AHLÂK ANLAYIŞI
Her kesimin kendinden olanı bağrına basmaya hazır olduğu bir ülkede (veya dünyada) “empati” yeteneğini kaybetmek işten bile değil. Oysaki “anlama” ediminin ilk şartı değil midir kendimizi karşımızdakinin yerine koyabilmek. Ya da ahlâkın ilk kuralı değil midir kendimize yapılmasını istemediğimiz her şeyi başkasına da yapmamak. Herhangi bir haksızlığa sesimizi çıkarmak için illa başımıza bir şey mi gelmesi gerekir? Biraz gözlem yapmak, biraz etrafı dinlemek yeterli insanların kendinden olmayana bakışını anlamak için. “Benim cinsel eğilimi farklı insanlara karşı saygım var”, “Farklı ırk, din veya milliyetten olan insanları da hâkir görmem” gibi cümleler çoğu zaman “Şükür ki onlar gibi değilim” tınlamalarını içerir. Hatta “uzak durulası” insanları bile imler. Çok mu farklı bu ülkede insanlar Kayıp Şehir’in İsmail’inden? Yardım elini uzatan Aysel’den yardım alan ancak yeri geldiğinde de karısının Aysel’le görülmesini istemeyen! İkiyüzlü ahlâk anlayışımızı belki de en iyi yansıtan tipleme İsmail dizide. İzlerken çoğu kişi sevmiyor İsmail’i, yaptıklarını hoş görmüyor ancak sokağa çıktığında hangisi karısının, kızının, sevgilisinin Aysel’le tanış olmasını kabullenebiliyor? Aysel’in can arkadaşı Duygu’yu izlerken “o da insan” diyenlerden kaçı Avcılar’da translar yuhalanırken, itip kakılırken, evlerinden çıkmaya zorlanırken empati kurabiliyordu gerçek hayattakilerle? Belki bir dizinin, filmin vs bize bu duyguları ve anlayışı öğretebilmesi iyi bir şeydir. Belki izledikçe dizilerde gördüğümüz aşkları, kahramanlıkları taklit ettiğimiz gibi “anlayış”ı da taklit etmeye hatta öğrenmeye başlarız zaman içinde. O zamanlar gelene kadar ancak Kayıp Şehir gibi değerli dizilerin ekranlarda göstermeye çekinmediklerini anlamaya çalışmakla, dile getirmekle yetineceğiz.
Çok uzak değil daha yeni bir haber(miş) olarak okuduğumuz Samatya’daki Ermeni yaşlı kadınların tartaklanmaları haberleri. Oysa Kayıp Şehir’deki sevimli dede Rum sevdiceği Eleni’yle konuşurken duygulanıyoruz, hatta dedeyi kendi dedemiz gibi bağrımıza basıyoruz, değil mi? Oysaki kapımızın hemen dışında olan bitene kayıtsız kaldıkça ancak dizilerde yakalayabileceğiz toplumsal ve bireysel anlayışı. Ve bunları bize anlatmayı seçtiği için “farklı” diyeceğiz aslında tam da bizi anlatan bir diziye.