Yerlinin derisinde çizilen sömürgeci haritası: Karanlığın Yüreği
Nuray Sancar, Emekçinin Kitaplığı'na bu hafta Joseph Conrad’ın "Karanlığın Yüreği" romanını yazdı.
Fildişi Tacirleri/1912
Nuray SANCAR
Yolculuk Thames Nehri’nden başlar. ‘Serüvenciler, göçmenler, kralın ve borsadaki adamların gemileri, kaptanlar, amiraller, doğudaki ticaret yollarının karanlık korsan tüccarları, Doğu Hindistan Kumpanyasının kiralık generalleri, altın ya da şöhret peşindekiler ellerinde kılıç ya da meşale taşıyarak’ nehre karışırlar. İmparatorluk tohumlarını dünyanın ücra karanlıklarına serpmek ve uzak toprakları bütün varlıkları ve nüfusuyla mülk edinmek için bu nehrin akıntılarında neler sürüklenmemiştir ki. Polonya doğumlu, Ukrayna asıllı sonradan öğrendiği İngiliz dilinin en önemli yapıtlarını veren Joseph Conrad da bu akıntıya kapılıp Karanlığın Yüreği’ne doğru sefere çıkanlardandı. İngiliz emperyalizminin, imkanı olsa magmaya kadar inerek sönmeyen ateşi koparıp almaya azimli olduğu o zamanlarda magmaya değil ama dünyanın en dibi sayılan Afrika’nın karanlıklarına dalmıştı. Bu kitap onun Afrika’da birebir tanık olduğu vahşetin, soygunun, kırım ve kıyımın belgesidir.
Conrad’ın hikayesini, anlatıcı olarak vekalet verdiği hayali kahramanı Marlow anlatır ve yaşar. Yengesinin torpiliyle Afrika’ya giden bir ticaret gemisine kaptan olarak atanan Marlow, kıtanın kıyametine uzanan bir başka nehirde, artık derinliklerine balta girmekte olan vahşi doğanın ortasında, patronları adına hayatta kalma mücadelesi veren bir ‘memurdur.’ Bu türden memurlar ‘fatihlerin hizmetinde, sırf elde etmiş olmak için ellerine ne geçerse kapıp götüren’, önlerine çıkan her engeli deviren kendi küçük filolarının yol açıcıdırlar. Keşfedilmemiş bölgeleri beyaz bölgeler olarak gösteren haritayı; silah zoruyla olduğu kadar filoya medeniyet tohumları eksinler diye eklenen misyoner hacıların şefaatiyle; bazen de üç kuruşluk plastik incik boncuğu piyasada pahalıya giden fildişi ile takas ederek renklendirmeye çalışırlar. Haritanın sarı, yeşil, mavi renkleri emperyalizmin coğrafyadaki hakimiyet düzeylerini gösterir.
BAŞKALARININ KANI
Conrad’ın Marlow’u ‘Dünyanın fethi çoğunlukla derileri bizlerden farklı ve burunları bize kıyasla biraz daha yassı insanlardan onu çalmakla aynı anlamı taşır’ diye konuşur. Romanın kahramanı yaptığı işin nasıl ekonomik bir anlam taşıdığının farkındadır. Gördüğü her şey için tercih ettiği mesafeli alaycılığı, duygularını bastırmak için harcadığı çabanın duygularından daha çok öne çıkması anlatının etkisini arttırır. Bunun yanı sıra Karanlığın Yüreği’ni bir klasik yapan, fetih yolculuğuna çıkanları nereden ne zaman çıkacağı belli olmayan düşmanlara karşı sürekli tetikte tutan bir bilinmezliği hem kurgusu hem de biçemiyle de yansıtabilmesidir. Marlow Afrika’da şiddeti ve zulmü ile çoktan efsane olmuş Kurtz adındaki tüccarın bulunduğu yere ulaşmak için yol alırken yolculuğun başındaki gizem de ağır ağır çözülür.
Kurtz’un, etrafı ürkütücü bir ormanla çevrili istasyonuna yaklaştıklarında uzun sırıkların üstüne geçirilmiş siyah kafatasları onları karşılar. Bu, kıtanın tapusunu kral/kraliçenin düzenine teslim etmek isteyen vahşi öncülerin ne kadar ileri gidebileceklerinin işaretidir. Vicdansız fatihlere karşı oklarından başka silahı olmayan cılız ama vakur kara derililerin cüretini körelten bir görsel meydan okumadır da bu. Kazıkların üzerindeki kara derililerin asilere ait olduğu söylenir Marlow’a. Kendi toprakları için direnen insanlar için kullanılan bu kavram bugün için de ne kadar tanıdık gelir kulağa.
Beyaz adamın getirdiği medeniyet kendi doğal ortamında huzurla yaşayan vakur Afrikalıyı sadece ateşli silahla öldürmez. ‘Süreli sözleşmelerin meşru sınırları içinde sahil şeridinin gizli koy ve girintilerinden tutulup getirilen, yabancısı oldukları sevimsiz ortamlarda kaybolan, bilmedikleri yemekler’ yemeye zorlanan yerliler her durumda ölmektedir. Onların direnci nehirde süzülen geminin önünü kütüklerle tıkamak, güvertedekilerin üstüne oklar yağdırmak, yangını söndürmeye koşturulduklarında su dolu kovaların dibine delik açmak gibi yöntemlerden ibarettir. Ama ölüm ve vahşet karşısında bunlar ne işe yarar ki?
SÖMÜRGECİNİN SURETİ
Kurtz ile karşılaşıncaya kadar Avrupa’nın birçok ulusundan benzerleriyle tanışır Marlow. Birbiriyle rekabet halindeki kumpanyaların tutulmuş sorumluları ya da ayakçıları, kendi ülkelerine ganimet götürmek için çalışırken bal tutan parmaklarının da ağırlaşması için uğraşmaktadırlar. Kurtz da öyle biridir sonuçta. Kendisine ulaşılıncaya kadar, adının etrafında oluşan söylenceler sayesinde bir gizemdir bir yandan. Bu, bilinçli olarak, bir heykel gibi yapılandırılmış gizemini Kurtz, ölümünden sonra bıraktığı belgelerde şöyle açıklar: ‘Biz beyazların eriştiğimiz gelişmişlik düzeyinde mutlaka onlara (yerlilere) doğaüstü varlıklar olarak görünmek tanrısal kudretle yaklaşmak gerekir.’ Marlow onunla dalga geçer: ‘Evet ben duymuştum her şey ona aitti; benim müstakbel eşim, benim fildişim, benim nehrim… vahşi doğanın sabit yıldızları yerlerinden oynatırcasına sallayacak müthiş bir kahkaha attığını duyma beklentisiyle nefesimi tutmuştum…’
19. yüzyılda, emperyalizmin çılgın çağındaki yozlaşmanın simgesidir Kurtz. En yakın adamının elindeki fildişini almak için onu silahla tehdit eden, her nesnenin değerini kendisine ait olup olmamasıyla biçen; ürkütücü, öngörülemez, tehlikeli bir figürdür o. Üstelik sadece ticaret yapmak için orada değildir. Aynı zamanda hayvandan aşağı gördüğü, açlıklarını umursamadan hizmetçi haline getirdiği siyah derilileri insanileştirmek gibi bir misyon da yüklemiştir kendine. Emperyalizmin kibirli bir acentesi. Sömürge kumpanyasının temsili figürü, maiyetinden sürekli boyun eğme bekleyen acımasız: ‘Her adamın ilerleme mecburiyeti var. Kimse buraya nehirde mehtabı seyretmeye gelmez!’ çünkü.
Karanlığın Yüreği’nde ilerlemenin karşılığı siyah derililerin cesetleri, yaralıların ‘iç çekişi’, boşaltılan kulübeler, dumanı tüten yerler oldu… Çünkü şirket, denizaşırı bir imparatorluğu işletip meşru ticaret yoluyla hesabını tutamayacakları kadar para kazanacaktı. Sermaye el koyarak birikmeye, yayılmaya, genişlemeye böyle devam eder.
Sonuçta, yeni imparatorluklar, haritadaki bu beyaz kalmış bölgelere insaniyet ve kalkınma götürecek, kendileri de ilerleyeceklerdi!
***
Joseph Conrad’ı oryantalizme ve emperyalizme karşı yeterince tavır almadığı için eleştirenler olmuştur. Bunların arasında Edward Said ve Afrikalı Yazar Chinua Achebe de vardır. Gelgelelim üzerinde güneş batmayan bir imparatorlukta, Victoria döneminde yaşayan Conrad’ın edebiyatına ve tercihine haksızlık edildiği söylenebilir. Kendisi de Afrika’ya sömürgeci seferlerin içinde yer almıştı. Gördüklerini Marlow’un ağzından anlatan yazar, yaşadığı yüzyılın kirli yüzünü, üstelik hiç de tarafsız olmadan anlatan, emperyalizmin işleyişini çarpıcı bir üslupla aktaran olağanüstü bir kalemdir. Kitabın sonunda, Afrika’dan döndükten sonra yıllarca oradan kaptığı hastalıkların acısını çeken yazarın Kongo günlüğü yer alır. Bu günlük kısa hatırlatma notları halindedir. Muhtemelen romanın zeminini oluşturmuştur.
Karanlığın Yüreği, Erhun Yücesoy çevirisiyle Can Yayınları basımıdır.