22 Ocak 2023 05:44

"Erdoğan’a ‘Seni tahta çıkarmayacağız!’ demek gerekiyor"

Siyaset Bilimci Zafer Yılmaz, Mülkiye’deki görevinden 7 Şubat 2017’de KHK ile uzaklaştırıldı. Çalışmalarına Humboldt Üniversität zu Berlin’de devam eden Yılmaz ile, son kitabı üzerine söyleştik.

"Erdoğan’a ‘Seni tahta çıkarmayacağız!’ demek gerekiyor"

Fotoğraflar: Kişisel arşiv&AA | Kolaj: Evrensel

Şerif KARATAŞ

Siyaset Bilimci Zafer Yılmaz’ın yeni kitabı, “Erdoğan’ın Başkanlık Rejimi: İstisnai Cumhuriyetten Parsellenmiş Devlete” İletişim Yayınları etiketiyle çıktı. Kitap, tek adam rejiminin inşasının tarihsel arka planı, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze uzanan hikayesini özetlerken; rejimin hukuksuz karakterine projeksiyon tutuyor. Yılmaz ile ‘başkanlık sisteminin dününü, bugününü ve yarınını’ konuştuk.

Mevcut rejimi ‘Tanımlanması mümkün olmayan sistem’ diye nitelendiriyorsunuz kitabınızda. Bu sistemin hayatımıza girmesinden beri topluma yansıması nasıl oldu?

Türk tipi başkanlık rejimi olarak adlandırılan sistem Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatında çok önemli değişikliklere yol açtı. Toplumsal yabancılaşmayı derinleştirdi, kurumsal yıkımı hızlandırdı, siyasal yolsuzluk ile yozlaşmayı yaygınlaştırdı ve de ekonomide rant odaklı bir siyasal kapitalizmi hakim kıldı. Bu olumsuz sonuçların dışında devleti, milliyetçi ve İslamcı siyasal ağlar, güç odakları ve tarikatlar arasında parsellerken, Türkiye’yi topyekün bir kriz toplumuna dönüştürdü.  

GEZİ VE 7 HAZİRAN İKTİDARIN MANİPÜLASYON ALANINI KALDIRDI

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze; sıkıyönetim, OHAL süreçlerinin sürekliliğine dair vurgularınız var kitabınızda. ‘Erdoğanlı’ yıllar ve önceki dönemlerle birlikte ele aldığınızda neler ifade edersiniz?

Olağanüstü hal ve sıkıyönetim uygulamaları ülkenin bazı illerinde cumhuriyet tarihinin neredeyse yarısını kaplıyor. İstisnai anlar için düşünülmüş OHAL ve sıkıyönetimin siyasal hayatımızın sürekli bir parçası olduğunu söylemek mümkün; fakat bu ifade söz konusu uygulamaların hep aynı şekilde var olduğu anlamına gelmiyor. Toplumsal mücadeleler ve iktidar elitleri arası güç mücadeleleri bu uygulamalar ile onların dayandığı hukuksal zemini tarihsel olarak sürekli dönüşüme uğratıyor. Bu açıdan önemli olan, yasal olağanüstü iktidarın ve ona dayanak oluşturan yürütmenin imtiyazı ilkesinin, özellikle 1980 askeri darbesinden sonra parlamento ve diğer kuvvetleri aşamalı olarak etkisizleştirerek, OHAL’i toplumu yönetmede temel siyasal mantık haline getirmiş olması. Başkanlık sistemi, olağanüstü iktidar benzeri bir güce sahip başkan nezdinde hem bu sürece yeni bir kurumsal karakter kazandırdı hem de OHAL uygulamalarını sadece Kürt nüfusun yoğun olduğu iller için değil tüm Türkiye için gündelik hayatın parçası kıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden itibaren, Türkiye çok katmanlı bir OHAL düzeni altında siyasi hayatını sürdürüyor ve bu mevcut OHAL düzeneği, Türkiye’yi bir operasyonlar cumhuriyetine dönüştürürken, tüm muhalif yurttaşları, gerektiğinde haklarını askıya alarak arafa yerleştirmeye ayarlanmış stratejik yasallığa dayalı bir hukuk anlayışı tarafından da destekleniyor.  

"PARAMİLİTER GÜÇLERİN MANİPÜLASYONLARINA DAHA AÇIK BİR SÜREÇ OLABİLİR"

Türkiye bir seçim sürecinde… AKP ve Erdoğan’ın ‘Seçimle gitmeyeceği’ üzerine değerlendirmeler var. Bu değerlendirmeler için ne diyorsunuz?  Ek olarak 7 Haziran -1 Kasım 2015 dönemini de düşünürsek benzer dönemin yaşanma durumu olur mu?

