Malatya’da depremin ilk izleri: ‘Yardım falan yok başımızın çaresiz bakacağız’
Acının, korkunun, kederin, ıstırabın, enkazdan kurtulup yaşam mücadelesi vermenin, donmamak için verilen mücadelenin, aç kalmamak için bir parça ekmek bulabilme mücadelesinin tanığı olduk Malatya'da.
Berfin Güler/Evrensel
Özkan ZÜLFİKAR
Malatya
Sabaha karşı yoğun bir gürültü patırtıyla sıçradık yataklarımızdan. Dışarı koşup yerle yeksan olmuş bir kent endişesiyle bakındık etrafımıza. Her ocak-şubat aylarında rutin olarak sallanır, “geçecek şimdi” diyerek teselli bulur, geri uyurduk. Elazığ’da üç yıl önce başladı bu rutin. İlki; bir ocak akşamında dondurucu soğukta yaşandı. Sonrası her zaman “sallanıyoruz” hissi, deprem sınanması... “Bu sefer Elazığ bitti” diye düşünürken Maraş’tan, Antep’ten, Malatya’dan, Adıyaman’dan, Diyarbakır’dan, Hatay’dan, Osmaniye’den, Adana’dan geldi acı haberler. Haberleri aramalar izledi: “Şurada şu bina çökmüş, enkaz altında kalan var. Yardım eden yok…”
Hızla mobilize olarak Malatya’ya geçtik, Emek Partisi heyeti ile birlikte. İkinci büyük deprem yolda yakaladı bizi. Şehir merkezine girince Malatya’da yıkımın, hakkında bildiğiniz bütün anlamlarının en “yıkıcı” haline tanıklık ettik. Geldiğimiz yolda bir bina yıkıldı, kapattı yolu. Kentin içlerine doğru ilerlemek istedik, yol kilit. İlerlemiyor. Kaygı ile uzaklaşmaya çalışanlar, yakınlarına ulaşmaya çalışanlar… Acının, korkunun, kederin, ıstırabın, enkazdan kurtulup yaşam mücadelesi vermenin, donmamak için verilen mücadelenin, aç kalmamak için bir parça ekmek bulabilme mücadelesinin tanığı olduk yol boyunca.
Yalnız depreme değil yoksulluğa, yokluğa tanıklık ettik. “Bir ekmek bile vermiyorlar” dedi bir depremzede. Ne denir ki…
Mahallelerde tur atmaya devam ediyoruz. Her an yola bir bina çöküp kapatabiliyor yolu. Bir mahallede bize “Yukarı çıkmayın. Araçlar kardan, buzdan çıkamıyor. Bizimle kalın. Odunumuz var” diye sesleniyorlar. Kalıyoruz yanlarında bir müddet.
-“Yardım gelmedi mi?”
-“Yok ağabey. Çadır falan yok zaten. Başımızın çaresine bakacağız.”
AFAD’da gönüllü çalışan bir kadın ateşi yakmak için yanıcı madde getiriyor. Biri hızlıca koşup odunluktan odun çıkarıyor. Evet odunluğa girmek tehlikeli ama donma tehlikesi de var. Bir anne “Kızım koş mutfakta kalan ekmeği getir” diyor. Başka biri bir avuç leblebiyi pay ediyor. Malatyalı en uzun geceyi geride bıraktı şimdi, karanlık devam ediyor. Etrafta yıkımları gördükçe aklımıza kum, demir, çimento, tuğla gibi inşaat yapı malzemeleri geliyor. Bir inşaat yapılırken kimden izin alınır? Ruhsatı kim verir? Kaç kat olacağına kim nasıl karar verir? Arsa, arazi, ada, parsel. Bilim insanları dinlenir mi? Bu binalar mühendislik harikası mı yoksa müteahhit harikası mı?
DAYANIŞMAYI ASLA UNUTMAYACAKLAR…
Elimizdeki eldiveni verelim en azından. Kürekle karı küreyelim de alan açılsın insanlara. Bir bakıyoruz üç kişi oluveriyoruz on kişi. AFAD gönüllüsü, “Beş yerde çadır sahaları açıldı. Ancak çadır yok. Yetersiz. Yeni alanlar açılacak ama çok soğuk. Çadır yoksa alan açılmasının anlamı yok” diyor. Arkadaşları enkaz kaldırma çalışması esnasında ikinci depreme yakalanıyor ve kaldırmak istedikleri enkazın kurbanı oluyorlar.
Mahalleli paylaşmayı, dayanışmayı, sevgiyi atalarından taşınan mirasla geleceğe nakşedecekler. Dayanışmayla yaralarını saracak. Ama o bir parça ekmeği de asla unutmayacak.