4 Şubat Dünya Kanser Günü | Erken tanı tedavi için çok önemli
4 Şubat Dünya Kanser Günü dolayısıyla gazetemize konuşan Hematoloji-Onkoloji Uzmanı Haldun Öniz erken tanının önemine dikkat çekti.
Fotoğraf: Evrensel
Ramis SAĞLAM
İzmir
Kanser hem dünya hem de ülkemizde ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer alıyor. Ölüm nedenlerine bakıldığında dünya geneli için yaklaşık her 6 ölümden biri, ülkemizde ise her 5 ölümden biri kanser nedeniyle gerçekleşiyor.
Günümüzde hastalığın tanınmasında ve tedavisinde yaşanan gelişmeler nedeniyle çocukluk çağı kanserlerinde tamamen iyileşme oranı erişkinlere göre yüzde 60-70'i bulmakta. Bazı tümörlerde başarı yüzde 90-95'e kadar çıkabilirken, bazılarında yüzde 40-50 civarında kalmakta.
Ülkemizde yılda 100 bin kişiden 225'inde yeni kanser görülmektedir. Çocukluk çağı kanserleri seyrek görülürken, tüm kanserlerin yüzde 1-2'sini oluşturur. Her yıl 3 bin 800 civarında 18 yaş altı çocuk kanser tanısı almakta.
Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü (UICC) tarafından her yıl 4 Şubat günü UICC ve işbirliğindeki kuruluşlarla birlikte küresel düzeyde yürütülen kampanyalarla geleneksel hale getirildi. Dünya Kanser Günü’nde, erken tanı ve çocukluk dönemdeki kalıtsal faktörlerini İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Hematoloji-Onkoloji Uzmanı Haldun Öniz ile konuştuk.
“KANSER TARAMASI ERKEN TANI İÇİN ÖNEMLİ”
Kanserin her yaşta görülmekle birlikte yaşın ilerlemesiyle sıklığının artığını belirten Öniz, yaşla birlikte genetik bozuklukların birikimindeki artışla, günümüzde yaşam süresinin uzaması ve tanı koyma yöntemlerindeki gelişmeler nedeniyle saptanabilmelerinden kaynaklandığını söyledi.
Kanserin erken belirlenmesinin bazı kanserlerde hastalığın tedavi edilebilmesi yönünden önem taşıdığını ifade eden Öniz, “Erken dönemde kanser, kişide herhangi bir yakınmaya neden olmayabilir. Yaşı ilerleyen kişilerde kanser taramaları erken tanı konulmasını sağlayabilir” dedi.
“KANSER KALITSAL BİR HASTALIK DEĞİLDİR”
Toplumda bilinenin aksine kanserin kalıtsal bir hastalık olmadığını vurgulayan Öniz, “Hastaların yüzde 80-90'ında ailesel öyküsü yoktur. Ancak hastaların yüzde 10'unda kalıtımın rolü vardır. Özellikle erişkin yaşlarda görülen kanserler çoğunlukla çevresel nedenlerden kaynaklanır ve bu nedenle genellikle yüzde 80'i önlenebilir hastalıklardır” diye ekledi.
Çocukluk döneminde görülen kanserlerin büyük çoğunluğunun nedeninin bilinmediği bilgisini veren Öniz, “Çocukluk döneminde kalıtsal faktörler de (Kromozomal kırık sendromları, Nöro-kutanöz hastalıklar, tümör baskılayıcı gen bozuklukları, vb.) kanser gelişiminde rol oynayabilir. Çevresel faktörlerin etkisi çok daha azdır. Bu nedenle çoğunlukla erken tanı koyma şansı çok daha azdır. Erişkinlerdeki gibi tarama testleri yoktur” diye konuştu.
DOWN SENDROMUNDA LÖSEMİ GELİŞİMİ
Bazı kromozom bozukluklarının, doğumsal hastalıkların ve bağışıklık sitemini bozan hastalıkların da kanser riskini çoğalttığını ifade eden Öniz, bu hastaların yakın takip edilmesi ve erken tanı konulmasını tedavi olasılığını da arttırdığını söyledi. Down sendromunda lösemi gelişme riskinin yüksek olduğunu belirten Öniz, “Ciltte yaygın sütlü kahverengi lekelerle ve bazen vücudun değişik yerlinde yumrularla seyreden nörofibromatosiste beyin tümörü ve bazı diğer kanserlerin görülme riski yüksektir. Bağışıklık sistemi bozukluklarında lenf dokusundan kaynaklanan kanserlerin gelişme olasılığı artar” dedi.
