Bu şehirleri yıkan kapitalist kâr hırsıdır
İnsan hayatına ne kadar önem verdikleri ortada, dolayısıyla biz kendimiz bu işe müdahil olmadığımız sürece kentlerimizin asla güvenilir olamayacağını görüyoruz.
Fotoğraf: DHA
Berkant TATLI
İTÜ ŞBP Bölümü
6 Şubat sabahı çok kötü bir güne uyandık. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.7 şiddetinde ve daha sonra yine Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde 7.6 şiddetinde deprem meydana geldi. Bu deprem 10 ilde büyük yıkımlara neden oldu. Peki, böylesi bir yıkıma neden olan şey depremin kendisi mi?
DEPREM VERGİLERİMİZ NEREDE?
Bundan tam 24 sene önce, 1999’da meydana gelen Gölcük depremi, şüphesiz Türkiye’nin gördüğü en büyük depremlerden biriydi. Özellikle Marmara Bölgesi çevresinde büyük yıkımlara ve 18.373 kişinin ölümüne sebep oldu. Tabi ki bu kadar büyük bir afet, kaçınılmazdır ki, beraberinde büyük bir ekonomik yıkımı da getirdi. O dönemde depremin yol açtığı ekonomik kayıpları gidermek, yeni oluşacak depremler için önlemler alabilmek, toplanma alanları, deprem bilincinin gelişmesi gibi harcamaların finanse edilebilmesi için geçici süreliğine bazı yeni vergiler hayatımıza girdi. Bu vergiler; Ek Gelir Vergisi, Ek Kurumlar Vergisi, Ek Emlak Vergisi, Ek Motorlu Taşıt Vergisi, Özel İşlem Vergisi ve Özel İletişim Vergisi’ydi. Kanunun ismi ve çıkarılma sebebi dolayısıyla, bu vergiler halk arasında “Deprem Vergisi” olarak bilinmektedir. Bu vergiler arasında kalıcı nitelikte olan sadece Özel İletişim Vergisi (ÖİV)’dir.
Gelelim asıl meseleye, resmi kayıtlara göre 2000 yılında ödemeye başladığımız ÖİV’in 2022 yılında açıklanan tahsil edilen tutarı 87 milyar 998 milyon 600 bin liradır. “Peki nerede bu para?” dediğimizde ise ilk hata burada karşımıza çıkıyor. Belirli bir amaç için toplanan Deprem Vergisi’nin ayrı bir fonda toplanması ve bu amaç uğruna harcanması gerekirken, bu vergide diğer bütün vergiler gibi bütçe gelirinin içerisine aktarılıyor. Aslında bu para deprem eğitimleri için, tatbikatlar için, toplanma alanları için ve olası bir depremde oluşabilecek yardım için, gıda yardımı için harcanması gerekiyordu. Ancak toplanan bu Deprem Vergisi bütçe gelirine aktarıldığı için, günümüzde gördüğümüz depremde yıkılan duble yolların yapımında, 3. köprü inşaatında ve mega projeler diye adlandırılan projelerde kullanılmak suretiyle, çeşitli yolsuzluklarla yapılan ihaleler doğrultusunda yandaş şirketlere aktarıldı. Hadi diyelim çok maliyetli görüldüğü için deprem vergileriyle ev yapılmadı, ama bu devlet uygun bir deprem planı bile hazırlamadı, tamamen sermayeye kullandı bu parayı. Kısaca özetleyecek olursak, asıl olay toplanan bu deprem vergisiyle yaşanılabilir, depreme dayanıklı, güvenilir kentler inşa edilebilecekken, insan canından ziyade çeşitli inşaat şirketlerinin kasası düşünülerek harcanmasıdır.
DEPREM VERGİLERİ NE İÇİN KULLANILMALI?
Deprem vergileri ile toplanan miktar, depreme karşı birçok ihtiyacımızı çözebilecek bir miktar. Bu para ile kentler depreme hazır hale getirilebilir. Kentler açısından en acil alınması gereken önlemler alınmalıdır.
