Sağlıkta şiddet ve göç krizi: Bu ikisi bir kesişim kümesinde midir?
Bugün doktorların beş dakikada bir hasta bakmalarının da uzun nöbetler tutmak zorunda olmalarının da şiddete maruz kalmalarının da sorumluları mülteciler değil. Peki o hâlde kim?
Kaynak: Hush Nadio/Unsplash
Nisa ÇİÇEK
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Suriye’de iç savaşın başladığı günden bugüne Türkiye’de siyasetin ve toplumsal hayatın en önemli gündemlerinden biri de mülteciler. Savaşın başlamasıyla ortaya çıkan göç dalgasının önemli bir bölümü Türkiye’ye doğru yöneldi. Sınırdan geçen sığınmacılar kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde yaşam kavgasının içine sürüklendi. AKP iktidarının göçmenleri dış politikada pazarlık aracı haline getirmesi, çözülmeyen her meselede “Açarız kapıları!” tehdidini savurması, milliyetçiliği istismar eden muhalefet partilerinin iktidarın mevcut mülteci politikasını eleştiremeyip Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan insanları hedef göstermesi, sığınmacıların toplumdan dışlanmalarına sebep oldu. Medyanın da desteğiyle göçmenler; işsizlik, şiddet, güvensizlik, uyuşturucu trafiği ve insan kaçakçılığı gibi sorunlardan sorumlu yegâne kişiler olarak gösterildi. Oysa ırkçı ağızların “Mülteci Krizi“ olarak adlandırdığı durum, mültecilerden kaynaklanan bir kriz olmaktan öte insanlığın içine düştüğü ekonomik ve politik bir kriz.
ASIL SORUMLU KİM?
Hâl böyleyken tıp fakültesi öğrencileri arasında da ne yazık ki sağlık sisteminde yaşanan bazı sorunların sebebinin mülteciler olduğuna dair hiç de azımsanamayacak bir görüş var. Bu görüşün yaygınlaşmasında “Mülteciler sağlık sistemini tıkadı“ , “Suriyeliler sıra beklemeden muayenehanelere giriyor” gibi manşetlerle girilen haberlerin etkisini yadsıyamayız. “On hasta var altısı Suriyeli” savıyla sosyal medyada paylaşılan içerikler, iş yoğunluğunun sebebinin mülteciler olarak görülmesinin yanında sistemin yarattığı yapısal sorunların görünmez kılınmasının da yolunu açıyor. Bugün hiçbir doktorun beş dakikada bir hasta bakmasının sorumlusu mülteciler değil. Tıpkı iş yükü altında ezilmelerinin, uzun nöbetler tutmak zorunda olmalarının, sözlü ve fiziksel şiddete maruz kalmalarının sorumluları da olmadıkları gibi. O hâlde sorumlu kim?
AKP’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle birlikte “Sağlıkta Devrim” sloganıyla sermayenin çıkarlarını önceleyip halkın çıkarlarını göz ardı eden, rant amaçlı, özelleştirmeci “Sağlıkta Dönüşüm Programı” hızla uygulanmaya başlandı. Beş dakikada bir hasta bakmamıza sebep olan, verilen sağlık hizmetinin kalitesini düşüren, meslek etiğine aykırı bazı pratik uygulamaların artmasına sebep olan performansa dayalı ücretlendirme de bu programın kapsamındaydı, köklü hastanelerin kapatılıp yerlerine şehrin en ücra noktalarında devasa şehir hastanelerinin açılması da. Sözleşmeli çalışma, genel sağlık sigortası ve ilaca ulaşmadaki zorluklar birinci basamak sağlık kuruluşlarının içinin boşaltılmasıyla, aile hekimliğindeki düzenlemelerle ve kışkırtılmış sağlık talebiyle birleşince karşımıza çıkan; sağlıkta şiddet, artan iş yükü, uzayan hasta kuyrukları, yer bulunamayan poliklinikler oldu.
SAĞLIĞIN TEMEL BİR HAK OLDUĞUNU HATIRLAMAK GEREK
Bu sıraladıklarımızı daha da uzatabiliriz, ancak bu ülkeden kurtulmak için dil kurslarına da yazılsak, daha az iş yoğunluğuna sahip branşları da tercih etsek kaçamayacağımız bir gerçeklik var ki bugün biz tıp fakültesi öğrencilerinin görmesi gereken tam da bu!
