Kurak Günler üzerine
Böylesine cesur bir senaryonun bu kadar ustaca kameraya alınmasının gelecekte de benzer eserlerin çıkmasına büyük fayda sağlayacağı şüphesiz.
Fotoğraf: Kurak günler filminden ekran görüntüsü alınmıştır.
Ceren
Ahmet
Caner
MSGSÜ
Klasiktir, köye bir savcı gelir. İdealist olan bu savcı köyü olabildiğince refaha ulaştırmak, köyde adaleti tesis etmek için var gücüyle çabalar. Ancak bu filmde öyle değil. Elimizde olan iletişim imkanlarını temel alacak olursak en büyük iletişim aracı diyebileceğimiz sinema alanına “Kurak Günler” filminin çıkması, görmek istediklerimizden ziyade görülmeye değer olan tek şeyi, yani içinde bulunduğumuz toplumsal/politik koşulları serimlemesi sebebiyle sansasyon yarattı. Böylesine cesur bir senaryonun bu kadar ustaca kameraya alınmasının gelecekte de benzer eserlerin çıkmasına büyük fayda sağlayacağı şüphesiz. Biz de bu yazıda “Kurak Günler” filmini söz konusu cesaretini göz önünde bulundurarak inceleyeceğiz.
EMRE’DE NEYİ GÖRÜYORUZ?
Filmde iki başrolden birisi olan Emre, bir memur çocuğu. Kendisi her ne kadar ailesinin memuriyet anlayışının geçerli olduğu bir dünyadan çok daha farklı bir yerde mesleğini icra ediyor olsa da son tahlilde kendisi de bir memur. İş hayatına yeni atılmış, hiçbirimize yabancı olmayan, “sağlam zemine oturmuş ve ömür boyu devam edecek olan düzeni” sağlayabilme umuduyla bir gereklilik olarak, tıpkı annesinin ve babasının yaptığı gibi, Anadolu’nun bir yerine tayin ediliyor ve burada hizmet veriyor. Sinik ya da korkak bir karakter olmasa da hiç alışık olmadığımız bir ortamda bulunmanın hemen hemen hepimizde yarattığı gerginlik halinden ve düşmanca görünmemekle birlikte arkadaşça da görünmeyen insanlarla çevrelenmesinden olsa gerek Emre’nin hep diken üstünde olduğunu gözlemliyoruz. Bu durum Emre’nin karakteristik özellikleriyle de doğrudan ilişkili. Nitekim Emre büyüdüğü ortam sebebiyle birçok konuda modern diyebileceğimiz görüşlere sahip. Ancak Yanıklar gibi bir yerde dürüst olmak doğruları söylemek için yeterli değil. Çünkü Yanıklar gibi toplumlarda doğru, gücü elinde tutan kişilerin tekelindedir ve söz konusu doğru sadece taraf sahibi bir araçtır. Bu söylediklerimize ek olarak Emre’nin karşılaştığı kişisel problemlere dair şunun altını çizmekte fayda var; Emre, yaşamı boyunca metropol diyebileceğimiz yerlerde yaşadığından Yanıklar’a geldiğinde hız ve süratin egemen olduğu, kendine has birtakım kuralları olan metropol hayatından çok uzaklaşmış olmanın zorluğunu deneyimliyor. Filmde bu zorlanma durumunun izini rahatlıkla sürebiliyoruz. Emin Alper’in de dediği gibi Emre ne geçmişe ne de geleceğe ait bir savcı karakteri, hatta Emre’nin sahip olduğu ana özelliklerden biri de şimdinin neslini temsil ediyor olması; başka bir deyişle yapacakları konusunda hem çok güçlü bir kararlılıkla hem de aynı güçte bir kafa karışıklığıyla hareket ediyor olması. Evet, Emre ideallere sahip bir karakter ama bu idealleri gerçekleştirmek için gerekli olan kendinden eminliğe sahip değil. Bağnazlıklarla, yolsuzluklarla savaşan Savcı Bey başta Yanıklar’ı düzeltmekte ısrarcı görünüyor. Kendisinin yargı ve otoriteyi temsil ettiğinin bilincinde olan ve bundan dolayı tehditlere göğüs geren Savcı Bey’in, film ilerledikçe aynı şeyi temsil ediyor olması gereken Hâkime Zeynep’in Yanıklar’a boyun eğmiş bir tavır takınması, Emre’nin başta hatırlayamadığı geceyle ilgili olan endişelerinden doğan özgüvensizliği vb. sebeplerle otoritesinin sarsıldığını görüyoruz. Her ne kadar Savcı Bey sahnede her göründüğünde, bütün bu sarsıntıyı görmezden gelip bir adım bile geri atmayacakmış gibi konuşsa da onun tavrındaki tehditkâr tınının gitgide silikleştiğine tanıklık ediyoruz.
Kanaatimizce filmde karakterlerin yanı sıra filmin olay örgüsünün de bize söyleyeceği çok şey var. O halde olay örgüsüne bir bakalım. Yanıkların temel bir problemi var: su. Ve tabii ki bu problemle doğan obruklar. Filmde bu obruklar ve su probleminin sebep olduğu “felaketler kümesi anlatısı” haricinde pek bir yerde metaforik anlatım kullanılmamış, ifade edilmek istenen sistemin maketi gösteriliyor adeta. Buna rağmen filmdeki anlatı, tamamen gerçekçilik üzerine kurulmuş bir anlatı da değil. Su, politik bir koz, bütün halkın hissedebildiği bir sorun ve bu kullanılarak, çok tanıdık söylemlerle halk kolayca manipüle ediliyor. Bıyıklı başkan sorunu çözecek, bu karşıdakiler yargının kendisi bile olsalar karşısında duranlar da zaten Yanıklar’ın iyiliğini istemedikleri için oradalar.
Medya görevini yerine getiremiyor, çünkü doğruları söyleyebilmesi için sorunu çözecek olan bıyıklı başkan ve su sorununa getirdiği çözüm aleyhine haber yapması gerekecek. Anlayacağınız medya zaten taraflı. Medyayı temsil eden karakter olan Murat, bir önceki başkanın oğlu. Yani kendisi başka hiçbir sebep olmasa bile muhalif tarafta. Ne söylerse söylesin kendi çıkarları için söylüyor olacak. Dolayısıyla da söylediklerinin doğruluğunu inkâr etmek çok kolay. Bu yüzden de halkın fikrini oluşturacak en büyük etken olması gereken medya işe yaramaz halde. Üstelik medyayı güçsüzleştiren bu etkenler, medya mensuplarının kişisel olarak da güvensiz hissetmesine yol açıyor. Gazeteci Murat, orijinalinin elinde olduğu sahte bilirkişi raporlarını açığa çıkartmaktan korkuyor, bu bilgiyi sadece savcıya iletmekle yetiniyor. Sonradan da görüyoruz ki bu korku, hiç de haksız bir korku değil. Savcı da Yanıklar’ın iyiliğini istemediği için seçimlerden hemen önce başkanın oğluna tecavüz soruşturması başlatıyor. Karalama kampanyası tamamen. Görülüyor ki Murat’la da yakınlığı var. Yani medyanın taraflı gözükmesinden gelen etkisini kaybediyor olması durumu, yargı için de geçerli. Seçimler yaklaşıyor. Açılacak soruşturmalar adaleti tesis etmek değil de başkanı kötü göstermek için açılıyor.
Bu hengamenin içinde direkt olarak özne olmamak da mümkün değil, kendini en dışarıda tutmaya çalışan ve uyum sağlayan, buralar böyledir tavrını takınmış, “Uyum sağlamış bürokrat” Hâkime Zeynep bile sadece karamsar bir kişiliğe bürünmekle kalmayıp, aynı zamanda bu karamsarlığı örgütleyecek kadar çok etkileniyor her şeyden. Hatta dışarıdan bakıldığında kavgayla en alakası olmayan “çingeneler” bu kavgadan en çok zarar görenler. Seçim günü ilk onların çadırı yakılıyor, şiddet ilk onlara yöneliyor. Çünkü en güçsüzler onlar, onları savunan hiç kimse yok.
Son olarak da filmin, film olarak ne kadar başarılı bir yapım olduğuna değinmek istiyoruz. Filmdeki bütün anlatı fazlasıyla nüanslı, üstünde düşündüğümüzde, yansıtmak istediği yapı hakkında bir gönderme içermeyen tek bir boş diyalog bulmak mümkün değil. Diyalog içermeyen sahnelerde de kullanılan “Dune”vari müzikler oluşturulmak istenen gerginliği kat kat artırıyor, izleyicinin filmden bir an olsun kopmasına izin vermiyor. Hatta öyle ki film bittikten günler, haftalar sonra bile hala Yanıklar’da yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz.