"Muammanın peşrevinde" toplumun siyasallaşması ve sol siyaset
Topluma “muammanın peşrevinde muallaktayız” hissini iktidar verdi ve şimdi de “muhalefet” besliyor. İktidar güçsüzleştiği için bu hissi yaymaya çalışırken muhalefet kendi belirsizliğini ifade ediyor.
Fotoğraf: Unsplash
Prof. Dr. Mehmet TÜRKAY
Toplum, esas olarak sol muhalefet etme açısından tehlikeli bir kavramdır. Toplumcululuk sol siyasetin uzunca bir süre için kullandığı bir kavramdı bilindiği üzere. Çünkü sınıf kavramını dışlayan bir dil sol siyaseti tanımlar haldeydi. Toplumculuk bir taraftan genel olarak sol’a işaret ederken diğer taraftan sisteme içerilmenin emarelerini de taşıyordu. Bu anlamda toplum kavramı bir ortak iyiye işaret ederken sınıf kavramı çatışmalı bir var oluşa işaret etmektedir. Çatışma hayatın kendisine dairdir. Dolayısıyla toplum kavramının ima ettiği ortaklık, mevcut çatışmayı örtmeye dönük, operasyonel bir kavram olarak işlev görür. Bu kendi içinde doğrudur, ancak kavramlar karşılığını yaşanan tarihsel gerçeklikte bulurlar. İşçi sınıfının yeterince olgunlaşmadığı, güçlenmediği bir ortamda karşılık bulan toplumculuk bir haliyle muhalefeti örgütleyebilmiştir. Atmışlı ve yetmişli yıllarda bu kavramı biçimlendiren sosyalistler olmuştur. Çünkü toplumculuğun işaret ettiği kitle sermaye sınıfı dışında kalan toplumsal kesimlere dairdir.
Yaşanan koşullarda muhalif bir dilin olanakları mevcut iktidarın niteliğini deşifre edebilmekle sınırlıydı. Sınıfa dair yapılan vurgu yaşadığımız toplumda çok az karşılık görmüştür. Bu yeni bir şey değildir ve toplumun gerçeğidir. Elbette gerçeğidir ama hayat buna karşılık vermedi, veremiyor da. Bugün yaşanan koşullar çok farklı bir duruma işaret ediyor. Düzen içi muhalefetin bir diğer önemli kavramı da “kamuculuk” olarak karşımıza çıkar. Elbette bu düzlemde savunulması gereken bir önermedir. Çünkü toplumun menfaatine dönük bir niteliğe sahiptir.
Farklı görünürlükte de olsa muhafazakâr bir toplumda yaşıyoruz. Bilindiği üzre muhafazakârlık, aktive edilmesi çok kolay bir ruh halidir ve siyasi denklemin ağırlıklı bir unsurudur. AKP, iktidarı özellikle bu yapıyı beslemiş ve güçlendirmiştir. Bırakalım sosyalistleri, sosyal demokratlara bile tahammülü olmayan bir kitle son yirmi yılda yaratılmıştır. Bunu mümkün kılan öncelikle muhtaç hale getirmek ve cahil bırakmaktır. Bu önemli bir meseledir. Eğitim sistemini niteliksizleştirip çökerterek uygulanan bu müdahale kendi iktidarlarına bereketli bir zemin sağlamıştır. Sosyalistlerin sürece müdahil olmasının koşulları çok sınırlı. Kim nasıl müdahil olacak? Bu soruyu akılda tutarak nasıl bir toplumla karşı karşıya olduğumuzu anlamamız, verilecek cevabı da belirleyecektir. Murathan Mungan’ın bir dizesi ile ifade etmek gerekirse; “muammanın peşrevinde muallaktayız”.
Bu dize durumu en açık haliyle önümüze koymaktadır. Asgari siyasi güçle bir topluma söyleneceklerin sınırına çok hızla ulaşılır. Temsiliyet kabiliyeti ve gereklerini yerine getirmek her zaman siyaseten zaman almıştır. Sözleri boşa sarf etmeden, ihtiyatlı kullanmamız gereken bir zamanda yaşıyoruz. Elbette sosyalistlerin tarihsel karşılığı olan sözleri var, hep oldu. Peki ne oluyor da bugün karşılık bulmuyor?
Tarihsel söylem neden gündelik siyasete nüfuz edemiyor? Edemiyor çünkü tarihsel söylem kendini sınıf perspektifi üzerinden kurdu. Elbette böyle olması gerekir ancak bu kurgunun gündelik olana nasıl tahvil edileceğine dair tasarruflar hep sorun olmuş, olmakta ve siyaseten ayrılıklar da bu noktada başlamaktadır. Sorun, farklı toplumların kendi tarihselliklerindeki “sınıf kategorisinin çözünürlüğü“ ile ilgilidir. Çözünürlüğü ölçen sınıfsal siyaset bilincidir. Ancak bu bilinç düzeyinin bütün sınıfsal karşı çıkışlara rağmen bir karşılığı olmadığı sosyalistlerin karşı karşıya kaldığı genel bir politik gerçektir. Elbette siyaseten farklılıkları akılda tutarak sosyalistleri asgari müşterekler üzerinden vurguluyorum. Bu gerçeklik sosyalistlerin kendi içine dönmelerini beraberinde getirmiş ve “muammanın peşrevinde muallaktayız” dizesinde vücut bulmuştur.
Eğer böyleyse, yeniden düşünmek gerekmez mi? Siyaset yapmak bir irade beyanıdır. Malum olduğu üzere irade, sahip olunan güce göre biçimlenecektir. Mevcut politik denkleminin dışında düşünüldüğünde elbette bu sol varoluştur ama karşılığı yoktur. Olması gerekir. Toplumdaki aktif muhalif dinamizmin önceliği AKP iktidarının sonlandırılmasıdır. Sistem içi bir mücadeleye sosyalistlerin taraf olması tarihsel bir anın gerekliliği olarak karşımızda durmaktadır. Topluma müdahil olmanın yolu bulunduğumuz şartlarda bunu gerektirmektedir. Peki burada vurgulanan ‘biz’ kimiz? Soru önemlidir elbet ama sorunun cevabı muhtelif. Yaşadığımız koşullarda elbette cevap muhtelif olacaktır. Ancak muhtelif cevapların ortaklığı asgari müşterekler üzerinden var olmaktadır ve AKP iktidarının sonlandırılması ilk müşterek olarak karşımızda durmaktadır.
Yazının girişinde toplum kavramına atfen yapılan değerlendirmeler bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor ancak sınıf kategorisinin alt gerçekliğinin sınırları dâhilinde, tarihsel bir analiz aracı olarak anlam taşıyor. Kendi tarihselliğinde toplumculuğun bir sınıf siyaseti anlamında orta sınıfta karşılık görmüş ve görmektedir. Mevcut sistemle ilişkisinin sınırları, sistemle sınırlıdır. Bu durumda karşımıza sosyal demokrasi çıkarıyor bilindiği üzre.
Sosyal demokratların şu anki yükü ağır. Ağır, çünkü durdukları pozisyondan sağ siyaseti konsolide etmeye çalışıyorlar. Bu tarihsel bir durum. Ancak sağ siyasetin güvenilmezliğinin de akılda tutulması lazım. Elbette sağın kendi içindeki hesaplaşmalarının görünür hale gelmesi önemli. Ancak, kabul değil izlemeyi gerektiriyor. Kılıçtaroğlu’nun İYİ Parti ile beraber sağ partileri taşımasının AKP ve MHP’nin çözülmesine yönelik olduğu açık. Eğer bu gerçekleşirse, rehin alınmış bir toplumun önü açılırsa neler yaşanır? Elbette rivayet muhtelif. Çünkü toplumsal kabul, farklılıklar hissettirilip aynı şeyi yaşamak istemiyor ama şimdilik iradesi yok. Farklılıklar akılda olmak kaydıyla siyaseten baş edilmesi gereken mevcut iktidar. Gerçeklik böyle bir şey. Karşılaşırsın ve baş etmeye çalışırsın.
