02 Şubat 2023 11:01

Katil uşak

"Anahtar Agatha Christie’nin kayıp günlüğüne giden kilidi açar mı ya da kaybolduğu 11 günün kapısını aralar mı bilinmez ancak o anahtar zihnimizde birçok yeni soru işaretinin fişeğini ateşlemiştir."

Agatha Christie fotoğrafı: Joop van Bilsen/Anefo, Pera Palas 411 fotoğrafı: Steve Hopson/Wikimedia Commons (CC BY-SA 2.5)

Halis Ulaş
Halis Ulaş

“Katil uşak” deyimi polisiye kitapların ya da filmlerin kıyısından bile geçmiş olan herkesin aşina olduğu bir kalıptır. Polisiye denilince de akla ilk olarak polisiye edebiyatının kraliçesi olarak tanınan Agatha Mary Clarissa Miller yani bizim bildiğimiz adıyla Agatha Christie gelir. Her ne kadar polisiye romanlarının vazgeçilmez katili uşak olsa da Agatha Christie’nin hiçbir kitabında katilin uşak olmadığını belirtmem gerekir. Evet anlaşıldığı üzere bugünkü yazımda Agatha Christie’den bahsedeceğim. Ama Christie’nin polisiye edebiyatına olan katkısından değil, bizzat kendi yaşamıyla polisiye bir öykünün öznesi haline geldiği gizemli bir olaydan bahsedeceğim.

Agatha Christie 15 Eylül 1890’da İngiltere’nin güneyinde yer alan Torquay adlı sahil kasabasında doğmuştur. Küçük yaşta babasını kaybeden Agatha evde annesi tarafından eğitilmiştir. On altı yaşında şan eğitimi almak için Fransa’ya gönderilse de müzik sevdası kısa sürmüş ve kelimelerin, cümlelerin büyüsüne kapılmıştır. Agatha’nın kaleminden dökülen kelimeler kelimeleri kovalar ve ilk edebi metinleri olan duygusal öykülerinin harcını oluşturur.

Agatha 1914 yılının Noel arifesinde kendi duygusal öyküsünün kahramanı olur ve soyadını alacağı albay pilot Archibald Christie ile evlenir. Savaş evliliklerinin ikinci gününde Agatha ile Archibald’ın yollarını ayırır. Kocası Fransa’nın yolunu tutarken kendisi de Torquay’da Kızıl Haç Hastanesinde gönüllü hemşirelik yapmaya başlar. Daha sonra kitaplarında önemli bir yer işgal edecek olan zehirlere olan ilgisi ve bu bilgiyi kullanacağı ilk polisiye romanını yazması bu yıllara rastlar. Christie polisiye edebiyatına ilk adımını bir iddia üzerine atar. Kız kardeşinin iyi bir polisiye roman yazamayacağı iddia etmesi üzerine ilk romanını yazar. Türkçeye “Ölüm sessiz geldi” (The Mysterious Affair at Styles) olarak çevrilen bu ilk romanın yayımlanma tarihi 1920’dir.

Bir inat uğruna 1920 yılında başlayan polisiye roman macerası bir sevdaya dönüşür. Agatha Christie yaşamının kalan 56 yılında 66 adet polisiye roman ve kısa polisiye öykülerden oluşan 14 adet kitap yayımlamıştır. Basılan kitapları bir milyarın üzerinde satmıştır. Bir o kadar da farklı dillere çevrilen kitaplarının satıldığı göz önüne alındığında İncil ve Shakespeare kitaplarından sonra dünyada kitapları en fazla satılan yazardır.

Agatha Christie polisiyenin gizemli koridorlarında emin adımlarla ilerler. Yarattığı Belçikalı dedektif Hercule Poirot okurları tarafından çok sevilir. Her ne kadar okurları çok sevse de Christie kendi yarattığı Poirot’yu pek sevmez, hatta onu “çekilmez, nefret uyandıran, gösteriş düşkünü, can sıkıcı ve ben merkezci” olarak tanımlar. Öyle olsa da Poirot’ya olan ilgi Christie’nin elini kolunu bağlar ve bir türlü ondan kurtulamaz. Bunun üzerine farklı bir strateji geliştirir ve onun pabucunu dama atacak bir başka dedektife kitaplarında yer açar. Bu dedektif Bayan Marple’dır. Görünüşte sıradan, yaşlı bir kadın olan Bayan Marple zekâsı ve bilgisiyle çevresinde gelişen cinayetleri İngiliz polislerini utandıracak kadar hızlı bir şekilde çözer. Agatha Christie, Hercule Poirot ile Bayan Marple’ı hiç bir araya getirmez. Belki de Poirot’nun ününün kendi ününü geçeceğinden korkan Christie kendini beğenmiş, takıntılı Poirot’yu kıskanç gözlerle Bayan Marple’ı izleterek cezalandırıyordu.    

Yıllar 1926’yı gösterdiğinde Agatha ve Archibald arasında soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştır. Archibald, aile dostları Nancy Neele’e âşık olmuş ve Christie’den boşanmak istediğini söylemiştir. İşte bu noktadan sonra olanlar olmuştur. Agatha Christie Hercule Poirot ve Bayan Marple’ı bir araya getirse bile çözülemeyecek bir öykünün kahramanı haline gelmiştir.

3 Aralık 1926 akşamı eşi ile tartışan Agatha Christie 7 yaşındaki kızı Rosalind dahil, her şeyi ardında bırakarak Berkshire’daki evinden ayrılır. Yazarın Morris Crowley marka arabası ertesi gün bir göl kenarında ağaca çarpmış halde bulunur. Ön koltukta Christie’nin süresi geçmiş sürücü ehliyeti, arka koltukta dağılmış kıyafetler. Ancak yazar ortadan kaybolmuştur. Yazarı bulmak için binden fazla polis ve on beş binden fazla gönüllü seferber olur. Yazarı arayanlar arasında Sherlock Holmes’ün yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle da bulunmaktadır.

On bir gün boyunca Agatha Christie’ye dair bir iz bulunamaz. On bir günün sonunda Agatha Christie 14 Aralık 1926 günü evinden yaklaşık 350 kilometre kuzeyde yer alan Harrogate’deki bir termal otele Teressa Neele adıyla giriş yapmış Güney Afrika kökenli bir kadın olarak bulunur. Bulunduğunda hiçbir şey hatırlamadığını söyleyen Agatha Christie’nin on bir günlük gizemli kayboluşu halen sırrını korumaktadır. Hatta bu kayboluş yeni gizemlerin kapısını da aralamıştır.     

Warner Brothers Film Şirketi yazarın ölümünden üç yıl sonra bu gizemli kayboluş hakkında bir film yapmak için kolları sıvar. Yönetmenliğini Michael Apted’ın yaptığı, oyuncuları arasında Vanessa Redgrave, Dustin Hoffman ve Timoty Dalton’ın yer aldığı “Agatha” adlı bu film 9 Eylül 1979 tarihinde gösterime girer. Eleştirmenler filmi; gerçek dışı, aşırı düşsel ve belgesel bir temelden yoksun olarak nitelendirir. Sonuç tam bir fiyaskodur. Bunun üzerine Warner Brothers yöneticileri Agatha Christie’nin gizemli 11 gününün sırrına vakıf olabilmek ve belki de edindikleri bilgilerle yeni bir film çekebilmek için Hollywood’un ünlü medyumu Tamara Rand’a başvurur ve Christie’den bilgi alabilmek için bir ruh çağırma seansı düzenlemesini isterler.

Şirket temsilcileri, basın mensupları ve Agatha Christie’nin varisleri huzurunda gerçekleştirilen bu seansın sonunda yazarının ruhuyla iletişime girdiğini ileri süren Rand yazarın gizemli kayboluşuna ışık tutacak anahtarın, İstanbul’daki Pera Palas Oteli’nde olduğunu iddia eder.

