13 Şubat 2023 04:35

Duman

İskenderun’a kilometrelerce yol varken, limandan yükselen dumanlar karşılıyor bizi. Sonrasında İSDEMİR ve onlarca haddehaneler sırayla dizilmiş yolun altında, üstünde.

Fotoğraf: Murat Şengül/AA

Paylaş

Seyit ASLAN
DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Genel Başkanı

Deprem bölgesine gitmek üzere yola çıktığımızda ne ile karşılaşacağımızı kestirmek güç değildi. Televizyonlardaki ilk görüntüler yaşanan depremin ne kadar yıkıcı olduğunu görmeye yetiyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde Adana’ya vardığımızda, sokaklar aydınlık, binaların ışıkları yanmıyordu.

Deprem sonrası köylere, yaylalara ve ortak barınma yerlerine akın etmiş Adanalılar. Sabah İskenderun’a doğru yola çıkarken sokaklar boş, şehir adeta terk edilmişti. Metroya bindiğimizde neredeyse her vagona bir kişi düşecek kadar az insan seyahat ediyordu. Adana’nın en kalabalık olduğu caddeler, sokaklar boş, ne tablacı ne de tatlıcılar var.

İskenderun’a kilometrelerce yol varken, limandan yükselen dumanlar karşılıyor bizi. Sonrasında İSDEMİR ve onlarca haddehaneler sırayla dizilmiş yolun altında, üstünde. İskenderun’a girmeden bir mezarlığa yakın yerden geçiyoruz. Mezarlıktaki hareketlilik bize yaşanan can kayıplarının ne kadar fazla olduğunu gösteriyor. Mezarlıkta yüzlerce insan, arabalarla kaybettiklerini taşıyarak defnetmeye getirmişler.

YENİ BİR CANA ULAŞMA ÇABASI

Ana yoldan ayrılıp İskenderun’u birbirinden ayıran ana caddenin girişine geldiğimizde korkunç bir tabloyla karşılaşıyoruz. Ana caddenin her iki yanı bütünüyle yıkılmış. Arka sırada ve onların bir arkasındaki binalar büyük hasar almış. Mahalle aralarına giriyoruz, her sokakta yıkım, ağır hasarlı binalar... Arama kurtarma çalışmaları yeni başlamış, devam ediyor ama çok yetersiz. Bir enkazın önünde duruyoruz. Ağlayan genç bir kadın, enkazdan sağ çıkmış, elleri kolları yara içinde, yüzünde korku, kaygı, hüzün; enkaza bakıyor. Hemen üç beş metre ötede enkazın altında annesi, babası, kardeşleri ve komşuları var. Bir şey yapamamanın kahrıyla izliyor enkazdaki çalışmaları. Enkazı kaldırmaya çalışan ekipler bir anda sessizlik istiyorlar. Açtıkları tünelde sesleniyorlar: ‘Beni duyan var mı?​’ Birkaç defa tekrarlanıyor. Sonra tekrar enkazı kaldırma... Yeni bir cana ulaşmaya çalışıyorlar.

İskenderun’da depremin ardından denizin suları sokakları dolmuştu. Patlayan kanalizasyonların ağır kokusu ile limanda yanan kimyasalların kokusu birbirine karışıyor. Daha önce park olarak kullanılan, İskenderun parkı, birden millet bahçesi olmuş. Parkın daha önceki hali ile millet bahçesi arasında ne fark olduğunu sorduğumda aldığım cevap şu oluyor: “Millet bahçesi için ihale yapılmış, biraz çevre düzenlemesi, ağaçlarda yer değiştirme, birkaç bank konmuş, parkın adı millet bahçesi olmuş.” Depremden sonra millet bahçesi toplanma alanı olmuş, yardımlar oradan dağılıyor. Yardımlar yetersiz, yardım dağıtma işleri düzensiz ve el yordamıyla yapılıyor. Dağıtılan yardımlara ulaşabilenler kendini şanslı sayıyor.

HASTANEDE AĞIR ZAMAN

Gazetecileri gören vatandaşlar tepkilerini dile getirerek, yaşanan eksiklikleri anlatıyorlar. “Bizleri insan yerine koymuyorlar, yardımlar dağıtılırken hakarete uğruyoruz, aşağılanıyoruz” diye gazetecilere sorunlarını anlatmak için sıraya giriyorlar adeta. Gazetecilerin mikrofon tuttuğu bir vatandaş bütün yardımların Suriyelilere verildiğini iddia ederek, kendilerine sıra gelmediğini söylüyor, tepki gösteriyor. Oysa biz ne parkta ne de sokakta Suriyelilere rastlıyoruz. Suriyeliler varsa da sokaklarda değildi. Ama o an Suriyeli olmak başlı başına ayrımcılığa uğramaya yeterli.

İskenderun’da bütün siyasi partilerin, derneklerin, odaların olduğu devasa iş hanı yerle bir olmuş, enkaz kaldırma çalışmaları sürüyor. Oradan İskenderun Devlet Hastanesine geçiyoruz. Depremde ağır hasar görmüş, acil bölümü yıkılmış. Depremde en az zarar görmesi gereken hastane kullanılamaz hale gelmiş. Hastanenin etrafında bulunan sokaklardaki binalar da yıkılmış, hasar görmüş. Üstü açık bir pikap içinde depremde hayatını kaybetmiş üç kişi ceset torbalarına konmuş, mezarlığa götürülmeyi bekliyor. Biraz ilerde kaldırımın üzerinde bir ceset torbası... Yanında bekleyenler var, araçla alıp götürecekler.

HESABI KİM VERECEK?

Arkadaşlarımızla depremde oğlunu kaybeden bir aileye başsağlığına gidiyoruz. Mahalle iki, bilemedin üç katlı evlerden oluşuyor, evler hasar almamış. Anne ağlıyor, gözyaşı içinde. Oğlu arkadaşına gitmiş o gece, çıkamamış deprem anında, hayatını kaybetmiş. İskenderun yasa boğulmuş. Bir yanda limandan dumanlar yükselmeye devam ederken, diğer tarafta insanlar acılarıyla baş başa kalıyor. Her sokakta hüzün, gözyaşı ve öfke var. Arama kurtarma çalışmaları yetersiz, aynı sokakta yıkılan on binadan sadece ikisinde çalışma var, iş makineleri çalışıyor. Ulaşılamayan yüzlerce enkaz, televizyonlarda şimdiden mucize haberleri yayılıyor.

Bu enkaz nasıl kalkacak, yıkılan yüzlerce binanın ve kayıpların hesabını kim verecek? “Kader, fıtrat, işin doğasında var, bu afete karşı ne yapabilirdik” söylemleri... İskenderun halkının yaşamış olduğu acının tarifi yok. Öyle bir yıkım, öyle bir acı ki tarifi mümkün değil. Yaşanan bu acının ve yıkımın izleri yıllarca silinmeyecek. İskenderun halkının yardımına sağ kalanlar ve dışarıdan gelen gönüllüler koşuyor, yaraları sarmak için canla başla çalışıyor. Saatler öğleyi devirdi, Hatay’a gitmek için yola koyuluyoruz...

ÖNCEKİ HABER

Akşener: Deprem bölgesinde öncelikli ihtiyaç tuvalet ve banyo

SONRAKİ HABER

Depremzedeler İstanbul'da bulunan KYK yurtlarına yerleştirilmeye başlandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa