Gezi davası ve unutulmaya terk edilmek
"Halkın acil olarak, tüm mümkünlerin ötesinde çıkış yolunu gösterecek yeni cümleleri kendisi ile paylaşacak, yeni Aziz Nesinlere, Yaşar Kemallere ve Sabahattin Alilere ihtiyacı var."
Fotoğraf: Ayşen Şahin
Av. Haydar AKSOY
Zor ve sancılı bir süreçten geçiyoruz. Mevcut olan aktörler sorunları çözemediği fakat çözüm üreteceklerin henüz sahnede yerini almadığı, her doğum gibi sancılı bir süreç… Yani tüm mümkünlerin ötesine yüzümüzü dönerek, çözüm bulabileceğimiz bir dönem...
Yaşadığımız dertlere, sorunlara duyarsızlık, tepkisizlik dönemin bir başka karakteristik özelliği. Ne yazık ki birçok şeyi unutulmaya terk ediyoruz. Mesela yakın geçmişte yaşanan haksız ve hukuksuz davalara kamuoyu gerekli duyarlılığı göstermek konusunda yetersiz kalmış ve bu davalarda yargılananlar unutulmaya terk edilmişti.
Geçtiğimiz dönem Gezi davasının karar duruşmasına bir avuç insanın izleyici olarak katılmış olması da umdun körleşmesidir. Tüm bunlara tanıklığın benliğe yansıması; ayaklara pranga, derin bir hüzün ve hareketsiz kalmak... Kamuoyunun ve birçok hukukçunun vicdanını derinden yaralayan bu davayı unutulmaya terk etmek, yaşamın bizzat kendisine verilmiş bir gözdağı olacaktır.
Ayrıca vurgulamak gerekir ki, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu kararı gibi mahkumiyet kararları, toplumun biriken öfkesini yasal ve meşru kanallara akıtarak toplumsal sorunları çözme çabası içinde olan aydınları da yıldıracaktır. 19. Yüzyılda İngiltere’de meydana gelen Ludizim olayları gibi kontrolsüz ve örgütsüz toplumsal öfke patlaması, toplumun tümü için ciddi sosyal yıkımlara ve kayıplara neden olma potansiyeli taşır.
Yargının bağımsızlığı, özgür toplumsal yaşam ve adalet için vazgeçilmez öneme sahip. Bu konuda mücadele etmek ve kamuoyunda duyarlılık yaratmak yasal görevleri arasında bulunan Türkiye Barolar Birliği ve baroların, ne yazık ki etkili bir mücadele yürüttüklerini söylemek zor.
Yargı bağımsızlığının sağlanmasının başlangıç noktası yargıç ve savcı adaylarının liyakat esasına göre göreve seçilmeleridir. Elbette bunun yasal zemininin de oluşturulması gerekir.
Bunun yanında Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun her tür vesayetten arındırılması için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca HSK üye seçiminin yeniden düzenlenmesi de düşünülmelidir. Mesela üyelerin bir kısmı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen partilerin milletvekili sayısı ile orantılı olarak formüle edilecek bir yasal düzenleme ile atanabilir. Böylece toplumda var olan farklı siyası anlayışlar HSK’da temsil edilir ve birbirini denetleme imkânı olur. Diğer kalan üyeler ise yüksek yargı organları tarafından görevlendirilebilir. Böylece Adalet Bakanı, bakan yardımcısı ve yürütme organının seçtiği üyelere yer verilmeyerek, yürütmenin Kurul’da etkin olmasının önüne geçilebilir.
Haksızlığa, hukuksuzluğa ve adaletsizliğe uğrayan kim olursa olsun kimliğine ve siyasi düşüncesine bakılmaksızın yanında olmak insanlık görevi ve demokrat olmanın gereğidir. Bu amaçla kamuoyu oluşmasına katkıda bulunacak her tür meşru ve yasal çabaya omuz vermek, onurlu insanlık görevidir.
Kamuoyunda oluşan algı, şöyle ya da böyle adalet mekanizmalarını da etkilemekte ve yön vermektedir. Örneğin Dreyfus Davası’nda, yazar Emile Zola’nın, dönemin Fransa cumhurbaşkanına yazdığı açık mektubun kamuoyunda yarattığı etki, Dreyfus Davası’nın seyrini değiştirmiş ve söz konusu mektup bu davada adaletin sağlanmasında önemli bir işlev görmüştür.
İçinde bulunduğumuz zor durumdan çıkışı sağlayacak anahtar cümleleri ancak aydınlar ve düşünürler halka verebilir. Zaten tarihte de hep böyle olmuştur. Bugün aydınlarımızın ve düşünürlerimizin bu konuda yetersiz kalması acı bir gerçek. Bu yakıcı görev aydınlarımızı ve okumuşlarımızı beklemekte… Halkın acil olarak, tüm mümkünlerin ötesinde çıkış yolunu gösterecek yeni cümleleri kendisi ile paylaşacak, yeni Aziz Nesinlere, Yaşar Kemallere ve Sabahattin Alilere ihtiyacı var. Bu açıda aydınların korkusuzca ve özgürce fikir beyan edebilecekleri siyası bir atmosferin oluşturulması amacıyla mücadele etmek hayati öneme sahip.
Her kriz, her buhran döneminde memleketimizde, ülkesini ve halkını seven en bilinçli, birikimli evlatları boğazlanmıştır. Halk olarak, içinde bulunduğumuz bu buhranlı dönemde, bu durumun bir daha tekrarlanmasına izin vermemeliyiz.
Şair Metin Demirtaş halka şöyle sesleniyor; “Ey halk/ Ey sağır ve büyük okyanus/ İşte yine yaralı/Yine yalnızdır oğulların/ Bas bağrına” Halkımız bir kere daha ülkesini ve halkı için mücadele eden evlatlarını ve aydınları dışlamamalıdır.
Acı, kederle yoğrulmuş ve zulmün her çeşidini tatmış bu coğrafyada ancak dayanışma içinde, birbirimize yaslanarak zulmü göğüsleyebilir, acıları aşabiliriz.
Eğer bu duyarsızlığı, vurdumduymazlığı aşmaya cesaret edemezsek, sonsuz yolculuğumuza çıktığımızda, hayata son bakışımız bile üşüyecek. Ne yazık ki bizden yeryüzüne bu son bakıştaki koyu hüzün miras kalacak...