Hayatı da insanca dönüştürebilmeye umutla…
"Başımızı sokabilecek bir çadır dahi yoktu. İlk vakitlerde su ihtiyacımızı bile üzerimize yağan kardan karşıladık. Bir parça ekmek dahi oldukça hayati bir önem kazandı."

Fotoğraf: Muzaffer Çağlıyaner/AA
Ekin Yoldaş KALI
Bu satırları Maraş merkezli depremlerden etkilenen yaklaşık 14 milyon yurttaştan biri olarak yazıyorum. Depremlere ailemi ziyaret etmek için gittiğim Malatya’nın Akçadağ ilçesine bağlı Ören mahallesinde yakalandım. İlk deprem bulunduğum bölgede ciddi bir hasara yol açmazken ikinci depremde neredeyse sağlam hiçbir yapı kalmadı. Elektrik ve su kesildi. Telefonlar şebeke bulamadı. Kışın en zor zamanlarından birinde, yoğun kar yağışının ve -20 dereceyi bulan soğuğun altında, evlerimize geri dönüp ihtiyaçlarımızı karşılayamadan sokakta kaldık. Evler ya tamamen yıkıldı ya da ağır hasar aldığı için sürekli devam eden artçı sarsıntılardan dolayı girilebilecek durumda değildi. Günlerce açıkta kalıp yaktığımız ateş başında hayatta kalmaya çalıştık. Başımızı sokabilecek bir çadır dahi yoktu. İlk vakitlerde su ihtiyacımızı bile üzerimize yağan kardan karşıladık. Bir parça ekmek dahi oldukça hayati bir önem kazandı. Ören küçük bir mahalle olmasına ve kış aylarında nüfusu hayli azalmasına rağmen 12 insanı kaybettik. İnsanlar yakınlarının cenazesini kaldıramadı, kimisi günlerce arabalarda bekledi.
1. günün gece saatlerine kadar bölgeye hiçbir kurum ulaşmadı. Saatler sonra gece saatlerinde gelen AFAD ise enkaz altında hâlâ yaşayanlar olmasına rağmen müdahale edemeden geri döndü. İnsanlar enkazdan yakınlarını kendi çabasıyla çıkardı. 2. gün gelen AFAD desteği ise oldukça yetersiz ve yalnızca birkaç çadırdan ibaretti. Ulaşan ilk ciddi yardım ikinci günün akşamı ODTÜ Mezunları Derneği’nden oldu. Bir tır dolusu kıyafet, gıda malzemesi, battaniye-yorgan vb. ile insanlar bir nebze olsun nefes alabildi. Daha sonra ya bireysel ya da çeşitli kurumlardan yardımlar gelmeye devam etti. Ancak insanın yaşam hakkını garanti altına almakla sorumlu olan ve mevcut koşullarda toplumsal yaşamı düzenleme görünümüne sahip olan ‘devletten’ dişe dokunur hiçbir şey gelmedi.
Deprem yalnızca maddi bir yıkıntı ve can kaybı getirmedi. Müthiş bir sosyal-psikolojik tahribat da yarattı. İnsanların doğduğu ve büyüdüğü topraklar çehresini değiştirdi. Alın teriyle edindiği geçim araçları bir çırpıda yok oldu. Aileleri, çevreleri yaşamını kaybetti. En ufak sarsıntı dahi bu insanları tetikler hale geldi. Bir suya, ekmeğe dahi muhtaç kalmanın; yanı başındaki enkazı kaldıramamanın yarattığı çaresizlik insan olmaya dair duyguları, gururu ezdi. Kim bunların sorumlusu? Bu soruyu sormamak elde değil. Hele ki tüm bunları en yakıcı haliyle yaşarken.
Ciddi bir tehlike arz eden deprem bölgesinde olduğumuz özellikle yer bilimcilerinin uzun zamandır dillendirdiği bir konu. Bilim insanı Naci Görür, Maraş’taki tehlikeye yalnızca günler öncesinden işaret etmişti. Doğanın nesnel kanunlarından ve işleyişinden kaçınmak elbette olanaksız. Ancak bilimsel olarak öngörülen bu yıkımların çok daha aza indirilmesi mümkün. Şimdi deniyor ki siyaset yapılmasın, devlet sorgulanmasın. Bugüne değin siyaset yapmayı da devletin tüm yetki ve olanaklarını da kendi tek elinde toplayanlar kimlerdi? Hatta hakkını arayana, siyasete yani toplumsal yaşamın idaresine müdahale etmeye çalışanlara yasak koyan ve baskı uygulayan?.. Tersine şimdi tam da bu soruları sormanın zamanıdır. Yaşananlar bize şunu gösterdi ki ülkeyi idare etme iddiasında ve sorumluluğunda bulunanlardan çok bizler, yani tüm bir yaşamı var edenler yine kendi yaralarımızı sardık/sarıyoruz. Birlik olduk da ayakta kaldık. Kimimiz yardım topladı, kimimiz dağıttı. Bir başkası onları ulaştırdı. Ötekisi enkazları kazdı. Ama ne yapıldıysa çok büyük ölçüde devletin yetki ve olanaklarından azade olanlar yaptı. Kuşkusuz buna devam etmeli, dayanışma içerisinde birbirimizin ihtiyaçlarını karşılamalıyız; tüm engellere rağmen. Ancak yaralarımızı sararken bir daha bu yaralar açılmasın diye de bir hesap yapmak zorundayız. Uzun zamandır ilmek ilmek dokunan bireyciliğin darlığını parçalayıp nasıl yeniden birlikte olarak, dayanışarak, üreterek hayatta kalabildiğimizi; gerçek özümüzü yani ancak toplum olduğumuzda hayatta kalabileceğimizi acı da olsa deneyimliyorsak bu deneyim ve güç gereken hesabı da gerekenden sormalı.
Memleketim Ören’e yakılan eski bir türkü vardır, Örenli Gelin… "Giderim giderim de Ören’e benzer anam Ören’e benzer/ Yıkılmış evleri de virana benzer" sözleriyle başlar. Ören şimdi tam bir viran. Ama viranı yeniden var edenler yaşamlarını bir kez daha yeniden var edecekler. Bu yıkım sırasında, hâlâ süren ve sürecek olan birliğimiz ve dayanışmamız bu gücün bizde olduğunu bir kez daha gösterdi. Viranı hayata dönüştürmenin gücüyle, hayatı da insanca dönüştürebilmeye umutla… Dayanışmayla, mücadeleyle ve sağlıcakla kalın.


Evrensel'i Takip Et