Bu haberin dünya basınına düşmesi tüm gözleri bir dönemin önemli insanlarını ağırlayan ve İstanbul’un ilk modern oteli olarak tarihe adını kazıyan Pera Palas Otel’ine çevirir. Otelin ünlü misafirlerinden birinin de Agatha Christie olduğu bilinmektedir. Christie 1926 ile 1932 yılları arasında otelin 411 numaralı odasında pek çok kez konaklamış ve hatta ünlü romanı Doğu Ekspresinde Cinayet’i burada kaleme almıştır. Böylece spotlar Pera Palas’ın 411 numaralı odasına sabitlenir.

Yerli ve yabancı basın mensupları 7 Mart 1979 günü Pera Palas’ın 411 numaralı odasında bir araya gelirler. Saat tam 17.00’de, Los Angeles’la telefon bağlantısı kurulur. Uydu aracılığıyla da Amerikan televizyonlarına canlı olarak aktarılan arama çalışması Tamara Rand’ın kılavuzluğunda başlar. Odanın yer döşemesi sökülmeye başlanır. Odanın giriş kapısına gelindiğinde; duvarın kapıyla birleştiği noktada, duvarın içinde yerleştirilmiş 8 cm boyunda paslı bir anahtar bulunur. Anahtarın bulunması büyük bir heyecan yaratır.

O dönem otelin Yönetim Kurulu Başkanı olan Hasan Süzer bir basın toplantısı düzenleyerek anahtarın Warner Brothers şirketine verilmesinin söz konusu olmadığını, anahtarın Pera Palas’a ait olduğunu açıklar. Eğer film şirketinin gerçekten bu anahtarla ilgileniyorsa iki milyon dolar ödemesi gerektiğini açıklar. Hasan Süzer’in talebi Warner Brothers tarafından kabul edilir.

Bunun üzerine film şirketi, medyum Tamara Rand ile tekrar görüşerek yeni bir ruh çağırma seansı düzenlemesini ister. Bu seansın amacı Agatha Christie’nin Pera Palas’ta kaldığı dönemde kaybolan günlüğünün yerini öğrenmektir. Çünkü bulunan anahtarın Christie’nin kayıp günlüğüne giden gizemli kilidi açtığı düşünülmektedir. Warner Brothers Şirketi kayıp günlüğe ulaşabilirse fiyaskoyla sonuçlanan “Agatha” filminin olumsuz sonuçlarını sansasyonel bir devam filmini çekerek telafi edebilecektir. Rand gerçekleştiği seans sonrası günlüğün yerini ancak Pera Palas’ta bulunan anahtarı avcunun içerisine alabilirse söyleyebileceğini belirtir. Ancak Hasan Süzer anahtarın Amerika’ya gönderilmesini sakıncalı bulur ve şirket temsilcileriyle, Tamara Rand’ı İstanbul’a davet ederek seansın Pera Palas’ta gerçekleştirilmesini istediğini dile getirir.

Taraflar anlaşır ve Tamara Rand’ın 20 Ağustos 1979 günü İstanbul’a gelmesi planlanır. Ancak 20 Haziran 1979 günü Pera Palas çalışanları greve girince plan bozulur ve Agahta Christie’nin kayıp günlüğünü bulma umutları da bir başka bahara kalır.

O günden sonra anahtar bir daha ortalarda görünmez. Gizemli anahtar 7 Kasım 2005 tarihinde Hasan Süzer’in 80 yaşında ölümü sonrası varisleri tarafından açılan kasasında tekrar ortaya çıkar. Yeniden bulunan anahtar Agatha Christie’nin kayıp günlüğüne giden kilidi açar mı ya da kaybolduğu 11 günün kapısını aralar mı bilinmez ancak o anahtar zihnimizde birçok yeni soru işaretinin fişeğini ateşlemiştir.

Meraklısına not: Pera Palas Otel’inin 411 numaralı odasında bulunan anahtar Otelin Orient Express Bar bölümünde sergilenmekteymiş.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI