Siyaset Bilimci Murat Somer: Muhalefet olağan dışı ittifak ve halk desteğiyle kazanabilir
Otoriter bir rejimi yerleştirmek için olağanüstü siyaset yürüten bir iktidara karşı olağanüstü stratejiler, hamleler ortaya çıkarmanız, müthiş bir halk desteği yaratmanız lazım.
Fotoğraf: Evrensel
Serpil İLGÜN
Tek adam rejimi, 14 Mayıs olarak ilan ettiği seçime doğru, hız kesmeyen pahalılık ve gün geçtikçe düşen alım gücünün etkilerini soğurtmayı umduğu “müjdelerle” dolu ekonomik paketlerini ardı ardına açıklamayı sürdürüyor. Muhalefet cephesinde ise, cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinden Meclis seçimlerine ittifakla mı, parti olarak mı girilmesinin avantaj sağlayacağına, bir dizi başlıkla ilgili çalışmalar seçim tarihinin “güncellenmesi”yle birlikte hızlandı.
Ancak geride kalan haftada seçim gündeminin en çok tartışılan başlıklarından biri, seçimlere Meclis kararıyla gidilmemesi halinde Erdoğan’ın üçüncü kez aday olamayacağı yönündeki Anayasa hükmüne rağmen, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve genel olarak altılı masanın “Sonuç değişmeyeceği” için YSK’ye itiraz etmeyeceklerini açıklaması oldu.
Diğer yandan, kapatma davasının seçim sonrasına bırakılması talebi Anayasa Mahkemesince beklendiği gibi reddedilen ve seçim sürecinde kapatılma işaretleri güçlenen HDP’nin, dolayısıyla Emek ve Özgürlük İttifakının aday çıkarma hamlesinin nasıl sonuçlar üreteceğine bu hafta da yanıt arandı. İttifak 24 Ocak’taki toplantısında, ortak adaya kapının kapatılmadığının altı çizilse de, o kapının nasıl aralanacağının yanıtları altılı masadan gelmiş değil.
Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta bu iki konuyu ele almak istedik ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Murat Somer’e başvurduk. Uzunca zamandır seçimin nasıl ele alınması gerektiğinden adayın belirlenmesine, nasıl kazanılır sorusundan iktidar değiştiğinde ülkenin nasıl yönetileceği gibi meseleleri yorumlamakla kalmayıp, öneriler de sunan Somer, Kürt sorununun çözümü konusunda yaptığı çalışmalarla da tanınıyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha önce de dillendirdiği, “Erdoğan üçüncü kez aday olamaz evet ama YSK de belli” tutumuyla ilgili görüşlerinizi alarak başlayalım. “Mağduriyet yaratılmasının önüne geçmek”le de gerekçelendiren bu pozisyon hukuksuzluğa boyun eğmek olmuyor mu?
“Muhalefetin itirazı yok” demek haksızlık olur, çünkü 20 yılda iktidarın hukuksuzluklarına, antidemokratik uygulamalarına Anayasa Mahkemesi üzerinden, yargı üzerinden güçlü itirazlarda bulundular, ama çoğu kez bunları yaparken siyasetsizlikle, iktidarı sandıkta yenmek yerine yargıdan medet ummakla da suçlandılar. Yapılan itirazların çoğunun da yargıdan döndüğünü anımsayalım. Bugün de muhalefet Erdoğan’ın adaylığının hukuksuz olduğunu söylüyor. Perşembe günkü toplantı sonucunda açıklanan metinde de bunu açıkça belirtiyor. Ama seçimin bu soru üzerinden ipotek altına alınmasını, esas söylemek istediklerinin bu tartışmaların gölgesinde kalmasını istemiyor.
Peki iktidarın bunu kullanmasının önüne geçecek, en azından zayıflatacak bir söylem, siyasal bir kabiliyet geliştirilemez mi? Zira, dokunulmazlıklar meselesinde olduğu gibi, böylesi tarihsel dönemeçlerde alınan pozisyonların nasıl sorunlara yol verdiği deneyimlendi.
Çok doğru, katılıyorum. Yapmaya çalıştıkları şey çok daha etkili bir söylemle anlatılabilir. Muhalefetin dokunulmazlıklardaki tavrı çok yanlış bir tavırdı, orada muhalefete yanlış bilgi verildiğini tahmin ediyorum ama neticede yanlış bir siyaset uygulandı. Burada, muhalefetin ne düşündüğünü anlamak için ilk elden bakacağımız bir sesin, yüzün hâlâ olmaması gibi bir sorun da var. Yani altılı masa Ali Babacan’ın ifadesiyle bir takım çalışması yürüttüğünü söylüyor, bunu anlıyoruz ve bu uzlaşma Türkiye için çok değerli. Ama öte yandan bu parçalı yapının bir şekilde daha iyi organize olması ve kimin hangi görevde olduğunun çok daha belli olması da önemli. Dolayısıyla liderlik meselesinin halledilmesi lazım, o zaman belki daha etkili bir söylem görebileceğiz.
Şunu hep hatırda tutmakta fayda var, uzun süredir Türkiye’de kademe kademe yaratılmış olan son derece antidemokratik ve herhangi bir sözün yerini bulmasını, ilkeli tavrın anlaşılmasını, hakikatin ortaya çıkmasını son derece zorlaştıran müthiş bir dezenformasyon ve propaganda ortamı var. İktidar uzun zamandır, kendi tabanında alternatif bir gerçeklik yarattı, hakikat ötesi bir hikaye yerleştirdi ve bu kendi tabanında satın alındı, onları esir aldı. Toplumun geri kalanını ise ikna edemedi belki ama onların özgür ve aklıselim tartışma yetisini de belki yeterince farkında olmadığımız kadar dumura uğrattı. Toplumca bir akıl tutulması yaşıyoruz, herkes herkese öfkeli, sabırsız.
Dolayısıyla da bunu içeren olağanüstü bir durumda yaşıyoruz ama normal siyasetin terminolojisiyle, kabulleriyle meseleleri yorumlamaya çalışıyoruz. Bu da meselelere bakışımıza etki ediyor. Evet rahatsızlıkları hepimiz hissediyoruz ama bu rahatsızlıkları hissetmeyeceğimiz, doğru olan neyse bunu özgürce ifade edebileceğimiz bir ortama kavuşmak öncelikli mesele. Bunun için, yani Türkiye’nin demokrasiye geçebilmesi için muhalefetin açık bir farkla, büyük bir uzlaşma yaratarak kazanması lazım.
O ortama kavuşacak mıyız, demokrasi mi otokrasi mi kazanacak sorusunun en başat yerinde duran “Doğru aday kim” tartışmasına gelelim. Politikyol’daki yazınızda siyasal doğrular ve siyasal dengelerin iç içe geçtiği bir dönemden geçtiğimize işaret ederek, adayın bu dengeleri bir arada tutmasının önemine değiniyorsunuz. Bu dengeyi koruyacak doğru aday size göre kim?
Ben en ideal olan formülün önceki makalelerimde yazdığım bilet formülü olduğunu düşünüyorum. Siyasal doğrularla siyasal dengeleri birleştirecek, bunları uzlaştıracak formülün bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu olağanüstü durumda muhalefetin çok iyi bir takım ve çok iyi bir oyun planı oluşturması lazım. Bunun için elindeki aday adaylarının güçlü ve birbirini tamamlayan taraflarını sonuna kadar kullanabileceği bir oyun planı olmalı.
Nedir bilet formülü, getirisi ne olacak?
Şuradan başlayabiliriz; demokrasiye geçmek isteyen insanlar olarak hepimiz güçlü bir aday istiyoruz ve bu konuda muhalefete de adayı açıklamadığı için bir tepki var. Ama hepimiz aynı fikirde de değiliz, herkesin kafasında farklı ideal bir aday var. Dolayısıyla burada toplumun büyük kesimini kazanacak, onları heyecanlandıracak bir adaylık formülünü düşünmek lazım. Mesele en çok oyu almakla bitmiyor, otoriter bir iktidarı devirmek ancak halkın güçlü inancı, heyecanı ve mobilizasyonu ile olabilir. Öncelikle düşündüğüm şey bu oldu. İkincisi, en etkili kampanya nasıl yapılabilir konusu. Burada farklı siyasetçilerin farklı güçlü noktaları var. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşüyle, helalleşme çabasıyla temsil ettiği duruş ve altılı masayı bir araya getirmesi çok önemli Türkiye için. Dolayısıyla onun güçlü tarafı bu. Bunun yanında gerek Akşener, gerek anketlerde güçlü çıktığı için iktidarın siyasal yasak getirmeye çalıştığı İmamoğlu belagat yetenekleri güçlü, kitleleri heyecanlandırabilen siyasetçiler. Kılıçdaroğlu’nun hitap edemediği farklı kesimlere hitap edebiliyorlar. Ekrem Bey’in siyaset yasağına karşı geliştirilen itirazı da arkasına alacak böyle bir ekip çalışması toplumun en geniş kesimine hem güven verebilir, hem de kampanyayı çok daha etkili kılabilir diye düşündüm.