“ÇOCUKLARDA KANSERİN ÇOĞU İLK 5 YAŞ’TA GÖRÜLÜR”
Çocukluk çağı kanserlerinin çoğu ilk 5 yaşta görüldüğünü dile getiren Öniz şunları söyledi;
“Gelişmiş ülkelerde çocukluk kanserleri daha yüksek oranda görülse de çocuk sayısının yüksekliği nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde hasta sayısına daha fazla rastlanıyor. Tümör başlangıç yerine ve yayılma hızına göre çok değişik belirtiler gösterir. Bunların çoğu herhangi bir hastalığa özgü olmayan genel belirtilerdir. Sık ateşlenme, solukluk, halsizlik, boyunda ya da vücudun herhangi bir yerinde şişlik, burun kanaması, kemik ağrıları, sabahları belirgin olan bulantı ve kusma, ateşsiz havale geçirme, denge bozukluları, okul başarısında değişme, kişilik değişikliği, kilo kaybı, uzun süren ve nefes darlığı yapan öksürük, barsak alışkanlığında değişmeler bunlar arasındadır. Hastalar genellikle buna benzer yakınmalarla başvurduklarında tesadüfen tanı alırlar. Ancak riski olduğu bilinen ve yakından izlenen hastalarda erken tanı mümkündür.”
“ÇOCUKLARDA EN SIK GÖRÜLEN KANSER LÖSEMİDİR”
Çocuklarda en sık görülen kanser türünün lösemi olarak gözlemlendiğini sözlerine ekleyen Öniz, “Hastaların yaklaşık 1/3'ünü oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerde ikinci sırada beyin tümörleri gelirken, gelişmekte olan ülkelerde lenf bezi hücrelerinden lenfoma adı verilen tümörler ikinci sırada yer alıyor. İlkel sinir hücrelerinden en sık böbreküstü bezinden gelişen nöroblastom, yumuşak doku kaynaklı tümörler böbrek tümörleri, kemik tümörleri, göz tümörleri, germ hücre kaynaklı tümörler, karaciğer tümörleri ve diğer daha nadir görülen (tiroid, nazofarinks, deri vb.) tümörler şeklinde sıralanıyor” dedi.
Cerrahinin lösemilerde yeri olmadığını söyleyen Öniz, “Bazı olgularda radyoterapinin etkindir. Fakat büyüyen bir çocukta yan etkilerinin yüksekliği nedeniyle kısıtlı oranda kullanılmaktadır. Kemoterapi bir ya da daha çok ilacın belirli aralarla ya da dönüşümlü olarak kullanıldığı bir diğer tedavi yöntemidir. Tedavinin değişmez kısmını oluşturmaktadır. Tedavi yanıtına ya da hastalık riskine göre daha sonraki aşamalarda Kemik iliği Nakli ve deneysel tedaviler gündeme gelebilir” diye ekledi.
“TEDAVİYE UYUM BAŞARI ŞANSINI ARTIRIYOR”
Ailenin ve çocuğun tedaviye uyumunun başarı şansını olumlu yönde etkilediğine dikkat çeken Öniz, konuşmasını şöyle sürdürdü; “Yüksek iyileşme oranları zamanla yaşayan ve ileri yaşa gelen hasta sayısının artmasına ve tedaviye bağlı geç yan etkilerle karşılaşılmasına neden olmuştur. Bu durum göz önüne alınarak günümüzde uygulanan tedavilerin yoğunlukları tekrar gözden geçirilmeye, daha az yan etkiye neden olacak ama tam iyileşme oranlarında düşmeye neden olmayacak şekilde doz ayarlamalarına gidilmeye başlanmıştır. Çocukların risk durumları belirlenerek yüksek riskli olanlara daha yoğun tedavi verilirken düşük riskli hastalarda daha kısa kürler ya da daha düşük dozlar tercih edilmeye başlanmıştır.”