Siyaset Bilimci Cuma Çiçek: HDP, manevra sahasını genişletmeye çalışıyor
Yeni bir rejim kurma iddianız var ama bu rejimi kurarken HDP ile konuşmuyorsunuz, ama şartsız bir destek istiyorsunuz. Bunun irrasyonelliğini hatırlatmak gerekiyor.
Fotoğraf, Cuma Çiçek'in kişisel arşivinden alınmıştır.
Serpil İLGÜN
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın 7 Ocak’ta partisinin cumhurbaşkanı adayını çıkaracağını duyurmasıyla birlikte, seçim tartışmalarına bu hamlenin olası yansımaları da eklenmiş durumda.
HDP’nin pazarlık gücünü artırmak istediğinden, aday çıkarmakla seçimin kazanılmasını riske atacağına uzanan tartışmalar süre dursun; HDP, ortak aday konusunda uzlaşmaya açık olduklarını, dolayısıyla kapıyı kapatmadıklarını her fırsatta dile getiriyor.
Kararın Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerine bildirilmeden duyurulmasının yarattığı rahatsızlık gündemleşirken, ittifak bileşenlerinden bunun bir krize dönüşmeyeceğini vurgulayan açıklamalar geldi.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın grup toplantısında seçim tarihini 14 Mayıs olarak açıklamasıyla, takvimin nasıl işleyeceği, 14 Mayıs’ın kime yarayacağı, Erdoğan’ın aday olup olamayacağı başlıkları öne çıksa da HDP’nin aday çıkarma hamlesi seçim gündeminin ana başlıklarından biri olmayı sürdürecek.
Bu nedenle Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta HDP’nin aday çıkarma açıklamasını, bunun seçim sürecine nasıl yansıyacağını, verilen tepkileri ele almak istedik ve alanın önemli isimlerinden Akademisyen Dr. Cuma Çiçek’e başvurduk. Kürt sorunu, Kürt İslamcılığı, siyaset sosyolojisi, çatışma çözümü, devlet teorisi konuları üzerine çalışan, çalışma alanlarıyla ilgili kitaplar da yayımlayan Cuma Çiçek, seçimlerin 14 Mayıs’a alınmasını da değerlendirdi.
HDP’nin aday çıkarma hamlesinin olası etkilerinden önce, bu karara nasıl gelindiğini konuşarak başlayalım. HDP desteğinin seçimleri kazanmayı garantileyeceği gerçeğine rağmen, altılı masa HDP’yi neden dışarıda bıraktı? Bu konuda İYİ Parti bariyerinden bahsedilse de baskın olan iktidarın taarruzundan duyulan endişe mi, yoksa Kürt sorunu konusunda devletin geleneksel zihinsel kodlarını benimsiyor olmak mı?
HDP’nin aday çıkarma sürecine bence oldukça uzun bir süreçten sonra geldik. Çok daha geriye götürmek de mümkün ama sembolik olarak Selahattin Demirtaş’ın Meral Akşener’e 2020 Eylül ayında yaptığı kahvaltı çağrısına dayandırıyorum. Demirtaş, “Dışarıda olsaydım eşim Başak’ı alıp bir sabah Meral Hanım’ın evine gidip ‘Kahvaltıya geldim’ derdim” demişti. Akşener de “Kürtlerin bir geleneği vardır, kan davalın kapıya gelirse içeriye alırsın ama kapıdan çıktıktan sonra kan davası devam eder” diye bir açıklama yapmıştı. İki yıldan fazla bir zamandır Demirtaş’ın yazılarıyla, mektuplarıyla, sosyal medya yoluyla zorlamış olduğu bir kanal var. O da kabaca, Erdoğan liderliğindeki 2015 sonrası otoriterleşme sürecine karşı çıkan muhalefetin bir blok olarak hareket edebileceği, daha sembolleştirirsem altılı masayla HDP’nin bir arada durabileceği bir muhalefet bloku inşa etme girişimiydi. Meral Hanım’ın açıklamasından sonra o kapı büyük oranda kapandı. Ama kapı kapanmasına rağmen hem Demirtaş hem HDP, HDP’nin de dahil olabileceği bir muhalefet bloku arayışını sürdürdüler. Ama Pervin Buldan’ın 7 Ocak’taki aday çıkarma açıklamasıyla bence bu ihtimal büyük oranda kapandı.
