05 Şubat 2023 04:17

Avrupa'nın Gündemi | Sunak, Thatcher’ın izinde ancak dönem aynı dönem değil

İngiltere ve Fransa işçi grevleriyle sarsılıyor. İki ülkenin hükümetleri de grevleri engellemek için kolları sıvadı ancak işleri kolay olmayacak. Almanya'da ise biten kovid önlemleri gündemde.

Fotoğraf: Arif Bektaş/Evrensel

Paylaş

1 Şubat’ta İngiltere’de son on yılın en büyük grevleri oldu. Öğretmenler, kamu çalışanları, üniversite personeli, tren sürücülerinden oluşan 500 bin kişi iş bıraktı. Bu eylemlere kamuoyu desteği devam ederken, hükümet de grevleri kısıtlayan yeni yasalar çıkarmaya çalışıyor. Bazı sektörlerde grevler sırasında asgari hizmet şartını öngören ve Avam Kamarasından geçen yasa tasarısı Lordlar Kamarasının da onayı halinde yasalaşacak.

Fransa’da 31 Ocak’taki 2.8 milyon göstericiden güç alan işçi sendikaları, hareketi yoğunlaştırma niyetinde. Hafta sonu tekrar sokaklara dökülmeyi planlıyorlar. Süresiz grev konusu masada. Hareketin ivme kaybetmemesi için işçi sendikaları eylem biçimlerini çeşitlendirmeyi hedefliyor.

Almanya’da tren ve otobüslerde maske takma zorunluluğu sona erdi. Maske hastalığın panzehri gibi bir hava yaygın olduğundan sanki pandemi bitmiş duygusu egemen. Halbuki Dünya Sağlık Örgütü temkinli olma uyarısında bulunuyor.


SUNAK, SENDİKA KARŞITI YOLDA THATCHER’IN İZİNDE AMA…

Aditya CHAKRABOTTY
The Guardian

1 Şubat’ta İngiltere’de son on yılın en büyük iş bırakma eylemi oldu ve genel greve en yakın bu eylemde okullar kapandı, tren istasyonları boşaldı, havaalanlarındaki pasaport kontrolünde askerler görev aldı. Tarihe tanıklık ettiğimiz bu dönemde önümüzde neler olduğunu anlamak için başa dönmek, daha doğrusu, bunu başlatan kadına bakmak gerekiyor.

Bugün hem işçilerin hem de politikacıların üzerinde beliren dev gölge, Britanyalıların çalışma biçiminden sorumlu kişi Margaret Thatcher’dır. Bu kışın en büyük siyasi savaşı, her iki taraf için de Thatcher döneminden dersler içeriyor; ama bunlar Rishi Sunak’ın beklediği türden değil.

Demir Leydi, 1983’teki seçim zaferini anlattığı anılarında, İşçi Partisinden neredeyse hiç bahsetmiyor. Onun gerçek siyasi düşmanı sendikalar… “Zorba” sendikaların, tek işleri “grev” olan “komünistler ve militanlarla” dolu olduğunu söylüyor; yüksek işsizlik ve düşük ihracattan onları sorumlu tutuyor. Ekonomi çökerken ve 3 milyon Britanyalı işsizken bile Thatcher ilk döneminde iki yıl içinde sendika karşıtı iki yasa çıkarmıştı.

1983 seçimlerine gelindiğinde patronlar grevcileri işten atabiliyor, sendikaları yasaklayan şirketler devlet ihalelerine girebiliyor, işçiler ise greve çıkma haklarında çok daha büyük sınırlamalarla karşılaşıyordu. Tüm bunlar, özel tim polislerinin sendikacıları yakın takibe aldığı bir dönemde oldu. Bu, örgütlü emeğe karşı 1926 genel grevinden bu yana görülmemiş bir saldırıydı. Aynı zamanda modern Muhafazakar Parti politikalarının da temel taşı oldu… Parti liderlerinin başı derde girdiğinde Thatcher’ı taklit ederek sendikaları baskı altına alacak yasalar çıkardı. Örneğin David Cameron grev karşıtı yasalarıyla kemer sıkma politikalarına tepkileri bastırdı.

… Sunak bu hafta da, öğretmen ve hemşirelere ödenen ücretler konusunda geri adım atmayı reddederek, parlamentoda grev hakkına yönelik bir başka saldırıyı zorlayarak, sendikaları ezme baronluğunda şansını deniyor.

