İçeriden dışarıya pencere açmak
Tacim Çiçek, Metin Turan'ın "Patlamayı Bekleyen" isimli romanına dair yazdı.
Fotoğraf: Pixabay
Tacim ÇİÇEK
Metin Turan, 22 yıldır hapishanede olan politik bir yazar. Daha önce Siyah Gökkuşağı, Ama Bir Gün Bir Şey Olur, Başka Türlüsü adlı öykü kitapları ve Her İnsan Bir Zamandır adlı romanı yayımlanmıştı. Bunlardan birini bile okuyan bilir ki onca yıl içeride olduğu halde ‘dışarının’ hallerini yazan ve böylece kendini çoğul ve tekil yalnızlıktan da kurtarmaya çalıştığını… Edebiyat onun için belki de salt ‘büyülü düşünmek’ değil, bunu da kapsayan bir sonuç daha var: Yaşama sıkıca sarılmak ve duvarların ötesiyle edebiyat aracılığı ile bağını sağlamlaştırmak... Edebiyatın, okumanın hayatı değiştirebileceğine olan inancı tamdır bu yüzden. Velud sözcüğünün çok ‘üreten’ anlamını biliyoruz. Koşulları gereği Metin Turan çok ‘üreten’ üretken değil belki ama bir şeye fazla düşkün olanlar için de “velud” denir. Yazarın edebiyata ve okumaya düşkünlüğünü yapıtlarının başında, sonunda ve içlerinde de okuduğu kitaplara, yazarlara atıf yapması ve mutlaka birkaç alıntıyla yapıp etmek istediğini perçinlemek istemesi, onun dediklerime tutkunluğunun, düşkünlüğünün sonucu.
PATLAMAYI BEKLEYEN
Asıl yalnızlığın kişinin kendini kendine hapsetmiş olmasının bilinciyle, ‘içeriden’ dışarıyı yazarak delikler, pencereler açıyor kendini sarmalayan duvarlara. Ve yaşam, ışık huzmesi gibi buralardan üstüne akıyordur, bilinmez tabii ki… Yine tutkuyla, severek ve aşk içindeki yazma sürecinde adeta olduğu yeri de unutarak yazdığı Patlamayı Bekleyen (Ekim 2022, Favori Yayınları, Ank.) öncekilerden farklı… Çünkü bilge diyebileceğimiz hayat üniversitesinden mezun bir anlatıcı Rıza ile karşı karşıyayız... Erzincan / Kemahlı Rıza’yı Anlatıcı Yazar Rıza anlatıyor. Başkahraman kendisi... Okudukça anlıyoruz ki Rıza’nın hayatı, kendisi tarafından da anlatılıyor olsa, roman gerçekten. Yoksul da olsa mutlu bir hayatı var çocukluğunda, ama beklenmedik bir anda ölür annesi. Neredeyse mezarın üstündeki ateş bile soğumadan, bırakın kırkını, yedisi de çıkmadan babası bir kadınla evlenir. Ve Rıza annesinin anılarıyla, sesiyle, gülüşleriyle dolu evden de köyden de memleketinden de kopar. Kopuş o kopuştur bir daha da dönmez geri. Kendi kişisel hayat hikayesinin ve macerasının peşine düşer. Yaz aylarında rast gelirse kendisine selam veren iyi insan Asım Efendi’yi bulur, İstanbul’a güçlükle gidip… Önce fırında çalışır. Fırının üst katını Rıza gibilerine açar Asım Efendi ve orada ülkemizin birçok ilinden bir sebeple gelenlerle yaşar. Sonra bir yanlış yapar bile isteye, onu da sahiplenir, böylece Asım Efendi’den kopar. Lengo Dayı ile tanışır. Onunla çalışır. Hayat kendi mecrasında akıp giderken Gezi olayları başlar ve Rıza kendini hapiste bulur. Kıstırılmışlık yalnızlıkla kuşatınca da arayış başlar Rıza’da. Bir iç yolculuk, kendini arama, sorgulama… Kendini okumaya verir. Hapishane kütüphanesinin müdavimi olur. Rıza, okumayı kimden, nasıl ve nerede ne zaman öğrenmiş bilinmez. Çünkü bu konuda ketum nedense, düşerini, ümitlerini, arkadaşlarını, yapıp ettiği her şeyi, aşkını ve mücadeleci, çalışkan olduğunu anlatıyor ama bu konuda bir ipucu bile vermiyor. Can sıkıntısının tavan yaptığı bir gün binbir zorlukla izin koparıp kütüphaneye gider ve onca kitabın içinden iki cilt olan Don Kişot’u alır. Önce kapak resmi ilgisini çeker. Sonra Kişot ve Don sözcüklerine takılır. Kendisinin de soyadı Toşik’tir. Tersinden okununca Kişot olur. Belki de bundan dolayı alır ve koğuşa döner. Ranzasına uzanır. Anlatıcı Rıza okudukça kendisiyle Cervantes ve Don Kişot arasında bir ortak hayat hikayesi olduğunu fark eder. Başından itibaren anlarız ki Anlatıcı Rıza, kendini anlatırken Cervantes gibi yapar, alaycı, yergici, sorgulayıcı bir üslup kullanır, giderek ilginçleşen kişisel hayat hikayesini anlatırken... Yokluğu varlığa, hayali gerçeğe dönüştüren, yoğun, capcanlı bir dünya yaratmasını bilen o büyük ‘bilge büyücü’ Cervantes ile kendini özdeştirir. Çünkü Cervantes de, gerçekte öyle olmadığı halde, ünlü kişilere atfedilerek, süslü sözlerle doldurulmuş olan ve böylece yazarlarının aslında okura karşı sahtekarlık yapmış oldukları dönemin şövalyelik romanlarını eleştirir. Ona göre bu tür hilekar tutumlar yerine, yazar özgün olabilmeli ve bu uğurda gerektiğinde yerleşik kalıplarla kavga ederek ve okuru aldatmaksızın okura ulaşabilmelidir. İşte, hiçbir yapıtının olup olmadığını bilmediğimiz Anlatıcı Rıza da böyle düşünür, böyle ifade eder kendini. Ayrıca yaşamının sonlarına doğru ünlü eseri Don Kişot’u hapishanede kaleme almıştır Cervantes. Bu eseri sayesinde dünyada tanınmıştır. Eserde yazarın kendi hayatıyla alay ettiği ve kahramanla aralarında çokça benzerlikler olduğu görülür. Rıza da hapistedir ve başından sona kadar kendi kişisel hikayesini Cervantes’le ve bu muhteşem yapıtıyla benzeştirerek görünür olmaya çalışır. Acı acı güldürmesi de bundandır sanırım.
Metin Turan, bu romanında dediğim gibi farklı bir anlatıcı yaratmış. Eski zaman romancılarının yaptığı gibi anlatıcısına kendini anlattırıyor. Bazen birbirinin yerine geçiyorlar. Yani yazar, Anlatıcı Rıza’dan anlatıcı da gerçek Rıza’dan ve yazardan rol çalıyor ama bu durum anlatıyı sarsmıyor. Yine eski zaman romancıları gibi mizahi bir dil kullanıyor ama bununla yetinmiyor, mizah aracılığıyla yanlış, eksik ve yersiz gördüğü halleri de eleştiriyor. Anlatıcı Rıza Toşik, zaman zaman okurdan hesap soruyor, onları sorguluyor, onlara had bildiriyor ama asla saygısız olmuyor. Okura sorular da soruyor, hayat, özgürlük, okuma ve mücadele gibi konularda. Kendisi duymasa bile yanıtlarını kendilerine vermelerini istiyor. Bir tür karşılıklı sohbet yaptığı… Rıza, hapisteki kişisel ve çoğul yalnızlığını aşmak için düşle gerçek arasında yolculuğa çıkıyor ve okuru da bu yolculuğa çekiyor. Okuduğu ve kendiyle paralellik kurduğu yazar ve romanının ona yaşattığı gündüz düşleri hiç de abartılı gelmiyor. Edgar Allan Poe, Gündüz düş görenler, sadece gece düş görenlerin kaçırdığı pek çok şeyin farkındadır dememiş boşuna… Adına rıza gösterip soyadına rıza göstermiyor. Sonra tersten de olsa birileriyle bağdaştırmasına seviniyor. Kişot / toşiK... İç dünyasında kendini sağaltmaya, büyük krallık olmayan yalnızlığına bahaneler üretmesine yorumlanabileceği gibi bu tutum; kendine benzeyenler üzerinden bir aidiyet hissetme olarak da düşünülebilir.
SESLİ DÜŞÜNCELER
Anlatıcı Rıza, Rıza’yı gerçekle düşlerin sarmal olduğu bir yolculuğa çıkarıp serüvenden serüvene koştururken satır aralarında hayata bakışımız, iyi insan olmamızı ve duyarlı ve içtenli kalmamızı sorgulayacağımız kimi sesli düşünceler de paylaşıyor okuruyla ve bunları birer ‘hayat ve insanlık reçetesi’ biçiminde yapmıyor… Kristof Kolomb’un hayatı, Marko Polo’nun Geziler Kitabı’nı okuyunca değişir. Çünkü Polo kendi gözüyle görüp gezdiği şehirleri büyülü bir biçimde anlatmıştır. Don Kişot’la ortak hayat paralelliği kuran Rıza’nın da hayatı bu kitapla değişecek ve bir Don Rıza La Kemah olabilecek mi, bunu okuyanlar bilecek tabii ki. Metin Turan’ın bilinen, kanıksanan ve dünyanın birçok diline çevrilen üstelik de halen en çok okunan kitaplardan bir kitabın kahramanı Don Kişot’la Rıza’nın hayat hikayesini birçok yönden benzeştirerek anlatmış olması hem özgün hem de yeni değil. Tabii ki yazarın da böyle bir iddiası yok. Romanın bana anımsattığı birçok kitap var bu dediğimle ilgili. Ama dili, kurgusu ve anlatımı pürüzsüz romanı okuyup bitirdiğimde aklıma ilk gelen Friedrich Foster’in (1895-1948) yüzyılımızın önemli çocuk kitapları arasında yer alan Robinson Ölmemeli’si oldu. Çünkü Robinson romanını okuyan çocuklar bu ünlü kitabın ünlü yazarı Defoe ile karşılaşır. Daniel Defoe peş parasızdır, yaşlıdır, görmüyordur da üstelik… Böylece çocuklar Robinson ve yazarı ile yaşamları arasında paralellik kurarlar… Yetişkinlerin de okurken etkisinde kalacakları bir derinliktedir, tiyatro oyunu da filmi de muhteşemdir…