Ancak, Demirtaş da HDP de kapının tam kapatılmadığını belirtiyorlar.
Küçük de olsa bir ihtimal hâlâ var. Altılı masa ortak bir aday çıkarıp, aday üzerinden HDP ile müzakere edebilir ve HDP adayını belki geri çekebilir. Belirttiğim gibi HDP, iki yıldan uzun süredir seçim üzerinden bir ittifak kurma arayışlarındaki tıkanma sonucunda aday çıkaracağını açıkladı. Daha da geriye gitmek mümkün ama en azından 15 Temmuz’dan bu yana bu hikayeyi iki kavram üzerinden okuyabileceğimizi düşünüyorum. “15 Temmuz sonrası devlet sahasındaki dönüşümün siyasal hedefleri nelerdi?” diye sorduğumuzda iki hususun altını çizebiliriz. İlki, Türkiye’de sekülerleşme dalgasının devlette, siyasette ve sokakta güçlendiği bir dönem yaşadık. Örneğin Deva ve Gelecek Partilerinin kurulmasını, AK Parti’nin temsil etmiş olduğu siyasi geleneğin bir tür sekülerleşme arayışı olarak tanımlayabiliriz. Ya da İYİ Partinin MHP’den koparak kurulmasını daha seküler bir MHP geleneğinin inşası olarak okuyabiliriz. Sokağa baktığımızda, sokakta da 2015 öncesindeki İslami veya dini motiflerle siyasal alanın mobilizasyon süreçlerinin toplumda artık karşılığının olmadığını söyleyebiliriz. Bu sekülerlik dalgası HDP’yi de içerebilecek bir potansiyel taşıyordu. Çünkü Türkiye’deki ana akım Kürt siyaseti de seküler bir hareket ve bu alanda muhalefetle bir köprü kurma potansiyeli vardı.
Ancak bu tercih edilmedi?
Evet. Buradan da bu siyasal dönüşümün ikinci yüzüne geliyoruz: Milliyetçilik. Sekülerlik hattı üzerinden muhalefetle HDP’nin buluşma potansiyelini engelleyen faktör milliyetçilik oldu. Türkiye’de yükselen bir milliyetçilik var. Bunun da temel dinamiği esasında iki şeye dayanıyor. Birincisi, 15 Temmuz’daki darbe girişimi ve sonrasındaki tasfiye süreçleri devlet içinde güvenlik meselesini öne çıkardı ve devletin korunması kaygısına dayanan bir beka meselesi yükseltildi. İkinci olarak da Kürt meselesi. Üç ülkede Kürt hareketlerinin büyümesi ciddi bir riske dönüştü hem devlet, hem toplum nezdinde. Bu da devlet içinde beka kaygısını yükseltti. Dolayısıyla, HDP ile altılı masa arasında bir mutabakat oluşamamasının temel nedenini yükselen bu milliyetçilik dalgası üzerinden okuyorum. Bu dalgayı esas olarak iktidar inşa etti ama muhalefeti de içerecek şekilde Türkiye’nin siyasal alanını belirleyen temel ideolojiye dönüştü milliyetçilik. O nedenle muhalefetin Kürt meselesinde yeni bir hikaye kurmaksızın bu bariyeri aşması mümkün değildi.
Bu konuda genel kabullerin dışında söz söyleme potansiyeli olan Deva Partisi var, ama Deva’yı çıkardığımızda kalan partiler arasında Kürt sorunu bağlamında bir milliyetçi mutabakatın olduğunu görüyoruz. Türkiye’deki seçimler bir rejimin oylanacağı referanduma dönüşmüş durumda. Tam da 100. yıl tartışmaları yapılırken bu bir “demokratik kuruluş”un fırsatına çevrilebilirdi. Altılı muhalefet bunu yapamadı, Kürt meselesinde iktidarın kurduğu oyun alanında kaldı.
HDP’nin bu konuda oldukça esnek bir tutum aldığı eleştirileri de yapılıyor. Katılır mısınız?
Katılıyorum. Hatta Demirtaş, kimi dönemde tabanından birtakım itirazlar almayı da göze alarak o kapıları zorladı. HDP’nin eylül 2021’de duyurduğu tutum belgesini hatırlarsak, aslında bir liberal demokratik dönüşüm çerçevesi sunan, oldukça esnek, müzakereye açık, üzerinde konuşmaya, mutabakat kurmaya müsait bir çerçeveydi. Artı, Kürt sokağında da eleştiri alan bir çerçeveydi. Ancak HDP, yüzde 60’lık bir toplumsal mutabakat inşası için tabanından gelecek itirazları göze alarak, biraz geniş bir çerçeve çizdi. Bütün bu esnekliğe rağmen HDP ile altılı masa arasında bir mutabakat kurulamadı ve bunun üzerine HDP adayını açıklamak zorunda kaldı. Çünkü seçime dört ay kaldı, bu saatten sonra HDP’nin pasif bir aktör olarak bekleme şansı yok.
7 Ocak’taki “Aday çıkaracağız” açıklamasından bu yana kimileri spekülatif olsa da “HDP ne yapmak istiyor?” sorusu çerçevesinde tartışmalar yürütüyor. Sizin yanıtınız ne?
HDP, altılı masanın aday belirleme sürecine müdahil olmak istiyor. İkinci olarak, altılı masa 30 Ocak’ta bir program açıklayacak, buna dair de elini güçlendirici, siyaset alanını genişletici bir pozisyon aldı. Yüzde 15 bandına çıkma potansiyeli olan bir partinin hem kurulacak hükümete hem de bunun siyaset programına müdahil olma arzusu meşru bir talep.
HDP’nin aday çıkarma hamlesindeki ikinci motivasyon, seçimde aynı zamanda parlamento aritmetiğinin de belirlenecek olması. Bu hamleyi aynı zamanda kendi kitlesini mobilize etmeye ve parlamentoya daha güçlü girmeye dönük bir hazırlık olarak da görüyorum. Bu şu açıdan da önemli, HDP parlamentoya güçlü girmesi ve iktidarı muhalefetin kazanması durumunda, muhalefet HDP ile diyalog kurmak zorunda kalacak. Dolayısıyla Meclis gücü HDP açısından stratejik bir mesele. HDP, yaklaşık yedi yıldır kitleyle bağları zayıflayan bir hareket. Kent çatışmalarından bu yana kendi kitlesini mobilize etmekte zorlanan bir Kürt siyasal geleneği var. Seçimler bu demobilizasyonu kırmak için olağanüstü bir fırsat sunuyor. Yine, 2024 yılında yerel seçimler yapılacak. Neredeyse tüm belediyelerine kayyum atanan ve yerel yönetimlere stratejik önem atfeden HDP’nin bu seçimlerdeki performansı önemli oranda yerel seçimleri de etkileyecek.
Son olarak da kapanma davasını hatırlatabilirim. HDP’nin seçime girip giremeyeceği muğlak. Aday açıklama kararıyla siyasal alanda manevra sahasını genişletmeye çalışıyor. Altılı masanın adayını belirlemesiyle tablo biraz daha netleşmeye başlayacak. O nedenle şu an kritik olan mesele altılı masanın kimi aday göstereceği.
ASIL MUHATAP ALTILI MASA
Aday çıkarma siyaseten doğru bir hamle olarak görülmüyor ve HDP ülkenin geleceğini düşünmemekle eleştiriliyor. Yanı sıra, seçimin ikinci tura kalmasının risk yaratacağı düşünülüyor. Kararın seçimi kazanmayı zora soktuğu, bundan Erdoğan’ın kazançlı çıkacağı yorumlarına nasıl yaklaşıyorsunuz?
Ben şöyle bakıyorum, eğer seçim bir rejim değişikliği referandumuysa, bu noktada seçim zaferini garantileyecek bir senaryo inşası, bence yüzde 10-15 bandında oyu olan HDP kadar, yüzde 40 bandında oyu olan altılı masaya da düşüyor. Altılı masayla köprü kurma konusunda oldukça yüksek bir performans sergileyen, bütün kanalları zorlayan bir HDP’den bahsediyoruz. Evet ben de bir risk olduğunu düşünüyorum, çünkü altılı masanın HDP ile ittifak kurması durumunda yaklaşık yüzde 60 bandında bir seçim zaferi kesin görünüyor. Ama buna rağmen HDP’ye kapıyı kapatan aktörlere şunu sormak gerekiyor, bu seçim Türkiye’nin geleceğini belirleyecek önemli bir seçimse, ülkenin geleceğini kurarken, Kürtlerin yaklaşık yüzde 60’ından oy alan bir partiyi ve onun temsil ettiği toplumsal kesimleri içerme konusundaki bu direncin sebebi ne?
Dolayısıyla, “HDP’nin aday çıkarması seçimin yönünü nasıl etkileyecek” sorusunun asıl muhatabı altılı masa?
Ben de öyle düşünüyorum. Mesele şu, yeni bir rejim kurma iddianız var ama bu rejimi kurarken HDP ile konuşmuyorsunuz, ama şartsız bir destek istiyorsunuz. Bunun irrasyonelliğini hatırlatmak gerekiyor. Dolayısıyla bu nedenle bir “seçim yenilgisi” olacaksa bunda elbette HDP’nin de payı olacak ama bunun sorumluluğunun HDP’den daha çok altılı masada olacağını düşünüyorum.
Bu konuda öne çıkan yaklaşımlardan biri de şu: “Tamam, HDP haklı ama altılı masanın da tabanı ve o tabanın hassasiyetleri, talepleri var, buna sırtlarını dönemezler!” Bu yaklaşım neyi dışarıda bırakıyor? Böyle denerek “ortak bir gelecek” nasıl kurulabilir ve bu yaklaşımdan bir uzlaşı çıkabilir mi?
Ben bunun bir sığınma olduğu kanaatindeyim. Siyasi partiler seçmendeki bu hassasiyete sığınıyorlar ve bunu bir maske olarak kullanıyorlar. Burada sanki Kürt meselesinin çözümüne açık siyasi partiler var ama tabanları buna kapalı diye bir varsayım var. Bu yanlış. Çünkü bu partiler normatif olarak Kürt meselesinin çözümüne kapalılar. Açık olsalar, o söylemi kendi tabanlarına taşıyabileceklerini düşünüyorum. Burada bir değişime ihtiyaç var ve Türkiye gibi ülkelerde siyaset tam da bunu gerektiriyor. Bakın AK Parti yaklaşık 7 yıllık çok sert yürüttüğü siyasete rağmen gidip HDP ile anayasa değişikliği konusunda görüşebildi. Ama muhalefet hâlâ HDP ile temas konusunda kaygı taşıyor.
Bu görüşmeye altılı masadan çok sert tepkiler geldiğini de hatırlatalım.
Aynen öyle. Türkiye’de yeni bir gelecek kurma iddianız varsa bu gelecek inşasında Türkiye’nin yüzde 20’sinin yeri yok mu? Ya da neresi o yeni yer? Bir cümle daha ekleyeyim, tartışmalar Kürt meselesi sanki sadece HDP’lilerin derdiymiş, ülkenin genel meseleleriyle ilgisi yokmuş gibi yürütülüyor ki bu çok yanlış bir yaklaşım. Türkiye’nin tarihine baktığımızda Kürt meselesinin çözümsüzlük ve şiddet zemininde tutulmasının, siyasal alanda bir otoriterlik kaynağı, ekonomik olarak da bir eşitsizlik kaynağı olarak kullanıldığı unutulmamalı. Bakın, Kürt sahasında kayyumların önünü açan siyaset, İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyumun önünü açtı. Bugün Ekrem Bey’in görevden alınıp alınmayacağını konuşuyoruz. Oysaki Kürt barışı siyasal alanda demokratikleşmenin, ekonomik alanda dengeli ve kapsayıcı bir gelişmenin kaynağı olarak değerlendirilebilir.
KILIÇDAROĞLU’NUN ADAYLIĞINA CİDDİ BİR DİRENÇ VAR
Aday çıkarma kararının aday tercihi üzerinde etkisi olacağını belirtiyorsunuz ve bu konuda üretilen senaryolar arasında çubuğu şu günlerde ismi gerilere düşen sağ milliyetçi gelenekten gelen Mansur Yavaş olasılığına doğru büküyorsunuz. Bu tercihle, Mesut Yeğen’in tabiriyle seçim “Kürtlere borçlanmadan” kazanılacak. Bu tezinizin dayanağı, sözünü ettiğiniz milliyetçi dalganın yükselmesi mi?