İstanbul açısından bakacak olursak, İBB’nin de yayınlamış olduğu çeşitli deprem kitapçıklarına baktığımızda İstanbul’un da depreme hazır olmadığını görmüş oluruz. Beklenen büyük Marmara depreminin özellikle İstanbul ve çevre illerinde büyük yıkıma yol açacağı öngörülüyor. Evet depremin önüne geçemeyiz ama can kayıplarının önüne geçebiliriz. Bunu için alınması gereken en acil önlemlerden birisi deprem toplanma alanlarının belirlenmesidir. 1999 depreminden sonra belirlenen toplanma alanları üzerine bugün AVM, rezidans inşa edildiği bilinmektedir. Bu toplanma alanlarına inşa edilen yapılar en hızlı şekilde tavsiye edilmeli ve üzerinde geçici kentlerin kurulabileceği, elektrik, su, ısıma gibi temel ihtiyaçların karşılanabileceği altyapıya sahip olup olmadıkları tespit edilmeli ve eğer yeterli altyapıya sahip değilse gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Depremleri afet haline getiren bir diğer önemli problem ise şehir içi ulaşım aksaklığıdır. 1999 Gölcük depreminde de 2023 Maraş depreminde de bunu gördük. 1999 depreminden sonra 3 yıl süren çalışmayla “Acil Ulaşım Yol Ağı” belirlenmiştir. Fakat günümüze baktığımızda ise acil ulaşım yollarının bir kısmı kapatılmış, bir kısmı da otopark haline getirilmiştir. Günümüzde yapılması gereken en acil önlemlerden biri de “Acil Ulaşım Yol Ağı”nın gözden geçirilerek tekrar belirlenmesi, toplanma alanlarıyla entegre hale getirilmesi, bu arterlerin güçlendirilmesi ve bu arterler üzerinde park yasağı getirilmesidir.
Anlattığımız şeyler yapılamayacak şeyler değildir. Neden yapılmadığı konusuna gelecek olursak, günümüz hükümetinin sermayeyle kurduğu bağ bir kez daha gözler önüne seriliyor. AKP hükümetinin kentleşme politikası, tamamıyla kamusal güvenilirlikten uzak sadece kentsel ranta dayalı. Keza mega proje diye bahsedilen Kanal İstanbul projesi de kapitalist sisteminin gözünün insan hayatını hiçe sayacak kadar döndüğünü gösteriyor. İstanbul ağzına kadar dolu ve depreme hiç hazır olmayan bir şehir. Kapitalistler buna rağmen rant politikaları yoluyla yerleşimleri kuzeye doğru genişletmeye ve kenti büyütmeye çalışıyor. Keza imar affıyla riskli yapıların devlet eliyle meşrulaştırılması da bunu bir örneği.
TAMAMEN KUMA DÖNMÜŞ ENKAZLAR
1999 depreminden sonra yayınlanan birçok bina yapım yönetmeliği ve 18 Mart 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan “Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği”nin amacı, yeni yapılacak binaların deprem etkisine uygun şekilde tasarımının yapılması ve mevcut binaların deprem etkisi altındaki performanslarının değerlendirilmesi, güçlendirilmesiydi. Ancak çok acı bir şekilde görüyoruz ki inşa edilen binaların neredeyse hiçbiri bu yönetmelikler doğrultusunda yapılmamış. Adeta hiç denetim olmadan yapılmış. İnşaat sermayesinin, insan hayatıyla kurduğu bağ tam olarak bu. AKP’nin, inşaat sermayesiyle kurduğu bağ ise tamamıyla teşvik. İnşaat sermayesine teşvik o kadar fazla ki elinde az bir sermayesi olan insanı bile, saman altından yürüttüğü çeşitli vaatlerle -denetimlerin olmaması gibi- zenginleşebilmeleri için inşaat sektörüne itiyor. Artık bu yapı inşa süreci halktan ve emekçilerden tamamen kopmuş, devlet ve müteahhitler arasında imza törenine dönen, hiçbir kamusal perspektifi olmayan, hiçbir kamu yararı gözetilmeyen, tamamıyla kâr amacı gözetilen bir duruma dönüşüyor. Kahramanmaraş depreminde gördüğümüz gibi birçok binanın enkazında kalıp halinde beton bile kalmamış, yapı tamamen kuma dönmüş durumda. Burjuva sisteminin insan hayatına verdiği önem bu. Zincir o kadar uzun ki Maraş’ın bir köyünde yapılan bina burjuva sisteminin çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor. Dolayısıyla biz kendimiz bu işe müdahil olmadığımız sürece kentlerimizin asla güvenilir olamayacağını görüyoruz. İnsan hayatına ne kadar önem verdikleri ortada. Bu hükümet mi ev yapacak depremzedelere?