Dördüncü faktör de sadece seçim öncesini değil, seçim sonrasını da düşünmek. Seçim sonrası ortak akıl potansiyelini çoğaltmak ve güç mücadelesi ihtimalini azaltmak. En son olarak da esneklik. Adaylara yasak gelebilir, bu son derece mümkün, her şey olabilir. Bilet formülüyle buna karşı da bir esneklik kazanılacak. Tek kişiye bağlı olmayacak, ama herkesin yetkisi ve son sözün kime ait olduğu da belli olacak.
GÜÇ PAYLAŞIMI YAPMAK LİDERLERİN TARİHSEL SORUMLULUĞU
Bu saiklerle Kılıçdaroğlu-İmamoğlu, Kılıçdaroğlu-Akşener-İmamoğlu, Kılıçdaroğlu-Akşener, İmamoğlu-Akşener ortak bilet formüllerini sunuyorsunuz. Kulislere göre Akşener, adaylığına neredeyse kesin gibi bakılan Kılıçdaroğlu’na şu şartlarda destek verecek: Tek bir cumhurbaşkanı yardımcısı olacak, parlamenter sisteme geçiş sürecine kadar başbakan yetkileriyle donatılacak ve bu yardımcı masanın ikinci büyük partisi olarak İYİ Partiden olacak, dolayısıyla kendisi yürütecek. Bu durum bizi bilet formülündeki Kılıçdaroğlu-Akşener seçeneğine mi götürüyor, ne dersiniz?
Evet, bu sunduğum formüllerden bir tanesine uyuyor. Türkiye’nin otoriterleşmesine karşı bir demokrasi birlikteliği ittifakı kurulması gerektiğini çok uzun zamandır söylüyoruz. Bu bir yere kadar gerçekleşti, bu çok değerli ama artık bunun bir sonuca varması için güç paylaşımı yapmak siyasal liderler için bir tarihsel sorumluluk diye düşünüyorum.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylık iddiası ve hakkı son derece meşru. Kılıçdaroğlu’nun “Bu seçimi nasıl hem açık ara kazanabiliriz, hem de seçim sonrası da bu işi başarılı bir şekilde yürütebiliriz” konusunu hesaplayacağını düşünüyorum. Çünkü burada üç an çok önemli. Birincisi, en etkili kampanya ve oyların korunmasıyla açık ara kazandıracak oyun alınması, ikincisi halkın iradesinin teslim edilmesi ve iktidarın devredilmesi. Bu hiç kolay olmayacak. YSK’ye güvenememek bir yana, son dönemde Peru’da olanları, ABD’de Trump taraftarlarının, Brezilya’da Bolsonaro taraftarlarının yaptıklarını unutmayalım. Muhalefette öyle bir liderlik oluşması lazım ki, örneğin Kılıçdaroğlu’nun kazandığı ama iktidarın bunu vermek istemediği -31 Mart’taki birinci İstanbul seçimlerinde olduğu gibi- bir durum düşünelim. Buna karşı, Akşener de dahil olmak üzere bütün liderlerin, İmamoğlu, Yavaş ve diğer başkanların yüzde yüz inançla her şeylerini ortaya koyarak halkın iradesinin kabul edilmesi için ağırlıklarını koymaları gerekecek. Dolayısıyla bütün liderlerin güvendikleri bir dava ortaya çıkması lazım, adaylık da bu işin bir parçası. O yüzden de Sayın Akşener’in de, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yardımcısı olarak bu bilet formülünün içinde olması yararlı olur. Halkın iradesine sahip çıkma konusunda potansiyelini ispatlamış olan Sayın İmamoğlu ve diğerlerinin de işin içinde olması lazım.
