Adıyaman'dan notlar: Deprem değil sanki bomba düşmüş, devlet ölüsünü çıkarmaya dahi gelmiyor
Adıyaman yolu tarlalar tütüne gebe; buğdaya, ekmeğe gebe. Şambayat'tayız benzin istasyonlarında yakıt yok. Çalışmıyor. Adıyaman merkezden kaçanlar, çıkabilenlerin kimi kendini buralara atabilmiş.
Fotoğraf: Murat Uysal/ Evrensel
Murat UYSAL
Adıyaman
10 ilin etkilendiği merkez üssü Kahramanmaraş olan 7.7 büyüklüğündeki depremin izlerini görmek için Malatya'dan Adıyaman'a doğru yola çıkıyoruz.
Depremin ilk günlerinde kapandığını bildiğimiz Adıyaman yolundan geçiyoruz. Deprem bir dalga gibi gelip geçmiş. Yol parça parça bölünmüş. Uyarılar var ancak gece yolculuğu için yeterli olmayabilir. Nitekim yol boyunca refüje giren, yoldan çıkan birçok araç görüyoruz. Zincirleme kazalara şahit oluyoruz. Çoğunda araç bırakılıp yola devam edilmiş. Depremin ilk günlerinde ulaşımın olmadığı söylenen Adıyaman'a yine kapandığı söylenen tünelden geçerek gidiyoruz. Tünel açık. Ancak geçerken travmalar tetikleniyor. Dağı delip açılan tünel hasar görmüş. Tünel boyunca yol kenarına sürülen taş ve molozları görüyoruz, tünelin tavanından düştüğü belli. Tüneli hızla geçmeye çalışıyoruz.
Gölbaşı; batıdan doğuya otobüs ile gelenlerin soluklandığı, çayını çorbasını içtiği, soğuğuyla meşhur o durak. Gölbaşı bugün harabe. Malatya'dan gelirken "Gölbaşı düz olmuş, dümdüz olmuş" diyenlere hakkını vererek, yolun altında neredeyse sağlam bina kalmamış. Yan yatmış, üst üste binmiş katlar... Yolun altında sağlam bina tek tük. Malatya'da böyle yoğun bir yıkım görmemiştik.
Gölbaşı'da müthiş trafik var, yardım tırları, Malatya'dan çıkanlar, Adıyaman'a ulaşmaya çalışanlar hepimiz aynı yoldayız. O yolda camını indirerek başka araçtan biri sesleniyor.
-Malatya'dan mı?
-Malatya'dan
-Orası nasıl? Beter olmuş diyorlar. Haber alamıyoruz, internet yok, elektrik yok...
Gölbaşı'da manzaranın daha vahim olduğunu, Malatya'da yıkılan binaların arasında en azından sağlam binalarını olduğunu, hiç yoktan bazı enkazın başında kurtarma ekiplerine rastladığımızı, burada onu da göremediğimizi söylemeden; Malatya'da insanların tarif ettiği gibi tek kelimeyle "kıyamet" diyerek geçiştiriyoruz.
Hasar görmüş, yan yatmış binaların altındaki dükkanların camları patlamış, manavın meyveleri ortada, bir başka dükkanın başka malzemeleri öyle. Dört gün geçmiş, çalınmamış, yağmalanmamış. Öylece duruyor, başında ne OHAL'in askerleri ne başka biri var.
"BETONU KALDIRABİLİR MİSİN ELİNLE?"
Adıyaman yolu tarlalar tütüne gebe; buğdaya, ekmeğe gebe. Şambayat'tayız benzin istasyonlarında yakıt yok. Çalışmıyor. Adıyaman merkezden kaçanların, çıkabilenlerin kimi kendini buralara atabilmiş. 4 çocuklu iki aile arabalarının içinde dün geceden beri bu istasyonda. Adıyaman'da akrabalarını bırakıp gelmiş biri:
-17 akrabam binanın altında kaldı. Çocuklar, eşleri hepsi orada. İlk gün çıkarmayı denedik kendi imkanlarımızla. Toprağı kazabilir misin, betonu kaldırabilir misin elinle? Olmadı yapamadık, çocukları düşündük çıktık.
-Kimse gelmedi mi?