Millet İttifakının nasıl bir strateji izleyeceği henüz bilinmiyor. İktidarın açmaya çalıştığı çatlak karşılık bulmadı ancak kendi içlerinde bir uyuşmazlığın, gerilimin olduğu da açık. Bunu aşacaklardır bir biçimde çünkü tersi durumda topluma söyleyecekleri bir şey kalmayacak. Bir diğer mesele ise HDP’nin aldığı pozisyon. HDP’nin kendi adayını çıkarma hamlesi siyaseten anlamlıdır ama gerçeklikte karşılığı olmadığı açık. Ancak HDP’nin oy potansiyeli tüm taraflar açısından önemli. Dolayısıyla HDP’nin bu hamlesi, ittifak dışında durduğu için geleceğe dönük beklentiler üzerinden anlamlı hale gelebilir. Eğer ittifak cevap verebilirse. Ancak HDP bu pozisyonunda israr ederse kendi kaybeder. Çünkü büyük bir vebalin altına girmiş olur. Karar alıcılardan bağımsız, HDP tabanının önemli bir kısmı böyle bir vebali üstlenmek istemeyecektir.
Bu toplum, bir kırılma noktasına gelmiştir. Seksenli yıllarda başlatılan siyasal islam projesi, zaman içinde sağın kendi içinde de dirençle karşılaşmış, ancak AKP iktidarıyla konsolide olduğu düşünülürken yine sağ siyasetin bir kısmının karşı çıkmasıyla zora girmiştir. Bugün itibariyle AKP’nin kontrol ettiği zenginlik ve kamusal sermayenin hesaplanması bile mümkün görünmemektedir. AKP, kontrol ettiği bu güçle seçim kararı almış ve toplumun önüne koymuştur. Seçimlerin adil şartlarda gerçekleşmesi muhalefetin tavrına bağlıdır. Muhalefetin tavrı derken muallâk bir ifade olduğunun farkında olarak vurguluyorum.
Çünkü kendilerini henüz topluma anlatamamış bir görüntü sergilenmektedir. Sanırım burada en önemli olan topluma güven vermektir. Henüz bu güven duygusu ortaya çıkmamış görünüyor. Söz konusu güven duygusunun oluşması toplumun siyasallaşmasından geçmektedir. Sadece oy vermenin ötesinde bir perspektifin topluma sunulması, bunda israr edilmesi siyasetin gündelik hayata dair bir duygu ve faaliyet olduğunun anlatılabilmesi önemlidir. Elbette bu öneri bu tarihsellikte CHP’ye yöneliktir. CHP içinde buna yönelik çabaların olduğu görünüyor ancak yetersizliği de çok açık.
Toplumun siyasallaşması önermesi aslında HDP örneğinde vücut bulmuştur. Ancak çok farklı gerçeklikler üzerinden mümkün olduğu açık. HDP’yi destekleyen kitlenin gerçekliği, yaşanan koşullarda Türkiye’de yaşanacak süreci belirleyecek bir pozisyon anlamına gelmiştir. Sağ partilerin bu konuda patinaj yapmaları anlaşılır ama CHP’nin 1990’ların başında Erdal İnönü’nün gösterdiği tavrı hatırlamasında fayda var. Bu sadece CHP’ye dair bir bellek değil topluma da ait bir bellektir. Ancak CHP’nin bu belleği geri çağırması ittifak içindeki pozisyonunu güçlendireceği gibi ittifakaktaki diğer partileri de rahatlatacaktır.
Yeniden Murathan Mungan’ın dizesini hatırlatmak gerekirse bu topluma “muammanın peşrevinde muallaktayız” hissini iktidar verdi ve şimdi de “muhalefet” besliyor. İktidar güçsüzleştiği için bu hissi yaymaya çalışırken muhalefet kendi belirsizliğini ifade ediyor anlamında düşünmek lazım. Muhalefetin sağ kanadının varlığı mevcut durumda önemlidir. Ancak karar süreçlerinin nasıl biçimleneceği önemli bir sorudur. Türkiye siyasetinde bir ilk yaşanıyor. Yüzde bir civarında olan partiler bir biçimde söz sahibiler. Bunun nedeni iktidardır. AKP iktidarını taşıyan isimler siyasi ağırlıkları olmamasına rağmen böyle bir temsili elde etmişlerdir. Bunların geleceğe dönük hamleler olduğu açık. Ancak CHP ve İYİ Parti arasındaki tangonun anlaşılması gerekiyor. Taraflar nazik ancak bir güç ilişkinin yaşandığı da bir gerçek. Nihai olarak çözülecek bir sorun yok. Sorunlar ertelenmiş durumda. Çözüm AKP’nin seçimlerde kaybetmesi. Bunu mümkün kılacak olan ise toplumun yeniden siyasallaşması olacaktır.