İKTİDAR MÜCADELESİNİN ÖNÜNE GEÇİLEBİLİR
Ahmet Davutoğlu’nun “Cumhurbaşkanını da, ülkeyi de masadaki liderler yönetecek, yoksa kriz çıkar” açıklaması yoğun eleştiri almış, bu tür bir kaosun önüne nasıl geçilir tartışmaları yapılmıştı. Altı liderin halkın önünde imzalayacağı bir senedin bunun önüne geçebileceğini ve bu senedin altı lider dışındaki toplumsal kesimleri de kapsaması gerektiğini belirtiyorsunuz. Bu neden önemli?
Öncelikle halkla, sivil toplumla böyle bir senet imzalanması lazım çünkü güven oluşturmanız için bu çok önemli.
Aslında altılı masa bunu imzaladığı protokollerle ve açıklayacağı yol haritasıyla kısmen yapmaya çalışıyor. Bir yerde bir taahhütte bulunuyor halka, “Biz şu amaçlarla şunu yapmak üzere bir araya geldik, bunları yapmak üzere size söz veriyoruz” diyor ve altına imza atıyor.
Bu da çok önemli çünkü doğası itibarıyla farklı siyasal çizgiden partiler var ve doğal olarak bu durum buna destek vermek isteyen halk içerisinde bir endişe oluşturuyor. “Altılı masaya destek veriyorum ama acaba bunlar iktidara geldiklerinde benim inanmadığım şeyler yaparlarsa, bir kayıkçı kavgası başlar mı?” Dolayısıyla bu konuda imzalanacak bir senet, bir söz halkın endişelerini giderecek.
Bir diğeri, iktidara geldikten sonra kendi aralarında bir iktidar mücadelesi başlayabilir, oysa anlaştıkları yol haritası ve rol dağılımı konusunda aralarında yüzde yüz bir güven olması lazım. Böyle bir senet iktidar mücadelesinin de önüne geçebilir. Senet aslında sonuç olarak sembolik bir şey, önemli olan aralarındaki güven. Ve tabii anlaşacakları rol dağılımının da adil olması, herkesin memnun olabileceği bir rol dağılımı olması gerekiyor. Kolay bir şey değil.
Geldiğimiz noktada hâlâ altılı masanın kaygıları gideremediği, dolayısıyla güven oluşturamadığı, heyecan yaratamadığı konuşuluyor. Sözünü ettiğiniz faktörleri içermekle birlikte sizin için buradaki temel sorun ne?
Bu işin zor bir iş olması ve dediğim gibi gerek siyasi elitlerin bir bölümünün, gerekse toplumun bir kesiminin seçimlere hâlâ ideolojik pencereden bakmaları. Yani bir demokrasiye geçiş referandumu olarak değil de, partiler arası rekabetin geçerli olduğu bir seçim olarak bakmaları diye düşünüyorum. Bunun yanında elbette kişisel yanlışlar, hatalar, egolar eleştirilebilir ama bence onlardan da önemli olan saydığım faktör.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKININ MUHATAP ALINMA TALEBİ ÇOK MEŞRU VE HAKLI
“İktidarla ancak siyaset yoluyla başa çıkabiliriz, bu da olağanüstü demokratik bir siyaset olmak zorunda” diyorsunuz. Olağanüstü demokratik siyasetten ne anlayalım ve muhalefet bunu ortaya çıkarabildi mi?
Olağanüstü demokratik siyaset şu: Otoriter bir rejimi yerleştirmek için olağanüstü siyaset yürüten otoriter bir iktidar var. Kendisini hiçbir hukuka, kurala bağlı hissetmiyor ve devlet kaynaklarıyla sahayı kendi lehine düzenliyor. Tamamen gayrinizami bir şekilde siyaset uyguluyor ve adaylık sorusunda da değindiğim üzere, buna karşı hukuku, kurumları ön plana çıkartarak mücadele edemiyorsunuz çünkü kendisini bunlara bağlı görmüyor. Normal siyasetle kendinizi anlatamamanız için her yerde önünüze engeller çıkarıyor. Dolayısıyla buna karşı sizin olağanüstü stratejiler ortaya çıkarmanız, olağanüstü hamleler yapmanız, olağanüstü bir güç ortaya çıkarmanız lazım ama bunu yaparken de iktidarla aynı duruma düşmemek için demokratik araçlar içinde kalmanız lazım. Bunun için sizin müthiş bir halk desteği yaratmanız lazım. Çünkü gerçeğin inkar edilmesine imkan bırakmayan güçlü bir halk tanıklığı ve desteğiniz olmadıkça, seçim sonuçları dahil her türlü gerçeği inkar etmeye hazır bir iktidarla karşı karşıyasınız. Öyle bir oyun planı yaratmalısınız ki, hukuk dışı yaptığı tüm hamlelerinin boşa çıkması lazım. Yaratıcı olmanız, var olan siyaset yapma biçimlerinin, kampanya taktiklerinin dışında yeni bir şey yapmanız lazım. Aslında altılı masa bunun bir örneği. Çünkü partilerin bu şekilde bir araya gelmesi normal siyasette beklenen bir şey değil, tercih edilen de bir şey değil çünkü her partinin ayrı bir çizgisi var.
Dolayısıyla olağan dışı bir şey yaptılar partiler, bu doğru ama o olağan dışı ittifakın söylemini, siyasetini henüz tam üretebilmiş değiller. Örneğin, HDP’yle, Emek ve Özgürlük İttifakıyla olan ilişkiyi de ilkesel bir zemine oturtabilmiş değiller.
O zemin neden kurulamadı sorusuna, Kürt sorununun demokratik çözümünün gerekliliğine ilişkin çok sayıda yayına, kitaplara imza atmış akademisyen olarak sizin yanıtınız ne? HDP’nin Eylül 2021’de açıkladığı tutum belgesiyle ilgili yaptığımız söyleşide, belgenin muhalefete alan açtığını söylemiştiniz. Bu neden değerlendirilmedi?
Birincisi, yine dezenformasyon ortamı. Çünkü, altılı masanın, başta İYİ Partinin buna olumlu bir yaklaşım göstermesi için kamuoyu desteği gerekiyor. Bu desteğin oluşması için de o tutum belgesinin çarpıtılmadan kamuoyuna ulaşması lazım. Bu söz konusu olmadı. İkincisi, HDP’yle kurulacak olan diyalogun ilkesel temelinin oluşması lazım. Bunun için de Türkiye’de Kürt meselesiyle ilgili bir tartışmanın olması, bu tartışmanın sonucunda da yeni kapıların açılması lazım. Ancak yeni kapıların açılmasını sağlayacak bir tartışma zemini Türkiye’de uzun zamandır yok. Buna rağmen, burada olağanüstü demokratik siyasete geliyoruz, bir siyasal beceri gerekiyor. Emek ve Özgürlük İttifakının, HDP’nin buradaki talebi muhatap alınmak. Bu çok meşru ve haklı bir talep. Demokrasi ve hukuk temelinde muhataplık kurulabilir. Amaç demokrasiye geçmekse, toplumun en büyük desteğini almak gerekiyor ama bu sadece oy desteği olarak değerlendirilmemeli. Demokrasi koalisyonunu oluşturmak gerekiyor. Bunun için İYİ Partinin ideolojisini değiştirmesi gerekmiyor.
KÜRTLERİN VE TÜRKLERİN KABUL EDEBİLECEĞİ ÇÖZÜMLER VAR
“Seçimin kazanılması için de son derece önemli bir yerde duran HDP’ye, Emek ve Özgürlük İttifakına Altılı Masa neden bariyer kuruyor” sorusuna yanıt olarak İYİ Parti barajı gösteriliyor ama siz İyi Parti’nin olmasının dezavantaj değil, avantaj olduğunu söylüyorsunuz. Nasıl bir avantaj?
Türkiye’de demokrasiye geçilecekse, demokrasiye geçildikten sonra da Kürt meselesi gibi geçmişten gelen kadim sorunlarımızı çözeceksek eğer, bu toplumun en geniş koalisyonunun rızasıyla olmalı. Yani hem Türklerin, hem Kürtlerin kabul edeceği çözümler geliştirilecek. Türkiye’nin şansı, hem Türklerin, hem Kürtlerin kabul edebileceği çözümlerin olması. Yani Kürt meselesinin Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde, demokrasi içerisinde, toplumsal birliktelik içinde hatta bana göre üniter yapısı da değişmeksizin çözülmesi ve Türkiye’de Kürtlerin kendilerini eşit hissetmesini sağlayacak, Türklerin de bir bölünme, Türk kimliğinin aşınması gibi endişelerini ortadan kaldıracak çözümler var. Ama toplumun büyük çoğunluğu bu çözümlerin var olduğuna henüz inanmıyor.
Ama bu inancı siyasetin sağlaması, ortaya çıkarması gerekmiyor mu?
Doğru ama bunu demokratik bir ortamda yapabilir. Değindiğim gibi Türkiye’de böyle bir ortam uzun zamandır yok. Kürtler, “desteğimizi, oyumuzu vereceğiz ama seçimler kazanıldıktan sonra biz yine göz ardı edileceksek niye destek verelim” diyorlar. Yani son derece anlaşılır bir endişe söz konusu. Dolayısıyla burada Altılı Masanın ve İYİ Parti’nin, “barışa ulaşmak için, Kürtlerin eşitlik taleplerinin karşılanması için sizinle konuşmaya hazırız” demesi, bu güveni vermesi gerekiyor. Burada çözümler bir orta yolda buluşarak olacak. Bunun da her iki taraf açısından anlaşılması ve anlaşıldığının gösterilmesi gerekiyor.
Şöyle bir formül de dillendiriliyor biliyorsunuz, seçime çoklu adayla gidilsin, nasıl olsa ikinci turda muhalefetin en çok oyu alan adayında herkes uzlaşılır, Kürt seçmen de mecburen destekler! Oysa itiraz edilen tam da bu “mecburiyet” durumu, ne dersiniz?
Bu bir defa uygunsuz bir teklif. Bir zorlama içeriyor. Sonuç olarak biz tam demokrasi olacaksak bu kimse “biz istemediğimiz bir şeye mecbur bırakıldık” duygusunu yaşamadan olabilecek bir şey. Dolayısıyla burada samimi bir uzlaşma olması gerekiyor. Ayrıca seçimin ikinci tura kalması çok tehlikeli. Siyasetçilerin böyle bir riski alma haklarının olmadığını düşünüyorum.
Şunu da görmek lazım, Türkiye’deki zaten kısıtlı olan demokratik ortamın, anayasal rejimin askıya alınması durumunu belki Türkler son yıllarda yaşıyorlar ama Kürtler bunu çok uzun zamandır yaşıyor. Dolayısıyla Kürt seçmenin “benim için ne değişecek ki” deyip, sandığa gitmemesi halinde Türkiye’deki iktidar değişimi, demokrasiye geçiş riske girebilir. Böyle bir risk alınmamalı.
DEMOKRAT MİLLİYETÇİ YAKLAŞIMIN AĞIRLIK KAZANMASI LAZIM
Partisinin Diyarbakır kongresinde çok yuvarlak da olsa “silahlara veda”dan söz etmesi, Akşener’in Altılı Masanın cumhurbaşkanı adayının Emek ve Özgürlük İttifakıyla görüşmesine alan açtığı şeklinde okunuyor, sizin okumanız nasıl?
Ben de öyle okuyorum. Meral Akşener’in buna tamamiyle kapalı olmadığını düşünüyorum, bunu da çok olumlu buluyorum.
Bu konunun iki yönü var, birincisi geçiş dönemindeki siyaset, siyasal akıl bunu gerektiriyor. Ama işin bir de ideolojik ilkesel yönü var. Türkiye’de demokrat bir milliyetçiliğin ortaya çıkması önemli çünkü gelecekte barış olacaksa ve tam demokrasiye geçeceksek demokrat milliyetçiler de bu uzlaşmanın parçası olmak zorunda. Yoksa bir ayağı eksik kalacaktır. Dolayısıyla demokrat milliyetçi yaklaşımın ağırlık kazanması lazım. Bunu yapabilecek aktörlerden biri de Meral Akşener. Bunun farkında olduğunu düşünüyorum. Tabii yapmak kolay değil. HDP’nin içerisinde de değişik eğilimler var, orada da demokrat eğilimlerin ağırlık kazanması çok önemli. Herhalde böyle bir dönüşümü gerçekleştirmeye katkı yapma potansiyeli olan en önemli aktörlerden biri de Selahattin Demirtaş. Ama böyle önemli bir aktörün cezaevinde olduğu bir durum yaşıyoruz. Olağanüstü dönemin en önemli göstergelerinden biri de bu.