Halkın birbirine karşı kışkırtılması dayanışma duygularını zedeler
Depremin ilk gününde devletin “yok”luğuna yönelik tepkiler halkın birbirine karşı kışkırtıldığı politik atmosfer içinde dayanışma duygularını da zedeleyerek bir tür ayrışmaya sebep olabiliyor.
Fotoğraf: DHA
Ekinsu Devrim DANIŞ
Berivan BALKAY
İskenderun
10 ili etkileyen Maraş merkezli büyük depremin ardından birçok ilde arama ve kurtarma ekiplerinin gecikmesi depremzedeler tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Sonrasındaki birkaç gün bölge halkı kendi kısıtlı imkanları ile yakınlarını enkaz altından çıkarmaya çalışırken diğer illerden ve dünyanın dört bir yanından sürdürülen dayanışma ve yardımlar devam ediyor.
Tek adam iktidarı ise halkın öfkesinin kendi iktidarına yönelmesini engellemek ve devlete yönelik (olası) tepkileri karartmak için başta Twitter olmak üzere sosyal medya platformlarına yavaşlatma getirdi. Maraş depremi, iktidarın yönet(eme)me biçiminin halkın çıkarları ve ihtiyaçları ile nasıl çeliştiğinin kristalize olduğu bir kriz yarattı. Bu krizi yönetebilmek adına özellikle Suriyeli ve Afgan mültecilere yönelik ayrımcı ve nefret politikaları “asayiş sorunu” adı altında Maraş depremi ile bir kez daha tetiklendi. Sınıfsal çatışma ve ayrışmaların halk nezdinde gitgide somutlaştığı birkaç yıl içerisinde kaygan zeminde bir iktidar mücadelesi veren tek adam iktidarı ise; depremin yıkıcı etkilerini fırsat bilerek “güvenlik alarmı”nı aktive etmiştir.
ZORLUKLARI BİR ARADA GÖĞÜSLÜYORLAR
Özellikle sosyal medyaya yansıyan görüntülerde yağma yaptığı iddia edilen Suriyelilere yönelik şiddete de dönüşen büyük bir nefret örgütleniyor. Böylece, depremin ilk gününde devletin “yok”luğuna yönelik tepkiler halkın birbirine karşı kışkırtıldığı politik atmosfer içinde dayanışma duygularını da zedeleyerek bir tür ayrışmaya sebep olabiliyor. Ancak bölgede yaptığımız gözlemde Suriyeli ve Türkiyeli vatandaşların yıllardır oturduğu mahallelerde bugün derme çatma çadırda dahi bir arada kaldığını, bu felaketi beraber göğüslemeye çalıştığını görüyoruz. Ki yine bölgede yaptığımız araştırmalar ve gözlemlere istinaden, Türkiyeli vatandaşların yağma konusunda yalnızca Suriyeliler üzerinden sürdürdüğü bir tartışma yok. Bu tartışmayı daha çok insanlık üzerinden hem Türkiyeli hem de Suriyeli vatandaşların kendi vicdanlarına kalan bir durum olarak tarif ediyorlar. Aynı zamanda gıda “yağması” konusunda ise kısmen de olsa hak verir durumdalar çünkü insanlar aç kalmamak için bunu yapıyor.
İKİ BEZ FAZLA ALMAK…
OHAL’i savunurken “Yağma var, hırsızlık var” lafının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından çıkması ile beraber sokaklarda bir tür Suriyeli avını başlatanların olduğunu da söylemeliyiz. Ancak can pazarı ile ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan halkın öfkesinin sadece Suriyelilere yönelmediğini de belirtmeliyiz. Tırlarla gelen yardımlardan faydalanmak üzere sıraya giren vatandaşların birbirlerine yönelik tepkilerinin dozajı da katlanıyor. Birçok kişinin ihtiyacından fazlasını aldığı, stok yaptığı, marketleri yağmaladığı ve hatta açgözlü olduğuna yönelik söylemler “sabır” ve “tevekkül”ü de yeniden dolaşıma sokuyor. Bir kesim devlete duyduğu güvensizlik ve yalnızlık hissi ile yarınını göremeyip belki iki tane fazla çocuk bezi aldığı için “açgözlü” ilan edilirken; bir kesim ise halktaki vicdan, sabır ve tevekkül eksikliğinden yakınarak devletin sorumluluğunu göz ardı ediyor. Hatta depremde yaşanan bu yıkımda devletin sorumluluğunu mümkün mertebe göz ardı edip, kader telkini üzerinden sorumluluğu hükümetin sırtından almaya çalışır şekilde bir çalışma sürdürüyor.
Mevcut durumun önümüzdeki süreç açısından farklı sonuçlar doğurabileceği göz ardı edilmemeli. Özellikle deprem sonrasında dayanışmak için gelen gönüllü gruplar çekilmeye başladığında tarikat ve cemaatlerin halkın yardıma muhtaçlığı üzerinden bir etki alanı yaratması olası. Hükümetin yıllardır besleyip büyüttüğü bu tarikatların ekonomik olarak çok güçlü olması bu krizi kendileri için fırsata çevirmenin bir olanağı. Mezarlıklarda bulunan çeşitli tarikat ve cemaat mensubu kişilerin ailelerin yanına gidip cenazelerine dua okuyup “Kaderdir önüne geçemeyiz, Allah verdi bu canı Allah aldı” gibi telkinlerle insanların gözlerini gerçekten uzaklaştırmaya çalışan bir tutumu var. Dolayısı ile “dayanışma”yı sadece sivil toplumcu bir yardım ekseninde örgütlemek ya da bununla sınırlamak depremzedelerin “yardım bekleyen” pozisyonda kalmasına sebep olacaktır. Bu durum ancak halkın kendi dayanışmasını kendi örgütlediği, somut sorumluluklar üstlendiği ve yarınını kendi inşa ettiği bir pratikte aşılabilir.