Halk çürüyen düzenin enkazında kaldı
Hatay'da deprem bölgesine giden Sedat Başkavak, yıkıma dair izlenimlerini yazdı.
Fotoğraf: Evrensel
Sedat BAŞKAVAK
10 ilde yıkım ve ölümlere sebep olan depremde Hatay en çok zarar gören illerden biri oldu. Depremin ikinci günü, Emek Partisi Mersin İl Örgütünden oluşturduğumuz bir heyetle İskenderun’a doğru yola çıktık. Erzin girişinde bölge GYK üyemiz, Adana il yöneticilerimiz ve Erzin-Dörtyol ilçe başkanlarımızla buluşuyoruz. Mersin Adana güzergahından otobandan devam ettiğimizde İskenderun’a yaklaşınca yol üstündeki dinlenme tesislerinde olağanüstü durum görünüyor. Sıra sıra araçlar, muhtemeldir ki Hatay tarafına gidiyorlardı. Dinlenme tesisindeki akaryakıt sırasında bekleyen araçlar, mola veren arama kurtarma ekipleri; Menemen’den, Sinop’tan, Selçuk’tan… Bolu’dan cenaze aracı ve arama kurtarma ekipleri… Farklı illerin plakaları ile ambulanslar, jeneratör taşıyan kamyonlar… Yani daha deprem bölgesine girmeden yaşanan yıkımın vahametini anlayabiliyorsunuz. Ancak 30 saat sonra hâlâ deprem bölgesine gitmeye çalışıyorlar.
İskenderun, girişinde bizi limanda yükselen dumanla karşılıyor. Limanda konteynerler yanıyor diye söylendi ama sadece konteynerler değil, limandaki otoparkta bekleyen tırlar yanmaya başlamış. Ara ara da patlama sesleri geliyordu.
İskenderun ortasından geçen E5 kara yolunun üzerindeyiz. Sağlı sollu pek çok bina yıkılmış, en kötüsü de bazı binaların yıkıntılarında yangınlar var. Ailelerini bekleyen insanlar yangınların söndürülmemesinden şikayetçi, enkazdaki yakınlarının canlıysa bile dumandan öleceği endişesi içinde bekliyorlar.
Çarşı merkezinde Emek Partisi İlçe Örgütü, Emekliler Sendikası ve pek çok kurumun olduğu iş hanı ve yanındaki bina yıkılmış. Yol kenarında aralıklı olarak yıkılan binalar ve yıkılmasa bile hasar görmüş pek çok bina var. Trafik sadece tek şeritten ilerliyor. Arka mahalle ve sokaklarda ulaşım aralarda yıkılan binalar nedeniyle neredeyse kesilmiş. Kimi sokaklara girilemezken kimilerinden sadece yürüyerek geçilebiliyor.
"KENDİ İMKANIMIZLA İŞ MAKİNESİ TUTTUK"
Geriden bakınca bir fabrikanın iki bacası zannettimiz enkazın başına gelince büyük bir apartmanın yıkıntısı olduğunu anlıyoruz. Saadet Partisi ve HDP’nin de olduğu 6-7 katlı bina neredeyse 8-9 metre boyunda bir yığına dönüşmüş. Enkaz başında bekleyen Sadet Dik “Babam dahil komşularımız hep enkazın altında, dünden beridir kendi imkanlarımızla bir kişiyi çıkardık. Kurtarma ekibi dünden bugüne, bugün öğlen geldi. Kendi imkanımızla iş makinesi tutuyoruz. Asansör boşluğunun dibindeki yangın dünden bu yana yanıyor, onu bile söndürmediler. Onlarca daire olan bir apartman 5 kişilik kurtarma ekibi. Yukarıda eli, bacağı açıkta olan insanlar var ama cansızlar” diyor.
Devlet hastanesinin yoğun bakım ünitesi ve üç dört katlı bölüm yıkılmış. Yan yana parça parça eklenen hastanenin bir kısmı ayakta dururken bir kısmı yıkılmış. Kimi hastanenin arkasından cenazesini alıyor kimi hastanenin önünde enkazdan çıkan yakınını soruyor.
Eski Dumlupınar Okulu yanında 40 kişinin altında kaldığı enkaza geçiyoruz. Yakınlarının çıkarılmasını bekleyen Ayhan Kılıç “Dün yeğenlerim kendi çabasıyla 3’ü canlı 7 kişi çıkardılar” diyor. “Bugün kurtarma ekibi geldi. İş makinesi bile getirdik ama asker izin vermiyor. ‘Makine çalışmadan yukarıdan girerek ulaşmaya çalışacağız’ dediler ama zaman geçiyor, bu gece de geçerse canlı çıkması çok zor.”
Bizim gördüğümüz tablo yüzlerce binanın yıkıldığı. Bir de tabii yıkılmayanlar var, şu an için ayakta ama ne kadar daha ayakta kalır bilinmez. Odalarının duvarları, balkonları yıkılan pek çok bina var.
İskenderun’dan Hatay il merkezine geçmek üzere yola çıkıyoruz. Belen normal zamanda bile dur kalk geçilirken araç trafiği, aralıklarla beşer, yedişer arka arkaya geçen ambulanslara zorlukla yol verirken ambulansın arkasına takılmaya çalışan araçlar trafiği daha da işlemez hale getiriyor. Belen’de gençler orta şeridin ambulanslar için boş kalması için uğraşıyor. Yol kenarında yana, öne, arkaya yatan binalar görüyoruz.
"HATAY’DA GÖRDÜĞÜMÜZ TABLO BİZİ KORKUTTU"
Amanosların eteğindeki Belen böyleyse Hatay çok kötüdür diyerek yola devam ediyoruz ve Hatay’ın girişinde gördüğümüz tablodan sabahtan bu yana enkaz gören bizleri bile korkutuyor. Heyetimizdeki arkadaşlardan biri “Hatay gerçekten de yerle bir olmuş desek yeridir” diyor. Havaalanı yol ayrımından itibaren şehir merkezi girişine kadar Serinyol girişinden itibaren yol güzergahında az hasarlı bina bile görmek mümkün olmuyor. Belen’de daha kötü bir şekilde bütün binaların yıkıldığını, ayakta duranların ise her an devrilecekmiş gibi bir yana yattığını ya da diğer binaya dayanarak durduğunu görüyoruz. 600 konutlar diye bir sitenin önünde duruyoruz. Daire çokluğuna bakınca 600 Konutlar Sitesi adını muhtemelen, konut sayısından aldığını anladığımız sitenin tamamen yıkıldığını görüyoruz. Harbiye’de oturduğunu söyleyen Ethem Kerimoğlu “Ailem iyi, buraya geldim geri de gidemedim” diyor. Elindeki bir poğaça ve suyu göstererek “Dünden bu yana yediğim tek şey” diyerek gösteriyor. 600 Konutlar Sitesi’nden enkaz altında çıkarmaya yardım ediyormuş.
Valilik ve belediyeden ilerleyerek Armutlu’ya geçiş yapmaya çalışıyoruz. Valiliğe 300 metre mesafeye kadar gelebildik ve yol güzergahında sağlam bina göremiyoruz. Yola yatan binada kurtarma çalışması yapıldığından ileriye gidemiyoruz ve ara sokaklara giriyoruz. Çevre yolu üzerinden Defne’ye geçme çabamız da sonuç vermiyor.
BU DURUMA NASIL GELDİK?
Büyük bir yıkımla karşı karşıya olduğumuz açık. Fakat bu duruma nasıl geldik, dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan depremlerin neden bu kadar yıkıcı sonuçlarını bizler ve bizim gibi ülke halkları yaşıyor, bu önemli bir soru ve sorun.
Deprem olduğunda yüzlerce kilometre öteden arama kurtarma ekibi beklemek yerine halkın örgütlenmesi ve deprem anında ne yapacaklar, arama kurtarma faaliyetine nasıl katılacaklar? Örgütlü olarak nasıl müdahale edecekler? Sorusuna cevap verilmesi lazım. Bu sorunun cevabının “Masanın kenarına çökün, elinizi kafanıza koyun” sözleri olmadığı açıktır. Gerçek bir halk örgütlenmesi, dayanışma ve kolektif iş bölümü üzerinden bir toplumsal bilinç ve görev bölüşümü üzerinden olacağı açıktır.
Tıpkı kapitalist sistem gibi binalarda eskisiyle, yenisiyle çürük. Tüm gösterişi ve heybetinin altında çöken ve çürüyen bir düzen ve onun mimari anlayışının yıkıntıları altında halk “Sesimi duyan var mı” diye bağırıyor. Fakat ne yıkıntılara yetişecek arama kurtarma ekibi var ne enkaz başında yakınlarını ölü ya da diri çıkarma derdindeki kitleleri güven vererek rahatlatacak bir örgütlenme ne de sokaklarda bekleyen kitlelerin soğuktan, yağmurdan ve kardan korunmasını sağlayacak yeterli çadır ve kıyafet. Bunca yıkıntı arasında suya bile hasret bırakan bu sistemde rantiyenin ve sermaye iktidarlarının işçi emekçi halkın sesini duyması imkansız.
Bir yanda yirmi, otuz yıllık 1-2 katlı binalar çökerken diğer yanda daha bir kaç yıl önce yapılan yeni rezidansların bile tuzla buz olduğu apartmanlar. Bir yanda yokluk, yoksulluk cenderesinde başını sokacak bir çatı bulan, alan ve yapan insanların insanca yaşam ve barınma olanaklarından mahrum emekçiler. Diğer yanda güvenlik ve ferahlık üzerinden pazarlanan gösterişli apartmanlarda ranta ve yolsuzluğa kurban edilen kitleler.