Hayatı nasıl yönetiriz?
Emeğin ve özgürlüğün tam anlamıyla karşılık bulduğu bir iktidar… Bunun düşünü kuruyoruz.
Fotoğraf: Pixabay
Sıkça rastlanır günlük yaşamda, “kelimeler kifayetsiz” diyerek anlatırız yaşadıklarımızın dile gelmez zorluğunu, sorunların karmaşıklığını, anlatmanın faydasızlığını. Tam da böyle günlerde elimizden bıraktıklarımız hâlihazırda bizde olanların da yitip gideceğini söyler adeta, bazen duyar bazen ise duyamayız etrafın gürültüsünden.
Şimdi hem bu gürültünün oldukça arttığı ama aynı zamanda gürültünün içinden tek tek duyabildiğimiz seslerin de seçildiği günlerdeyiz. Hâl böyle olunca insan merak ediyor, gürültüyü biliyorduk ama nedir onu sadeleştiren, daha duyumsanır bir hale büründüren? Çeşitli meselelerin daha açık seçik görünmesine dair olanak, nasıl şekilleniyor?
Zira, tarihin cilvesi, her unsura yaptığı gibi anlamanın kendisine de en uygun koşulları aratıyor. Biri öznel diğeri nesnel iki tür koşuldan bahsediyoruz burada. İkisinde de dolaylı ve dolayımsız ilişkiler mevcut hem de. Nesnel olan koşullar geliştikçe, işte bu gürültüden duyulmaya başlıyor anlamlı bir ezgi, daha duyumsanır cümleler. Kendiliğinden unsur ve bilinçli unsur… İşte bizim toplam hareketimizi tarif etmek için iki belirleyen. Bilinçli unsur, kendiliğinden unsurun bizdeki yansıması, yani bizim fikirlerimiz, eylemlerimiz, kararlarımızla oluşan kısım.
Bizim için başımıza gelmiş görünen talihsizliklerin, istikrarlı ve sistematik eylemlerin dolaylı ve dolaysız sonuçları olduğunu söylemek dün daha zordu örneğin, bugün ise kendisine daha az delil arıyor, daha kavranır bir iddia hâlini alıyor.
Kendi eylemlerini tek yönlü ele almanın, kısıtlı ve sınırlı, süreli yan yana gelerek çözüm elde etmek üzere olan birlikteliklerin, sözün özü, liberal özgürlükçülüğün güdük protestocu biçimleri dahi kendi kendini tüketiyor, kendi ideolojik zeminini de bu yolla sorgulatıyor. Hele ki seçim gündemi… Yıllardır kapağı kapalı bir sandık kutusudur ki, oy atma anına kadar “Gözünü dikip buraya bakın” komutu yağıyor her yandan Türkiye gençliğinin üzerine. Yalnızca beş dakika sürecek bir oy verme işlemi için hem geçmişin beklemekle geçen vakitleri hem de gelecek yılların, milyon küsur dakikanın hesabı görülür deniliyor. Türkiye gençliğinin önüne bir hedef olarak konulmuş seçimler, sandık gündemi, siyasetin ve yönetmenin yapısına dair doğal olarak belirli tartışmaları açıyor, hızlandırıyor, gerçeklik kendi gündemini dayatıyor. Seçimler, ekonomik kriz, siyasal ve toplumsal karmaşa, nesnel olanda beklenen türden bir arayışı taşıyor.
NE DURUMDAYIZ?
Peki öteki? Bizim cephede neler oluyor? Burada olup bitenleri anlamak, anlatmak, onu kavrayıp bununla harekete geçmek, biriktirmek ve tüketmek kaçınılmaz olarak yaptığımız bir iş. İşte bu kaçınılmazlıkta bir önemli soru daha boy gösteriyor. Bu anlama işini daha iyi nasıl yapacağız, kendi gerçekliğimize en uygun olanı hayata nasıl geçireceğiz? Nasıl devam edeceğiz yaşamaya?
“şuramızda bir şey var/bizi onduran şey/acıya saran/umudu kuşatan” diyor Arkadaş Zekai. Şuramızda biriktirdiklerimizle umudu kuşatmanın yolunu, bunu tam olarak böyle tanımlamakla sağlıyor. İşin şifresi budur belki de, dedirtiyor. Bizim de benzer dizelerden geçerek başlamamız gerekiyor.
Zira Türkiye gençliği uzun bir süredir elindeki kazanımları korumaya çabaladığından, daha ilerisini düşleyecek yetilerini sürekli baskıyla sınandığından, kaybettikçe gelen huzursuzlukla barıştığından, denilebilir ki, yalnızca gelen saldırıları püskürtmeye alışmış bir can havliyle davranıyor. Büyük bir tarlada adeta bir korkuluk, hareketsizken kaçıramayacağını da biliyor üstelik yaban domuzlarını.
Denilebilir ki cephesinde kendi yaralarını sarmakla meşgul, savunma savaşında mevzisini sürekli olarak geriye çekiyor, pansuman, dikiş tutmuyor.
Bu sebepledir ki, kendi yaralarını sarmak için geliştirdiği yöntemler, bu uzun süreli pratiğin içerisinde gerçeklik kazandığından, savunma yapmakla sınırlanmış ufkumuz geleceğin çizgisinde bir noktayı anımsatır vaziyette.
KELİMELERİN TAM DA SÖYLNMESİ GEREKEN YERDEYİZ
Yemekhane koşullarının iyileşmesi, üniversitelerin fiziki ihtiyaçlarının giderilmesi, ders niteliğin artırılması gibi her bir genci ilgilendiren, yaşamını etkileyen gayet maddi sorunlara karşılık gelen taleplerin kazanılması ve ilerletilmesi sorusu, aynı zamanda bulunduğumuz alanı kimin hangi biçimde yönettiği sorununa işaret ediyor. Lise, semt, üniversite, fabrika, atölye ve ülke… Tüm ölçeklerde bizi birbirimize bağlayan çıkar ve sorunların temel düzeyde günlük yaşamımızla kurduğu ilişki, günlük olmayan ve sağlamlıkla kurulan türden birlikteliklerin müdahalesiyle değişir. Çünkü günlük olan, kurulu ve sistematik olanla değişir. Aynı alışkanlıkların kazanımı gibi. Çünkü kayaları aşındıran dalgaların boyutu değil, sürekliliğidir.
Bugünkü seçim süreci bize doğrudan bunu hatırlatmalı. Türkiye gençliği, kendi çıkarlarını bulunduğu her alanda örgütlediği, kendi memleketinde kendi yaşamını yönettiği bir seçeneği mümkün kılmak üzere konumlanmalı. Zira bizim için isteklerimiz ve arzularımızın gerçekleşmesini kapsayan sorun, bir iktidar sorunu. Ve evet, biz iktidarı Türkiye gençliğinin iktidarı olarak düşünüyor, bunu hayal ediyoruz. Emeğin ve özgürlüğün tam anlamıyla karşılık bulduğu bir iktidar… Bunun düşünü kuruyoruz.
Olmayanlara ve gelecekte olmasına ihtimal vermediklerimize dair kendimize her türlü neden sıralayabiliriz, sıralayan sıra arkadaşlarımızla hummalı bir tartışma içinde olabiliriz. Her birinin insanlar içerisinde sınanacağını bildiğimizden, değişimin gücü olma gayreti gösterenler için bu durum sonunda haklı çıkacak olmanın vereceği vakurlukla, yorgunluğa mahal vermeden karşılanmalı, birlikte yol alınmalıdır.
“Sıradan izler bırakır en tutkulu aşklar.” “Aldırma Deli Gönlüm” şarkısından bir dize… Tutkulu aşklar yaşamak için ne geç ne de erken olan bir vakitteyken yakalıyor bizi. “Sen şarkılar söyle içinden” diye çağırırken, kulak vermeli. Zira kelimelerin kifayetsiz olduğu yerde değil, tam da söylenmesi gereken yerdeyiz.