İktidarın neoliberal sağlık politikalarıyla sağlığı ticari bir malzeme haline getirerek sermayenin hizmetine sunmasıdır bu gerçeklik. Bize sağlığın toplumun en geniş kesimlerinin çıkarını öncelemesi gerektiğini unutturan bu gerçeklik, sermayenin çıkarları korunsun diye özel hastanelerin sayısının çığ gibi artmasına, hasta garantili özel hastanelerle insanların sağlığının henüz daha hastalanmadan alınıp satılmasına sebep oluyor. Tam bu noktada “Mülteciler geldikten sonra sağlık sisteminde sorunlar ortaya çıktı” fikrine kanalize olmak, ancak sorunların asıl yaratıcılarını ve sürdürücülerini fark etmeyi zorlaştırıyor.
Öncelikle sağlığa erişiminin bir insan hakkı olduğunu söylemek gerek. İnsanca bir yaşamdan ve yaşatmaktan yana olan her hekimin ve hekim adayının insani sorumluluğu, ayrım yapmaksızın nitelikli sağlık hizmetini savunmak ve bunu halka sunmaktır. Geleceğin hekim adayları olarak bize düşen ise fakülteden mezun olurken ettiğimiz yeminin de belirttiği üzere, “… İnsan hayatına mutlak surette saygı göstermek…din, milliyet, cinsiyet, ırk farklarının görevimizle vicdanımız arasına girmesine izin vermemektir.”
O HALDE NE YAPMALI?
Tek adam yönetiminin düzensiz, ümmetçi ve emperyalistlerle anlaşamaya dayanan göç politikasının sürdürülemez olduğu su götürmez bir gerçek, öte yandan sağlık sistemindeki mevcut sorunlara ivedilikle müdahale ederek hem hekim hem de hasta için güvenli ve sürdürülebilir bir sistem yaratmak hiç olmadığı kadar acil. İyi, ama nasıl? Öncelikle AB ile Türkiye arasında imzalanan Geri Kabul Antlaşması feshedilmeli, göçmenlerin Türkiye dışında üçüncü bir ülkeye ilticasının önü açılmalıdır. Bunun yanında ülkesine dönmek isteyen göçmenler için “güvenli geçiş yolları” açılmalı, geri dönüş teminatı ve uluslararası koruma şartı sağlanmalıdır. Sınırdan alımlarda ise uluslararası hukuk kriterleri esas alınmalı, insanlığa yönelik herhangi bir suç işleyenler kapsamın dışında kalmalıdır. Güvenli bir göç politikasının izinde Türkiye’ye sığınanlar içinse insanca yaşam koşulları yaratılmalıdır. Tüm mültecilere oturma ve çalışma izni verilmeli, yerli işçilerle mülteci işçilerin düşük ücrette çalışmak için yarışmaları sona erdirilmelidir. Mültecilerin sendikalaşma ve örgütlenme haklarının önündeki engeller kaldırılmalıdır. En uzun vadede ise sürekli olarak göç üreten emperyalist tüm politikalardan vazgeçilmeli, yayılmacı dış politikadan vazgeçilmelidir.
GELELİM SAĞLIK SİSTEMİNE
Öncelikle SDP kaldırılmalıdır. Kamu-özel anlaşmalarının eseri hasta garantili şehir hastanelerinin yerini erişilebilir sağlık hizmeti veren, donanımlı devlet hastaneleri almalıdır. Sağlığın yaygın bir kamu hizmeti haline gelebilmesi yönünde adımlar atılmalı, sağlık hakkına erişimin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Sağlık çalışanlarının omuzlarındaki ağır iş yükü hafifletilmelidir. Etkin bir sağlıkta şiddet yasası yürürlüğe konmalı, caydırıcı ceza ve yaptırımlar uygulanmalıdır. Tüm sağlık çalışanları için insanca çalışma koşulları yaratılmalı, insanlık onuruna yakışan bir ücret verilmelidir.