-Kimseler yok, kepçe yok, bilen biri yok can havliyle girdik enkaza elimizle, elimize ne geçtiyse onunla. Bağırdım duyan yok, sesler birbirine karışıyor zaten enkazdan bir şey duyulmuyor.
Sığındıkları Şambayat eski bir yerleşim yeri. Yapılar da eski. Öyle ki depremden önce, "Buralar yıkılır" dersin. Ancak yıkılan, yan yatan tek bina yok. Sıvalarda çatlaklar var. İstasyondan ayrılıp Adıyaman'a doğru devam ediyoruz.
SANKİ 71 SENE ÖNCE; ÇOCUKLAR TOPRAKTA BOĞULARAK ÖLDÜ
Sarılı kırmızılı o fay hattı haritası geliyor gözlerimin önüne, sanki üzerinde gider gibi. Çatlaklar, yarıklar, yol birbirine geçmiş. Bazı yerlerde şerit teke düşüyor. Yaylakonak Beldesine dönen ayrımdan giriyoruz içeriye. Uçsuz dağların içinden geçerek, uçurumun kenarından, daracık yollardan varıyoruz Yaylakonak'a. Beldenin girişinde iki katlı ahşap bir ev yıkılmış. Evin dibinde Mehmet karşılıyor bizi, o da bu beldeden. Mehmet anlatıyor. "Bu bina" diyor, "3 çocuk öldü" diyor, "boğularak, topraktan boğularak öldüler" diyor. Mehmet anlattıkça şimdiye dek gözümde canlandırabildiğim, Yaşar Kemal'in 1952'de anlattığı Erzurum Hasankale'yi yaşıyorum. Hasankale'de 71 sene önce böyle bir kış gününde vuruyor deprem Erzurum'u. 71 sene sene önce insanlar böyle toprak evlerde, toprağın altında boğularak ölüyorlar. Aynı Mehmet'in anlattığı gibi. Sanki 71 sene önce gibi elleriyle kazarak çıkarıyorlar ölülerini dirilerini...
"BURADA DEVLET YOK"
Yaylakonak'ta 78 insan ölüyor. Depremin 4. gününde arama kurtarma ekibi hâlâ yok. Dirilerin elleri yara içinde, kadınların ağıtları duyuluyor. Hâlâ enkaz altında insanlar var. Kaçabilen, imkanı olan çıkmaya çalışıyor eşini dostunu akrabasını kaybettiği Yaylakonak'tan. 71 sene önce olduğu gibi olmasın diye kaçıyorlar. Toprağın altındakiler gibi donarak ölmemek için kaçıyor. Kaçabilen niye kaçmasın. Köyde musluklardan su akmıyor. İçme suyu yeni yeni geliyor. Depremin 3. günü gelen çadırları köylüler hâlâ kurmaya çalışıyor. Anlattıklarına göre çadırları asker bırakmaya gelmiş. Kurmadan tarif edip gitmiş. Çadır dışında Yaylakonak'a uğramayan devletten isteği var Belde Başkanı Abuzer Aydın'ın. Öncelikli olarak temizlik için sabun peçete istiyor. Kadınların ped ihtiyacı olduğundan, bunların temin edilmesinin zor olduğundan söz ediyor.
-Burada devlet yok. 4 gün oldu AFAD ekiplerini görmedik. Musluklardan su akmıyor. Hastalıkların başlamasından endişe ediyoruz.
Yaylakonak yakınlarında Kayapınar köyüne giriyoruz. Burada çadır dahi yok. Çoğu tütün işçisi olan köylüler tütünü sakladıkları çadırlara sığınmış. Muşambadan bu çadırların üzerine battaniye atılmış, altı taşlarla kapatılmış. Ne yapsalar bu soğuğa karşı koymak güç.
Artık yönümüzü Adıyaman merkeze dönüyoruz. Adıyaman'a günlerdir ulaşmaya çalışıyoruz, depremin ilk günlerinde yolu kapalıydı, daha sonra OHAL ilanı ile birlikte girişlerin kapatıldığı söyledi. Bu nedenler Adıyaman'a ulaşmamızı geciktirdi. O günlerde Adıyaman'a dair sağlıklı bilgiye erişmekte de güçlük çektik. Fakat Adıyaman'ın daha kötü olduğunu hep duyduk.
"ŞEHİR BOMBALANMIŞ GİBİ"
Şehir merkezi adeta bombalanmış gibi. Uzun müddet sağlam binaya rastlayamıyoruz. Gelen yardımlar yol kenarlarına saçılmış, bırakılmış. Sivil halkın dayanışması dışında organizasyon yok. Yemek yine depremzedeler tarafından dağıtılıyor. Kargaşa. Şoku atlattıktan sonra Malatya ile kıyaslamaya çalışıyorum. Malatya'da dışarıdan sağlam görünen binalara rastlıyor, yıkılan bir binanın yanında 2 tane ayakta bina görebiliyorduk. Burada, Adıyaman'da yolun ortasından yürümeye özen gösteriyoruz. Devrilen devrilmek üzere olan binalar... Cemevi sivil halkın desteğiyle yardım merkezi olarak kullanılıyor. Çorba burada pişiyor, ekmek buradan veriliyor. Şehir dışından gelen yardımlar bu Cem Evinde toplanıyor.
Cem Evinin bahçesinde karşımda biri dikiliyor. Orta yaşlı, erkek, gözü yaşlı, elinde köpük tabldot. "Geçmiş olsun" diyebiliyorum. Sonra bir cesaretle "Başınız sağ olsun."
-Işığımız söndü. Bir gecede yıkıldı dünya başımıza. 3 çocuğum kaldı enkazın altında.
-Hâlâ oradalar mı?
-Çıkaramadım.
Sonra hiçbir şey diyemedim. O da demedi.
"HALA AÇILMAMIŞ BİR SÜRÜ GÖÇÜK VAR"
Daha sonra alanda inceleme yapan KESK yetkilileri ile karşılaştım. KESK Mali Sekreteri Gönül Şimşek ile konuştuk. Gıda sorunun kısmen çözüldüğünü söyleyen Şimşek, "En büyük sorun barınma sorunu. Evlerin tamamı yıkılmış durumda insanların sığınabilecekleri bir alan yok. Çok az sayıda ihtiyacı karşılamayacak kadar AFAD çadırı var. Hâlâ açılmamış bir sürü göçük var" diyor.
"KARDEŞİMİN ÇENESİ KİTLENDİ SOĞUKTAN"
Daha sonra aynı bölgede elinde bir tas çorba ile bir kız çocuğu yaklaşıyor. Yanakları al al, kabuk tutmuş. Dudakları kurumuş, catlamış. Derya 15 yaşında.
-Gazeteci misin abi?
-Gazeteciyim. Kaç yaşındasın, burada mı kalıyorsun?
-15 yaşındayım, parkın orada kalıyoruz. Yemek almaya geldim.
-Kim kim kalıyorsunuz orada, çadırınız var mı?
-Var abi annem bir de iki kardeşimle kalıyoruz. Çadır çok soğuk abi sobamız yok. Soba getiriyorlar elektrikli. Bizim elektriğimiz yok, şehirde elektrik yok ki. Dün gece abi kardeşimin çenesi kitlendi soğuktan çok soğuk.
Derya Adıyaman merkezinde konuştuğum ikinci üçüncü kişi, o da gelip kendi anlatıyor derdini. Yetkili yok, devlet yok, dışarıdan birini gördüklerinde sesleri duyulur umuduyla konuşuyor hepsi.