HDP geleneğinin dışarıda kalması durumunda, ki bunun temel argümanı bahsettiğimiz gibi Türkiye’deki milliyetçi hassasiyetler, bu durum doğal olarak size milliyetçi profildeki bir adayı hatırlatıyor. Görebildiğim, altılı masanın A planı mümkünse HDP’nin desteği olmaksızın yüzde 50’yi aşmak. Bunun peşinden giden bir siyaset var. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla HDP’nin dışarıda kalması durumunda yüzde 50 nasıl aşılır, HDP’den gelecek yüzde 10’u hangi kanallardan almayı varsayıyorlar diye soruyorum.
Yanıtınız ne?
Bahsetmiş olduğum seküler, milliyetçi 6-7 yıllık dönüşümü de dikkate aldığımda verdiğim cevap şu: HDP’den gelecek oylar yerine daha milliyetçi kanattan gelecek oyları toparlayabilecek bir adayın olması lazım. Kabaca şöyle düşünüyorum, MHP’den 3-4 puan, 3-4 puan da AK Parti’den oy alabilecek, altı yapıyor; 2 puan Memleket, Zafer Partilerinden alabilir, sekiz yapıyor. İki puan da parti kararına rağmen “Erdoğan gitsin de kim olursa olsun” diye düşünecek HDP seçmeninden gelmesi mümkün. Dolayısıyla görebildiğim, HDP’yi bu kadar dışarıda bırakmanın altında böyle bir akıl yatıyor.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığının güçlendiği, hatta kimilerine göre kesinleştiği yorumları var biliyorsunuz. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bu senaryoyu nasıl etkiler?
Ben Kılıçdaroğlu’nun aday olması durumunda HDP ile ilişkilerin biraz daha kolaylaşacağı kanaatindeyim. Çünkü Kılıçdaroğlu, HDP tabanının oy verebileceği bir profil. Bir de son iki yıllık performansına baktığımızda HDP ile ilişkileri biraz daha iyi yöneten iki aktör saysak biri Kılıçdaroğlu, diğeri de Ali Babacan’dır. Bunu HDP kitlesi de görüyor. Ama ben Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ciddi bir direncin olduğu kanaatindeyim. Milliyetçi aday çıkarımına beni götüren bir diğer faktör de bu yöndeki gözlemim. Kılıçdaroğlu son 6 aydır adaylığa yatırım yapıyor ancak çok açık bir şekilde İYİ Parti merkezli bir direnç var. Genelde bu itiraz “kazanabilir aday” gerekçesiyle yükseliyor ama kazanabilir adaydan ziyade, adayların temsil ettiği siyasal vizyona dair bir rekabetin olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum.
KARAR, İTTİFAK ORTAKLARIYLA BİRLİKTE ALINMALIYDI
Emek ve Özgürlük İttifakının 5 Ocak toplantısında cumhurbaşkanlığı seçiminde “Ortak aday seçeneğine daha yakın olunduğu” belirtilirken, iki gün sonra HDP’den “Kendi adayımızla gireceğiz” açıklamasının gelmesi ittifak içinde rahatsızlık yarattı. Daha çok 15 Ocak mitinginde TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın konuşma yapmaması üzerinden gündemleşen durum için sizin değerlendirmeniz ne?
HDP’nin böylesi stratejik bir kararı ittifak ortaklarıyla birlikte alması ve kamuoyuna duyurması beklenirdi. Bu konudaki eleştiriler haklı. Sorunun arka planında HDP ve Türkiye sosyalist hareketinin seçimler ve seçim sonrası döneme ilişkin öncelikleri arasında farklılıklar bulunuyor. Ayrıca, HDP ve ittifak ortaklarının toplumsal temsil güçlerindeki niceliksel asimetriyi hatırlamak gerekiyor.
KÜRT SORUNUNDA İZLENEN GÜVENLİKÇİ SİYASET DEVAM EDEBİLİR
Siyasal alanın Kürtler dışarıda bırakılarak yenilenmesi, Kürt sorununun geleceği açısından nasıl sonuçlar üretir?
Unuttuğumuz bir nokta da bu. Yani Kürt meselesi bir rejim meselesi ve Türkiye’de eğer yeni bir rejim inşası olacaksa bu meseleyi içermeden bunu yapma şanısınız yok. Benim görebildiğim devletle, yani sivil, askeri bürokraside, siyasal partiler nezdinde Kürt meselesine dair daha orta vadeli bir perspektif var. Bahsetmiş olduğum yükselen Kürt dalgasını risk olarak okuyan bir akıl var. Endişem o ki, HDP’nin dışarıda kalması durumunda seçimlerden sonra Kürt meselesinde izlenen güvenlikçi siyaset devam edebilir.
Zaten şu an Kürt sokağında seçimden sonra Kürt meselesinde radikal bir değişimin olmayacağına dair bir kaygı var. Dolayısıyla seçimden sonra “Erdoğan gidecek, her şey güzel olacak” söyleminin burada, Diyarbakır’da karşılığı yok açıkçası. Yani Türkiye kurumlara dönebilir, yeniden kanuna dönebilir ama hukuka dönebilecek mi, kanundan öte bir hukuk inşa edebilecek mi, bir demokrasi inşa edebilecek mi? Koca bir soru.
HDP, RİSK AZALTMA ÇAĞRISINDA BULUNUYOR
“Aday çıkaracağız” kararının akabinde HDP, AYM’ye kapatma davasının seçim sonrasına bırakılması talebinde bulundu. Siyasallaşmış yargı düzeninde, bu talebin aslında AYM’ye değil, iktidara yapıldığı yorumlarını hatırlarsak, bu talebin nasıl yanıtlanacağını düşünürsünüz?
Açıkçası bu konuda çok net bir yorum yapamıyorum çünkü ortada çok fazla aktör, çok fazla belirsizlik var. Türkiye’nin seçim sonrasına dair çatışan vizyonlar var, ben HDP’nin kapatılmasının bu süreci daha belirsiz ve riskli hale getireceğini düşünüyorum. HDP bu riski seçim sonrasına bırakmayla hem siyasi partilere, hem de bürokrasiye bu riski azaltma çağrısında bulunuyor.
HAFIZA SİYASETİ, EKONOMİK KRİZİN ALTINDA KALACAK
Erdoğan 14 Mayıs’ı seçim tarihi olarak ilan etti. Yapılan açıklamalara bakılırsa Altılı Masa da bu tarihi satın almış görünüyor. İktidar sözcülerinin “seçim tarihinin güncellenmesi” olarak nitelediği seçimi bir ay öne alarak Erdoğan ne elde etmeyi umuyor?
Bunun en temel nedeni ekonomi. Türkiye’de bir seçim ekonomisi yürürlükte. Asgari ücret göreli olarak, kaynaklar zorlanarak “arttırıldı”. EYT meselesi, bir takım sosyal destekler söz konusu. Ekonomist değilim ama görebildiğim kadarıyla bu “kaynaklardan pay dağıtma” etkisinin nisan başı gibi biteceği öngörülüyor. İktidar için seçim tarihinin öne alınmasında ana dinamik bu. Elbette 14 Mayıs tarihiyle bir hafıza siyaseti de söz konusu. Ama bu hafıza siyasetinin karşılık bulacağı kanaatinde değilim. Bence bu hafıza siyaseti, ekonomik krizin ağırlığının altında kalacaktır. Ayrıca hafıza siyasetini satın alacak aktörler var Altılı Masa içinde. Belirttiğiniz gibi14 Mayıs’a sahip çıktılar. Dolayısıyla yaz tatili, sınav dönemi, hacca gidişler vs. gerekçeleri esası oluşturmuyor. Seçim ekonomisinin etkisi geçmeden seçime gitmek istiyor iktidar.
14 Mayıs tarihi, yeni seçim yasasının uygulanıp uygulanmayacağı, Erdoğan’ın üçüncü kez aday olup olmayacağı meselelerine yönelik de bir hamle olabilir mi?
Ben o kanaatte değilim. Görebildiğim kadarıyla muhalefet de o topa çok girmeyecek. “Aday olamaz” itirazının yükselmesi Erdoğan’a bir manevra alanı açabilir ve bunu tercih edecektir. Ama izleyebildiğim kadarıyla Altılı Masa içerisinde bu konuda radikal bir ses yok. Daha çok Emek ve Özgürlük İttifakında bu konuda hatırlatmalar, itirazlar söz konusu. Ama toplumsal alanda bunun büyük ses getirecek bir tartışmaya dönüşeceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla, bu tartışmaların seçim tarihinin bir ay öne alınmasında belirleyici olduğunu düşünmüyorum.