Bir eylemden seçimlere nasıl bir mücadele sorusu
Bize dayatılanlarla mücadele etmek için bize çizilen sınırların içerisinde kalmak, bir sihirli değnek, iyi niyetli yönetici beklemek mecburiyetinde değiliz.
Adaletin sembolü Justitia heykeli | Fotoğraf: Pixabay
Burak
Dicle Üniversitesi
Özgürlük ve büyük umut hareketleri çok uzun yıllardır egemen konumda değiller. Kapitalist sistem yıllardır hükümranlığını “barış” ve “refah” vaatleri ile yakıp yıkarak sürdürüyor. Peki bunun karşısında duranlar mücadele etmiyorlar mı? Tabii ki ediyorlar. Bu sisteme karşı mücadele ederken hayal edilen şeyler, sistemin bize yaşattığı cehennemin aksine insanca, eşitçe, özgürce bir dünya. O halde bu düzenin ve yarattığı çözümsüzlüklerin karşısında durduğumuz kesin. O zaman bu sıralar nasıl mücadele edilmeli kısmındayız. Ben bu noktada birkaç şeye değinmek, birkaç pencere açmak istiyorum.
Karşısında mücadele verilen olgunun, topluluğun veya kişinin fark etmez, argümanı kullanılarak mücadele verilmez. Onun yaptıkları, söyledikleri ile ona karşı mücadele edilmez. Buna neden dikkat çekiyorum? Çünkü karşı tarafın çizdiği alanda top oynamak karşı tarafı rahatsız etmez. Etse bile dizayn etmesi çok zor olmaz. Çünkü onun çizdiği alanın içi nasıl olsa. Düşünelim, işçilerin hakları için patron veya sermaye eliyle yürütülen bir mücadeleden kazanımla çıkabilme olasılıklarını. Farkında olmadan çok defa mücadelelerimizde sistemin argümanlarıyla onun karşısında durmaya çalışıyoruz. Öncelikle bunu bırakmamız gerekiyor. Bunu en iyi nerede anladığımı söyleyecek olursam eğer, bu sene Dicle Hukuk’un “Taşınmak istemiyoruz” eyleminde gördüm. Tırnak içinde çok büyük olmayan, Boğaziçi eylemleri kadar kitlesel olmayan bir öğrenci eylemiydi. Fakat bu eylemlere inanılmaz derecede polis katıldı ve onlarca polis kamerası eşlik etti. Rektörlük ve valilik kendi onayından geçmemiş bir öğrenci birlikteliğinden yüzlerce polisi günlerce orada bekletecek kadar korkuyordu.
Öğrencilerin yıllardır taşınmak istemedikleri bilinirken Edebiyat Fakültesi için yapılmış binayı bir sağlık adası hayaliyle Hukuk Fakültesine veren Rektörlük böyle bir tepki beklemiyordu. Taşınmak istemediğimize dair topladığımız imzaları verdiğimizde bizi ciddiye almamasının sebebi de buydu. Ne zaman ki “Taşınmak İstemiyoruz” diye oturma eylemi başladı, önce polisler fakültemizin önüne yığıldı ardından rektör bizimle görüşmeyi kabul etti. Yeni binada beğenmediğimiz ne olduğunu sorarak kendince bu sorunun üstesinden gelmeye çalıştı. Bu noktada topladığımız imzalar kuşkusuz önemli ancak sorularımıza cevap verilmediğinde kabullenmek yerine bir araya geldiğimizde çok daha fazla şeyi kazanabileceğimizin benim için en önemli öğreticisiydi, “Taşınmak İstemiyoruz!” eylemleri. Çünkü sistemin kendi çarkı içindekini öğütmesi daha kolaydır.
Kendi onaylarının ve kontrollerinin olmadığı eylem, yürüyüş vb. istemiyorlar, dilekçe veya şikâyet başvuruları ile kendilerinin kontrol edebileceği, tek kabul mekanizmasının da kendileri olabileceği itiraz yöntemlerini çözüm olarak öneriyorlar.
Ancak bir araya gelen çoğunluk, sistemin öğütemediği gençlik (başka taraftan bakılırsa halk) sisteme tehlikedir. Kanıtıysa aldıkları önlemlerdir. Bize dayatılanlarla mücadele etmek için bize çizilen sınırların içerisinde kalmak, bir sihirli değnek, iyi niyetli yönetici beklemek mecburiyetinde değiliz. Esas alanlarımız sokaklar, üniversiteler, pazar alanları, fabrikalardır. Dilekçeler, meclis bunun sadece yöntem ve alanlardan bazıları. Dolayısıyla sistem argümanlarını bırakmalı ve kendi sözümüzü söylemeliyiz. Theodor Adorno’nun “Yanlış yaşam doğru yaşanmaz” sözünü bunlarla birlikte düşünürsek bir yerlere varırız bence. Kendi alanlarımızda, kendi argümanlarımızla kendi hayatlarımız hakkında kendimiz bulunmalıyız.
Burada değinmek istediğim başka bir nokta da yıllardır sokaklarda, üniversitelerde yaşamın birçok alanında özgürlük ve demokrasi mücadelesi ve sol hareketler öcüleştirilmiş ve korkmamız, uzak durmamız gereken yerler olarak öğretilmeye çalışılmış bize. Kendimizi onların diliyle, onların argümanlarıyla, onların çizdiği sınırlar içerisinde ifade etmemizi ve onların izin verdiği kadarını yaşamamızı istiyorlar. Bu noktada, ülkenin geleceği için son derece önemli olan 2023 seçimleri yaklaşırken, bu tartışma bağlamında Emek ve Özgürlük İttifakı’na gelmek istiyorum.
EN GENİŞ DÜZLEMDE BİR ARAYA GELMEK ÖNEMLİ
Güzel bir dayanışma ve mücadele örneği. Bunu olabildiğince canlı ve geniş tutup seçim endeksli değil bir kültür halinde tutmak lazım. Buna Sosyalist Güç Birliği de dahildir. Olabildiğince geniş bir düzlemde bir araya gelmek çok önemli bu süreçte.
Kendimizi, kendimizce anlatmak gerekiyor. Bunu halk sohbetleri, halk forumları şeklinde meclis dışına, gerçek siyaset alanına götürüp hayatın gerçek alanlarına yerleştirmelidir Emek ve Özgürlük İttifakı. Yapmıyor mu? Yapıyor. Ama yeterli değil bence. İnsanların, bu ittifakın “Cumhur” ve “Millet” gibi olmadığını anlaması için ittifakın fabrikalarla sokakları, madenlerle üniversiteleri birleştirmesi gerek. Böyle bir umut ışığı saçan ittifakın bunları da gerçekleştirerek yapması halinde özgürlük ve sosyalizm umutları en geniş halk katılımıyla kendimizce daha güçlü yeşerecektir.
Seçilen ismin bile kendimizce olması ise çok önemli ve değerli. Köhnemiş “Cumhur” veya “Millet” kavramları gibi değil de eskimeyecek onur, direniş temelli “Emek” ve “Özgürlük” kavramları ile başka bir yaşama merhaba diyor adeta. Burada “Cumhur” ve “Millet” kavramlarını asla küçümsemiyorum. Fakat kof bir şekilde kullana kullana, içini boşalta boşalta, insanlar nezdinde bir prestiji kalmayan kavramların karşısında kadının, işçinin “Emek”i, halkların “Özgürlük”ü var. Bu mücadelenin önünde kim durabilir?