Seçimler ve seçimlerden gelen siyasal meşruiyet mevcut rejimi temsili liberal demokrasi ile bağlantılandıran ve giderek de zayıflayan son bağı oluşturuyor. Seçimlere dayalı bu meşruiyete eşlik eden, Erdoğan, millet ve İslamcı-milliyetçi hareket arasındaki özdeşlikten kaynaklandığı ileri sürülen bir başka meşruiyet tipi daha var. Kerameti kendinden menkul ve seçimlerden bağımsız bu meşruiyet tarzı aslında tümüyle antidemokratik karakterde ve bu iki meşruiyet türü doğaları itibarıyla çatışma içerisinde. Yeni rejim bu çatışmayı tam da kalbinde barındırıyor. Dolayısıyla devleti milliyetçi-İslamcı ağlar ve gruplar arasında parsellemiş, tek kişinin iktidarı etrafında eşi benzeri görülmeyen bir siyasal sistem yaratmış, rantiye siyasal kapitalizmi her yolla besleyen, seçimleri iki kamp arasındaki bir savaşa dönüştüren ve muhaliflere karşı gerektiğinde zor kullanmaktan çekinmeyen Erdoğan ve milliyetçi müttefiklerinin, seçimlerin demokratik sistemdeki asli rolü ile ilişkisinin son derece muğlak olması anlaşılır. Erdoğan’ın kaybetmesi ihtimalinin ve dolayısıyla da seçimlerin rejimin konsolidasyonu sürecinde bir kriz yaratma olasılığının belirginleşmesi halinde, 7 Haziran sonrasına benzer bir dönemi yaşamamız kuvvetle muhtemel; fakat bu sefer ülke genelinde ve paramiliter güçlerin manipülasyonlarına daha açık bir sürece tanıklık edebiliriz. 

"TÜM GÜCÜMÜZLE ÖRGÜTLENEREK BİR KEZ DAHA SESİMİZİ YÜKSELTMEMİZ GEREKİYOR"

AKP ve Erdoğan’a yapılan itirazları da hatırlatarak, “dipten gelen dalga” benzetmesini yapıyorsunuz. Demokratik bir blok inşa edecek kapsamlı bir başlangıca ihtiyaç olduğuna vurgunuz var. Emek ve Özgürlük İttifakı bu başlangıca aday mı?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli seçimlerine doğru gidiyor. Bu seçimler sadece parlamentoda kimin çoğunluk olacağını ya da kimin başkan olacağını belirlemeyecek. Mevcut rejimin kurumsallaşması için çok önemli bir adım olacak ve muhtemelen, kriz içindeki rejimin kendini konsolide edebilmesi için, seçimlerin ardından demokratik muhalefete karşı hayata geçireceği şiddete dayalı politikaları meşrulaştırıcı bir rol oynayacak. Tam da bu nedenle, Erdoğan ve müttefiklerinin kazanması durumunda mutlak kaybedecek olanlar altılı masada bir araya gelenler değil, Emek ve Özgürlük İttifakı altında toplanan parti ve toplumsal kesimler. Fakat demokratik toplumsal muhalefet bu seçimlere mevcut konjonktürde herhangi bir seçim gibi yaklaşma hatasını yapıyor. Muhalefet içerisinde, altılı masada bir araya gelen ve temel hedefi güçlendirilmiş parlamenter sistem adı altında devleti restore ederek yola devam etmek isteyenlerle, demokratik, adil, eşit ve yeni bir cumhuriyetin özlemini duyanlar arasında önemli bir ayrım var. Emek ve Özgürlük İttifakı bu özlemin taşıyıcısı olmaya en güçlü aday, fakat şu anda ne bu tür bir projeyi ortaya koyabilmiş ne bu projeyi hayata geçirebilecek kolektif liderliğe dayalı seçim siyasetini üretebilmiş ne de seçimlerin kendisi için muhtemel yıkıcı sonuçlarını kavrayabilmiş görünüyor. Emek ve Özgürlük İttifakı, bir taraftan seçimlerde baskıya, sömürüye ve reddedilmeye hayır diyen isyankar yurttaşlara seslenirken, diğer taraftan da kendi seçim ve aday siyasetini Erdoğan’ın yeniden seçilmemesi üzerine kurmayı başarırsa, ittifakın hem gelecek yıkımı önleyebileceğini hem de bu süreçten en güçlü demokratik aktör olarak çıkabileceğini düşünüyorum. Şimdi 7 Haziran’da demokrasi taraftarlarına güç veren sloganı yeni bir formülle dile getirmemiz, artık vakit kaybetmeksizin ona uygun davranmamız ve “Tarihin imdat frenini çekmek” için tüm gücümüzle örgütlenerek bir kez daha sesimizi yükseltmemiz gerekiyor: “Seni tahta çıkarmayacağız!”    

Evrensel'i Takip Et