Üniversitemden yemekhane manzaraları: Yetmeyen yemek, “yedek” sandviç
Farkında mısınız? Bugünkü taleplerimizin ne kadar da fazlası, belki şimdi belki de birkaç sene önce kaybettiklerimizi tekrar almaya yönelik- daha ucuz ve sıcak yemek, gibi.
Arşiv fotoğraf: Evrensel
Bora
İstanbul Üniversitesi
Yemekhanelerimize şöyle kısa bir ziyarette bulunursanız, bundan bir ay öncesine kadar verilen sıcak yemeklerin yanında artık bir de sandviç ve meyve suyu da verildiğini göreceksiniz. “Bu ne iştir?” diye soracak olursanız, üniversitemizin bütçesinin, yemekhaneden yiyen tüm öğrencilere sıcak yemek vermeye artık yetmediği cevabını alırsınız.
Tabağımıza konan yemekler değişti. Elimizde olan her şey, önce yavaş yavaş bize lüks olarak gösteriliyor, sonra da tam da lüks olduğu bahanesiyle elimizden alınıyor. İnsan, yaşadığı bu
“Türkiye daralması”na karşı ne yapacağını bilemiyor, çünkü bu his, bu havasız atmosfer hayatlarımızı tamamen sarmalamış halde. Önceden öğrenciye okurken geçinebilmesini sağlamak için ucuza verilen yemek bir hak gibi görülürken şimdi bu gibi halkın haklarını gözeten uygulamalar gittikçe seyrekleşti. Soyu tükenmek üzere olan bir devletçilik ruhunun belki de son zamanlarını yaşıyoruz, ne ilginç.
Vaziyetimizi geçici bir durum olarak yansıtan fikirlere maalesef olumlu dönüt veremiyorum. Şüpheniz olmasın, gündemimizde olan mesele, kendisini Gezi Parkı Direnişi’nden beri ortaya çıkmış olan tüm halk meselelerinde, taleplerinde ve eylemlerinde göstermiş olan tek bir bıkkınlığın ifadesidir. Elbet bir üniversite yemekhanesinin menüsünü konu edecek kadar önemli görmeyen insanlar olacak, onlar bunun geri çevrilmesine yönelik talebi de anlamayacaklardır. Böyle bir kavrayış, elimizden yavaş yavaş alınan bu temiz hava alanlarının kaybını ve bu kaybın getirdiği bunalımı, bu siyasi bıkkınlığa sırt çevirerek ele aldığı için bu tür geçiştirici bir kanıya varmıştır.
ÜNİVERSİTE BÜTÇESİ SICAK YEMEK ÇIKARMAKTAN ACİZ OLABİLİR Mİ?
Farkında mısınız? Bugünün siyasi taleplerinin ne kadar da fazlası, belki şimdi belki de birkaç sene önce kaybettiklerimizi tekrar ele almaya yönelik- daha ucuz ve sıcak yemek istiyoruz, gibi.
Demek bugün “radikal” olmak, birkaç sene öncesine dönmeyi hayal etme cesaretini göstermek anlamına geliyor.
Peki, ama bütçesi öğrencilerine sıcak yemek servisi yapmaya yetmiyorsa üniversitemizin elinden ne gelir, öyle değil mi? Masum ve somut bir soru, bir de talep önerisinde bulunmak isterim. Bir üniversiteyi meydana getiren, şüphesiz yalnızca öğretim üyeleri ve yönetim kadrosu değil, öğrencilerdir de. Üstelik öğrenci kategorisine mensup toplamın sayısı, diğer iki kategoriyi kat kat aşmaktadır da. Madem üniversitenin bütçesi, öğrencilerin tabağına konan yemeği etkileyecek kadar vahim durumda, niçin bu bütçe meselesinden etkilenen binlerce insan, üniversitemizin harcamaları hakkında bilgilendirilmesin? Bizler bu üniversiteye girmek ve bu üniversitede başarılı olabilmek için emek vermiyor muyuz? Üniversitemizin harcamaları hakkında da bilgi sahibi olmak, eğer bütçemiz sahiden bize sıcak yemek vermeye yetmiyorsa bunu kendi gözlerimizle görmek niçin bizim hakkımız olmasın? Bu soruların arkasındaki talep, tam da budur: Harcama demek, bütçe demek, somut veri demektir. Bu verileri üniversiteyi teşkil eden çoğunluğun gözleri önüne sermemek için ne gibi bir sebep vardır? İnsan düşünmeden edemiyor.
İYİ DE NE YAPMALI?
Nevi şahsına münhasır zamanlarda yaşıyoruz. Geleceğimizi güvence altına almak adına ne yapılabileceği kimse için belirgin değil. Nereye gittiğimizi bugün, belki daha önce hiç tartışmadığımız kadar tartışıyor, fakat yine de bilmiyoruz, belki de bilmediğimiz için bu kadar tartışıyoruz. Bir yandan teknolojik gelişmelerle gözlerimiz boyanıyor, öte yandan en basit özgürlüklerimizi dahi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Genişliyor muyuz yoksa daralıyor muyuz, geleceğimizde refah mı var yoksa felaket mi, bu soruların yanıtlarını bu kısa yazıda tartışamayacağım için okura bırakmak zorundayım. Fakat içerisinde bulunduğumuz bu kafa karışıklığı çağı, hepimizi düşünmeye davet ediyor. Kapitalizm altında halk ve sivil toplumun hak ve özgürlüklerine gittikçe daha fazla el konulması, düzenimizin sürdürülebilirliği hakkında neyi ifade etmektedir sizce?
Artık bize lüks olarak lanse edilen haklarımızdan vazgeçmeyi bırakmalıyız. Politik bir ontolojide temellendirilen bir hak kavramı iddiasında olduğumuz için değil, elimizdekiler hak mı yoksa lüks mü tartışmalarına girmeden, elimizde kalan ne varsa onları da seve seve alacak bir düzenin ellerinde daha fazla istismara uğramamak için vazgeçmeyi bırakmalıyız. Dahası var, taleplerimizin yalnızca ya geçmişte olmuş ya da şimdi olanları korumaya yönelik oldukları sürece başarısız olacaklarını görmeliyiz. Çünkü bu şekilde öne sürülen talepler, daima yalnız kalmaya ve en sonunda da unutulmaya mahkûmdurlar.