"SAĞLIK HİZMETİ VERİLECEK KOŞUL VE ORTAM YOK"
Adıyaman Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Eş Başkanı İbrahim Halil Aydın da orada. Hastanelerin yıkıldığını, Adıyaman'da tek hastanenin hizmet verdiğini anlatıyor: "Alanda çalışan sağlık personeli sayısı yetersiz. Adıyaman'ın sağlık personeli şu anda hizmet veremeyecek durumda. Adıyaman'da sağlık hizmeti verilecek koşul ve ortam da yok. Depremden önce biz defalarca söyledik kocaman bir ilin bir hastane ile olmayacağını anlattık. İki hastane yıkıldı insanları bir hastaneye hapsettiler. O hastane de şu an hizmet veremeyecek durumda. Hastanede hizmet verilemeyecek kadar büyük eksikler var. Yalnızca bir acil bir ameliyathane var, bu nedenle hizmet verilemiyor"
SOBA VE EL FENERİ
Cem Evinden çıkarken Derya'nın annesini ve kardeşlerini görünce yanlarına gidiyoruz. Derya'nın annesi anlatıyor: "Çocuklarımla balkondan atlayarak kaçtık. Hâlâ şoktayız, gerçek mi rüya mı bilmiyoruz. Hepimiz bir gecede evsiz kaldık. İki battaniyeyle geceyi geçiriyoruz. En büyük ihtiyacımız soba. Elektrikli soba veriliyor, elektriğimiz yok. Soba olsa belki bir yemek kaynayacak ama o da yok. Geldiğimizden beri ilk kez bu çorbayı yiyoruz. Çok zor, başına gelmeyen bilmez. Ben çocuğumu ekmek almaya göndermeye kıyamazdım. Şimdi sokakta kalıyoruz. Eski hayatımızı, imkanlarımızı arıyoruz, yok. Gece oluyor dışarısı karanlık, ışık yok. Tuvalete götüremiyorum çocuklarımı karanlıkta. Soba istiyoruz, bir tane fener istiyoruz, korkuyor çocuklar, sarılıyorum bir şey yapamıyorum"
Yaşamayan bilmez.
Şehrin içine doğru ilerliyoruz. İnsanlar ateş başında bekliyor. Enkazların önündeler. Hiç çalışmasına başlamamış enkazlar var. Malatya'da da bunları görüyorduk ancak Adıyaman'da çalışmaya başlanmayan ev sayısı çok daha fazla, yıkıldığı gibi duruyor, harabe. Sohbet ediyoruz ateşin başındakilerle.
-İki cenaze çıktı burada. Daha içeride bir sürü insan var.
-Çalışma yok mu?
-Yok. Cenazemizi de biz çıkardık, kimse gelmedi.
Büyük gruplar halinde enkaz başında bekliyor bir başka yerde insanlar. Bir genç yaklaşıyor.
-Hangi kanal?
-Evrensel
-Anca bizimkiler görüyor bizi zaten. Bir Allah'ın kulu gelmedi ağabey buraya, kimse yok. Twitter'dan sesimizi duyurmaya çalışıyorduk onu da kapattılar. Adıyaman diye aşağıda bir yere götürüyorlar kameraları Adıyaman burası Adıyaman yıkıldı.
ENKAZI KOKLUYOR "BURADA CANLI YOK"
Bir sokak sağlı sollu yıkılmış binalar. Burası muhtemel yoldu şimdi molozların üzerine basarak geçiyoruz. Bunun gibi birçok yol var enkazdan kapanmış, hâlâ açılmamış. Hava kararıyor bir yere sığınmanın telaşında insanlar. O esnada yanından geçtiğimiz enkazın başında bağrışmalar duyuluyor. Kepçe operatörü ile depremzedeler kavga ediyor. Kavga büyüyor, akrabalar araya giriyor. Aşağı inerken bağırıyor depremzede:
-İnsan minsan çıkaramaz bu burada.
Küfürler hakaretler. Yanına yaklaşıp birinin soruyorum.
-Neyin kavgası bu?
-"Ses yok kepçeyle alıp atalım" demiş operatör, o da patlamış.
-Operatör kim?
-Dışarıdan tutmuşlar.
-Önlüklüler?
-Onlar da hep akrabadır, dışarıdan gelen yabancılardır.
-AFAD yok mu?
-Göstermelik var işte. Geliyorlar kokluyorlar gidiyorlar. "Burada canlı yok" diyorlar. Köpek değil ha, köpek yok. İnsan kokluyor. Devlet ölümüzü çıkarmaya bile gelmiyor.
Adıyaman'da parası, çevresi olmayan ölüsünü bile alamıyor. Enkazların başında çaresiz bekliyor insanlar.
Gün kararıyor. Savaş alanı. Zifiri karanlık sokak lambaları dahi yanmıyor. Göz gözü görmüyor. Araba farları. Telaş, kargaşa, korku, soğuk.