Ama bunu yaparken Thatcher’ına yeterince dikkat etmemiş. 20. yüzyılın en uzun süre görev yapan başbakanı, politikalarına kamuoyu desteği kazanmayı takıntı haline getirmişti. 1980’lerin başlarında, sendika liderlerine karşı, tabandaki sendika üyeleri de dahil olmak üzere seçmenlerin kendisini desteklediğinden emindi… Kırk yıl önce kabinesi, Sunak’ın şu anda geçirmeye çalıştığı yasanın temel hizmetlerde grev yasağını öngören versiyonunu getirmek istedi, ancak “pratik zorluklar ... muazzamdı” ve onu tamamen mantıklı halde sunmak için büyük çaba sarf edilmişti.

Bugün ise, böyle bir zekaya sahip olmayan ve ne seçmenlerden ne de kendi partisinden doğrudan yetki alabilen bir başbakanla karşı karşıyayız. Sunak, yönetmeye ilgi duymayan bir hükümetin başında ve kabinede görevi olmayan ve bir sonraki işlerini yoluna koymakla meşgul olan vekillerini kontrol altında tutmaya çalışıyor. Yine de Thatcher’ın ayağına dolanacağını öngördüğü tuzağa doğru tökezlemeye devam ediyor.

Grevlere sınırlama getirmeyi planlayan yasa tasarısı, İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın göçmenleri Ruanda’ya gönderme planıyla aynı kaderi paylaşıyor: Sendika Konfederasyonu TUC ve diğerlerinin mahkemelerdeki masraflı davalarını görecek, İşçi Partisi Lideri Starmer’ın ekibi, hükümetin kontrolü nasıl kaybettiğini görüp endişeli yüzlerini takınacak. Eğer hakimler yasaya yol verirse, Sunak işçilerin greve çıkmasına izin verilmediğinde neler olacağını İspanya’daki sağcı mevkidaşlarına sorabilir.

Kırk yıl sonra, Sunak’ın düşmanı, Thatcher’ın karşısındaki düşmanla hiçbir benzerlik taşımıyor. Thatcher, Birleşik Krallık’ın zengin ülkeler arasında en baskıcı sendika yasalarına ve hastalık ödeneği gibi temel haklarda zayıf korumalara sahip olduğu süreci başlattı. 2008’den bu yana enkaza dönmüş bir ekonomik modelin üzerine bir de on yılı aşkın bir süre devam eden kemer sıkma politikalarını eklerseniz ne elde edersiniz? İngiliz işçisi son 200 yılın en uzun süreli ücret dondurma uygulamasına maruz kaldı. Günümüz iş gücünün gerçeği, mini Arthur Scargill’lerden oluşan bir müfrezeden ziyade, ekonomik sefalete daha fazla batmamak için başarısız kamu hizmetlerini ayakta tutmaya çalışarak yıllarını geçiren, grevlerde bir günlük maaşlarını ve emeklilik katkı paylarını feda ederek geçiren erkekler ve kadınlar.

Rahmetli annem Thatcher döneminde beni mitinglere götüren bir ilkokul öğretmeniydi. Bu hafta Londra’nın doğusunda aynı bölgede çalışan bir müdür yardımcısının bana anlattığı hikayelere nasıl tepki verirdi merak ediyorum: Tam zamanlı çalışan öğretmenlerin hafta sonu süpermarketlerde kasiyer olarak çalışması ve diğerlerinin ailelerinin yanına taşınmak için görevlerinden ve ev sahibi olma hayallerinden vazgeçmesi. Sanırım on yıllarını verdiği mesleğinde böyle bir düşüşe inanmakta zorlanırdı.

Bu arada bakanlar, demir yolu grevlerinin maliyetinin, işçilere istedikleri ücret artışını vermekten çok daha fazla olduğunu itiraf ediyor. Posta şirketi Royal Mail, sadece 18 gün süren grevlerin 200 milyon sterlin zarara yol açtığını açıkladı. Anketler; hemşirelere, öğretmenlere ve postacılara açık bir kamuoyu desteği ve en azından diğer sektörleri dinleme isteği olduğunu gösteriyor. Sendika yetkilileri ve aktivistler, üyelerinin Demir Yolu Sendikasının Lideri Mick Lynch’i televizyonda gördüklerinde ya da diğer işçilerin kendilerini savunduklarını gördüklerinde cesaretlendiklerini belirtiyorlar. Bu hissiyatın ne kadar süreceğini kimse tahmin edemez, ancak en azından kamuoyundaki tartışmalarda önemli bir değişiklik potansiyeli var.

Her halükarda, bu tarihi haftada dogmatik ve umursamaz görünenler grevciler değil. Thatcher ise Sunak’a halk ve partiniz sonunda hatalı olduğunuza karar verdiğinde olacakları anlatabilirdi: Kendinizi Başbakanlık binasının tersi yönünde giden bir bakanlık arabasında bulursunuz.

(Çeviri: Dış Haberler Servisi)


REKOR YÜRÜYÜŞÜN ARDINDAN İŞÇİ SENDİKALARI EYLEM BİÇİMLERİNİ ÇEŞİTLENDİRME NİYETİNDE

Naim SAKHİ
L’Humanité

Fransa’da emeklilik reformu projesine karşı birleşen sendikalar ile yasal emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkarılmasını hâlâ “Müzakere edilemez” olarak gören yürütme arasındaki bilek güreşi devam ediyor. Sendika liderleri, 19 Ocak’takinden daha fazla işçi, emekçi ve genci bir araya getiren (2 milyondan sonra 2.8 milyon) bu ikinci eylem gününden güç alarak, artık tarihi bir toplumsal hareketin devamını getirecek stratejilerini belirliyorlar. CFDT Lideri Laurent Berger RTL radyosunda yaptığı açıklamada “1995 yılı da dahil olmak üzere (son otuz yılın) en büyük gösterisiydi!” diyerek hükümete ısrarından vazgeçme çağrısında bulundu. France Inter radyosuna röportaj veren Philippe Martinez (CGT Lideri) yönetim üzerinde baskısını yeniledi: “Hoşnutsuzluğu küçümsemeye devam ederse, bir vites yükseltmek zorunda kalacağız.”

Mücadele için iki yeni tarih açıklandı. İlki, 7 Şubat salı günü, sosyal güvenlik finansmanına ilişkin yasa tasarısının Ulusal Mecliste görüşülmeye başlanmasından bir gün sonra. İkincisi, 11 Şubat cumartesi günü. CGT Konfederal Sekreteri Catherine Perret’ye göre “Protestonun güç kazanması şart. Bu iki tarih, herkesin yürüyüşlere katılmasına olanak sağlayarak hareketi genişletecektir.”

İşçi örgütleri böylece hareketi yeni eylem biçimlerinde kökleştirmeyi amaçlamaktadır. L’Humanité gazetesine konuşan FSU (Eğitim Sektörü) Lideri Benoît Teste , “Mücadele biçimlerini sadece grev aracı ile sınırlandırmak, hareketin ivme kaybetmesi riskini taşıyabilir” dedi. Ayrıca hareket Parlamentoda aceleyle yapılacak tartışmalar ve kış tatili arasında sıkışmış bir takvim çizelgesi ile karşı karşıya.

Konfederasyonlar, hareketin tüm bölgelere yayılmasını başardıktan sonra yeni sektörler oluşturmayı amaçlamaktadır. “Serbest meslek sahipleri, esnaflar ya da grevci istatistiklerinde sayılmayan geçici işçiler gibi greve gitmeye alışık olmayan mesleklerde hâlâ bir rezervimiz var” dedi Murielle Guilbert (Solidaires Sendikası). Marylise Léon (CFDT) da aynı fikirde: “Paris’teki yürüyüşlerimizde, bölgedeki ana örgütümüz olan temizlik işçileri sendikası, eylemde ilk kez yer aldı. Bu gösterilerde ikinci sırada sayılan işler sayıca fazladır” dedi.

Sendikalar arası birliği zedeleyecek hiçbir şey yokmuş gibi görünse de, federasyonlar bazen eylem biçimlerinin niteliği konusunda farklı görüşlere sahipler. Örneğin CGT Enerji, “Robin Hood” eylemleriyle tanınıyor; elektriksiz evlere elektrik sağlıyor ya da kamu hizmetleri, fırıncılar veya küçük tüccarlar lehine tarifeleri düşürüyor. Kimya endüstrisi, demir yolu işçileri, liman ve rıhtım işçileri ile birlikte 6 Şubat’tan itibaren yeni grev günleri planlıyor (Demir yolu işçileri için 7 Şubat’tan itibaren 48 saat grev kararı verildi). CGT Demir Yolu  İşçileri Lideri Laurent Brun meseleyi şöyle özetliyor: “Artık ekonomi üzerinde etkisi olan kilit sektörlerdeki protestoları güçlendirmeliyiz”. Ayrıca, yürütmenin görünürdeki kararlılığı karşısında grevin yenilenmesi konusu masada.

(Çeviren: Diyar Çomak)


MASKE ZORUNLULUĞU SONA ERDİ: PANDEMİ BİTTİ Mİ?

Claudia WAGNER
Telepolis

1 Şubat’tan itibaren Almanya çapında otobüs ve trenlerde solunum maskesi takma zorunluluğu ortadan kalktı. Yeni bir araştırmanın sonuçlarına göre, bu önlemin faydası şüpheliydi. Dünya Sağlık Örgütü ise, dünya çapında korona nedeniyle bir sağlık acil durumu olduğunu varsaymaya devam ediyor.

Toplu taşıma araçlarında maske takma zorunluluğuyla birlikte, kitleler tarafından hissedilen son büyük korona önlemi de düşmüş oldu. Perakende sektöründe 2022 baharında, bazı federal eyaletlerdeki toplu taşımada ise yıl sonunda sona ermişti. Şimdi de ülke çapında yerel ve uzun mesafeli toplu taşımacılıkta sona erdi. Solunum maskelerinin doğru şekilde kullanılması halinde tam olarak neyi başardığı veya başarabileceği, nisan 2020’de piyasaya sürülmelerinden bu yana tekrar tekrar gündeme getirilen bir konu olmuştu.

Cochrane bilim ağı pazartesi günü, ülke çapındaki sonuna uygun olarak, maske takmak gibi “fiziksel önlemlerin” solunum yolu virüslerinin yayılmasını durdurup durdurmadığını veya yavaşlatıp yavaşlatmadığını inceleyen deneysel çalışmaların bir analizini yayımladı. Sonuç olarak, toplum içinde maske takmanın “Grip benzeri hastalıkların yayılmasında muhtemelen çok az fark yarattığı ya da hiç fark yaratmadığı” sonucuna varıldı.

Günlük yaşam ile laboratuvar koşulları arasındaki fark, en başından beri şüphe ve spekülasyona çok fazla yer bırakmıştı, çünkü daha önce maske zorunluluğuna uyanların çoğu bunu yaparken hijyene dikkat etmemişti.

Otobüs veya metrodan çıkarken maskeden kurtulmak için yüze hızlıca “özgürce” uzanmak, sevilmeyen “paçavrayı” çantada  cüzdanın yanına hızlıca yerleştirmek, hatta maskeyi üzerinde lekeler olan bar masasına koymak, toplu taşıma araçlarında ve perakende satışta ağız-burun koruması takma zorunluluğunun getirilmesinden bu yana sıkça görülen yanlış kullanım örnekleriydi. Bu bağlamda, maske takmanın enfeksiyon kaynağı olduğu vakalar bile olmuş olabilir.

Buna ek olarak, düşük gelirli kişiler, FFP2 versiyonu zorunlu hale geldikten sonra, kısmen maliyet nedenleriyle, birkaç kez yıkanamayan tek kullanımlık maskeler taktı. Çevreye duyarlı kişiler, israfı önlemek için yıkanabilir FFP2 versiyonları edindi, ancak bunlar her zaman yüksek sıcaklıklarda yıkanmadı, mikrop taşıyıcısı oldu. Bazıları ise zaman zaman maskeyi burunlarının altına takmakla yetindi.

Son birkaç ay içinde pek çok kişi, bazı eyaletlerde ve uzun mesafe taşımacılığında hâlâ resmi olarak geçerli olan yönetmeliğe artık uymuyordu -ancak kalabalık otobüs ve trenlerde çoğunluk hâlâ “maskeli” idi; bir ila iki metre mesafeyi korumanın kolay olduğu yerlerde oran tersine döndü, maske atıldı.

Robert Koch Enstitüsüne göre, Almanya’da nüfusun yüzde 76.4’ü şu anda “temel bağışıklığa sahip” olarak kabul ediliyor ve yüzde 77.9’u koronavirüse karşı en az bir doz aşı yaptırmış durumda. Günümüzde yaygın olarak kullanılan omikron varyantı, ilk virüs varyantlarından daha bulaşıcı ancak daha az agresif olarak kabul edilmekte. Moers Akciğer Kliniğinden Thomas Voshaar birkaç gün önce Deutschlandfunk’a verdiği röportajda bu durumu “Endemik duruma geçişin tipik bir örneği” olarak nitelendirdi. Solunum virüslerinin ortadan kaldırılamayacağını vurguladı. Onlarla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz.

Teorik olarak artık kimse maske takmadığı için yargılanamayacak olsa da, maske takmama “pandeminin sonu” duygusunu veriyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (WHO/DSÖ) hâlâ kovid-19’un küresel bir sağlık acil durumuna yol açacağını varsayıyor. DSÖ’nün 30 Ocak tarihli açıklamasında, farklı bir değerlendirmeye geçişin ihtiyatlı bir şekilde yapılması uyarısında bulunuluyor.

(Çeviren: Semra Çelik)

ÖNCEKİ HABER

Bahçelievler'deki İETT kazasında şoföre tutuklama talebi

SONRAKİ HABER

İngiltere’ye sığındıktan sonra kaybedilen çocuklar: Mülteci politikasının bir sonucu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa