14 Şubat 2023 04:23

Acıdan ders çıkardık: Şili nasıl başardı?

Büyük depremlerden sınırlı insani ve maddi kayıpla çıkabilen Şili'deki deneyimi Recoleta Belediye Başkanı, Mimar Daniel Jadue ve deprem üzerine çalışan Dr. Marcelo Lagos ile konuştuk.

D. Jadue fotoğrafı: Ministerio Bienes Nacionales (CC BY 2.0) M. Lagos fotoğrafı: Kişisel arşiv

Paylaş

Elif GÖRGÜ
İstanbul

6 Şubat depremlerinin insani felakete dönüşen yıkıcı sonuçları, bir yandan Türkiye’nin kendi deprem geçmişinden çıkarmadığı dersleri gündeme getirirken, diğer taraftan ders çıkaran benzer ülkelerin deneyimlerini de yeniden hatırlattı. Bu ülkelerden biri şiddetli depremlerin sıkça görüldüğü Güney Amerika ülkesi Şili.

Şili’de büyük depremlerin sınırlı ölüm ve yıkımla sonuçlanmasının nedenleri özellikle önem kazanıyor.

Bu deneyimi bugün Şili’nin başkenti Santiago’nun güneyindeki bir belediye olan Recoleta’nın Belediye Başkanı, Mimar ve Şehircilik Yüksek Mühendisi Daniel Jadue ve depremler üzerine çalışan olan Dr. Marcelo Lagos ile konuştuk.

Jadue, son başkanlık seçimlerinde Şili Komünist Partisinin de başkanlık için aday adayıydı.

Lagos ise, Şili Papa Katolik Üniversitesi Coğrafya Enstitüsünde afet riskinin azaltılması alanında eğitim veriyor. Şili’de sırasıyla 8.8, 8.2 ve 8.4 büyüklüğündeki 2010, 2014 ve 2015 depremleri ve tsunamileri ile ilgili risk ve kentsel planlama çalışmalarına, aynı zamanda Japonya ve Latin Amerika’da deprem ve tsunami araştırmalarına da katılmış bir isim ve bu alanda 25 yıllık deneyimi bulunuyor.

Jadue ve Lagos’a 6 Şubat depremlerine dair gözlemlerini ve Şili’nin depremden öğrenme sürecine dair deneyimlerini sorduk. Ayrı ayrı yaptığımız söyleşileri birleştirerek yayımlıyoruz. 

GÖZLEMLEDİĞİMİZ YIKIM BİLİMSEL DERSLERİN ALINMADIĞINI GÖSTERİYOR

Türkiye depremlerini değerlendirme fırsatınız oldu mu? Maddi ve insani sonuçlara ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Daniel Jadue: Titiz bir değerlendirme yapma fırsatım olmadı, ancak basında gördüklerimiz, dünyanın bu bölgesinin bu büyüklükteki depremlerle başa çıkmaya ne kadar alışkın olmadığı konusunda bir fikir veriyor. Bunun, bölgenin maruz kaldığı muazzam insani ve maddi kayıpların temeli olan bir zayıflık olduğu açık.

Marcelo Lagos: Türkiye’deki depremler çok daha karmaşık bir sorunun, buz dağının görünen kısmı. Bugün, acil durum bağlamında, haberlerin çoğu depremlere odaklanıyor, sorunu doğallaştırıyor, dışsal hale getiriyor. “Doğal” felaket deniyor, “Her zaman olur” deniyor. Bu, onlarca yıldır bu depremlerin risk denklemini tamamlaması için kırılganlık koşullarını inşa eden karar vericilerin sorumluluklarını bulandırıyor.

Türkiye’deki felaketin sonuçları, depremlerin özellikleri ve şiddetleri ile onlara maruz kalan unsurların hassaslığının bir birleşimidir.

Bu nedenle, sismik ülkelerdeki yapıların bu tehlikelerle birlikte var olacak şekilde tasarlanması önemlidir. Afetin büyüklüğünü etkileyen diğer unsurlar ise nüfusun yoğunluğu, ana depremin meydana geliş zamanı ve artçı depremlerin sıklığı ve büyüklüğüdür.

İnsan yerleşimlerinin altında veya yakınında, sığ odaklara sahip, doğrultu faylar (ya da doğrultu atımlı faylar) üzerinde meydana gelen depremler çok tehlikelidir. Birincisi, yeni bir büyük deprem üretmeye yetecek enerjiyi biriktirmek için genellikle yüzyıllara ihtiyaç duymaları nedeniyle ki bu da tehlikelerini görünmez kılarak bir dokunulmazlık yanılsaması yaratır. İkinci olarak, kırılma meydana geldiğinde ve depremi hissettiğimizde, enerji salınımı hızlı ve yoğundur ve yapıları daha yüksek gerilimlere maruz bırakırlar.

Türkiye’de gözlemlenen devasa maddi hasar, bizi felaketin temel nedenleri hakkında düşünmeye sevk etmeli. Bunlar çoğunlukla tarihle, iktidar/güç dağılımıyla, ideolojiyle ve bunların kalkınma sürecindeki risk ve afet yaratan rolleriyle ilgilidir.

Gözlemlediğimiz yıkım, bize önceki depremlerden ve sismik bölgelerde yaşamak için var olan tüm bilimsel ve teknik bilgilerden ders alınmadığını gösteriyor. Depremler insanları öldürmez, ancak gevşek standartlar, kötü inşa edilmiş, bakımı ve denetimi kötü binalar ve zayıf yönetim öldürür.

KENDİ HATALARINDAN DERS ALAN VE BUNLARI DÜZELTEN BİR TOPLUM OLDUK

Türkiye gibi Şili de bir deprem ülkesi ve dünyanın en büyük depremlerinden birçoğu burada yaşandı. Ancak, görünen o ki hasar ve kayıplar genellikle sınırlı oldu. Şili’nin depremlerle ilgili tarihi ve deneyimleri nedir? Maddi ve insani kaybın az olduğu bu sonuca nasıl varıldı?

D.J: Gerçekten de Şili, cumhuriyet tarihine eşlik eden yüksek şiddette depremlerle dolu bir geçmişe sahip.  Her zaman iyi sonuçlar elde ettiğimiz ise doğru değil. Başlangıçta depremler ülkemiz için de yıkıcıydı ve sıfırdan inşa edilmesi gereken koca şehirler kaybettik. Kıyı ülkesi olmamız bu durumu daha da kötüleştirdi. Nadiren de olsa depremleri güçlü gelgit dalgalarının ve tsunamilerin takip ettiği ve depremlerin kendisinden bile daha büyük hasara yol açtığı durumlar oldu. Ancak aynı deneyim, yetkilileri depremden sonra inşaat gereksinimlerini sıkılaştırmaya zorladı ve yüzyılı aşkın bir süre boyunca bu, kendi hatalarından ders alan ve bunları zaman içinde düzelten bir toplum yarattı.

Bu öğrenme birkaç açıdan gerçekleşti. İlk olarak hem yapısal güçlendirme hem de ülkenin uzun ve dar coğrafyasında sahip olduğu toprak türlerinin daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ile inşaat sektörünün ve devletin kendi sorumluluklarını geliştirmesine olanak tanıyan bir süreç işledi.

İkinci olarak, bilgi eksikliği veya yanlış bilgi nedeniyle gereksiz risklerden kaçınmaya çalışarak, uyarılara verilen yanıtın zamanında, verimli ve etkili olması için vatandaşlara yönelik uyarıların zamanlamasını ve onları eğitme süreçlerini iyileştirme ihtiyacını öğrendik.

Üçüncü olarak da şehirlerimizi, kasabalarımızı ve köylerimizi, altyapılarını ve tabelalarını doğal afet durumunda hızlı tahliye ihtiyaçlarına göre uyarlayarak hazırladık.

1939 DEPREMİNİN AĞIR SONUÇLARI İTİCİ GÜÇ OLDU

M.L: Şili dünyanın en sismik ülkelerinden biri, burada yer sürekli hareket ediyor, bu her zaman böyle oldu. Depremler yerli halklarımızın kozmik vizyonunun bir parçası ve 16. yüzyılın ortalarından bu yana yazılı tarihimizin, kültürümüzün yanı sıra ülkemizin tarihine de damgasını vuran çok sayıda büyük ve devasa deprem yaşandı. Bu nedenle, sismik tehlikeyle yaşamak sürekli bir öğrenme süreci olmuştur. Her büyük depremde dersler çıkarılmakta, hazırlıklı olma ve dayanıklılık konusunda adım adım ilerlenmektedir.

Depremlerle yaşamaya yönelik temel çabalar 20. yüzyılın ilk on yıllarında, her ikisi de 8.3 büyüklüğünde olan 1928 ve 1939 depremlerinden sonra başladı. 1939 Chillan depremi, tespit edilen 5 bin 685 kurbanla ülkemizde en çok can kaybına yol açan -daha yüksek olduğuna inanılıyor- olay olmuştur. Bunun ağır sonuçları, depreme dayanıklı inşaat için tasarım standartlarının titizlikle uygulanmasının ana itici gücü oldu ve bu titizlik günümüzde de devam ediyor. Ardından gelen her büyük depremde, 1960’taki dev depremden (9.5) ve 2010’daki depremden (8.8) sonra olduğu gibi standartlarımız geliştirildi ve daha zorlu hale getirildi. Bugün, depreme yönelik standardımızın temel ilkelerinden biri, deprem sırasında binaların yıkılmaması, ağır hasar görmüş olsalar bile sakinlerinin yaşamlarının garanti altına alınması gerektiğidir.

Deprem tasarım standartlarımızın evrimi zaman içinde sınırlı hasarla sonuçlandı ve bu da bizi daha iyi bir toplum haline getirdi. Ancak, henüz her şeyi çözmüş değiliz. Unutulmamalı ki normlarımızın sağlamlığı, bunların uygulanması ve denetlenmesi, yaşadığımız depremlerin yüksek tekrarlanma oranıyla ilgili. Ve toplum olarak bunlara doğru bir şekilde tepki verdik.

Türkiye ve Şili sismik bölgelerde yer alıyor, ancak biraz farklı depremlerimiz var. Şili’de büyük ve tekrarlayan depremler, okyanussal bir levhanın kıtasal bir levhanın altına itildiği yitim depremleridir. Yitim zonları dünyadaki en büyük depremlerin meydana geldiği yerler olmakla birlikte, özellikleri Türkiye’deki son depremlerden farklı ve bu da tehlikelerini kısmen azaltıyor. Bu nedenle, standartlarımız öncelikle, genellikle tsunamilerin eşlik ettiği yitim depremleri için tasarlanmıştır. Bu, diğer deprem türlerinin olmadığı anlamına gelmez, ancak düşük frekansları nedeniyle henüz bunlar için ayrıntılı standartlara sahip değiliz.

Şili’de son yıllarda, afet risk yönetimi ve halkın öz bakım davranışlarında kademeli iyileşmelerle sonuçlanan büyük yitim depremleri yaşadık. 2010 depreminde (8.8) 525 kişi hayatını kaybetti ve bunların üçte birinden fazlası tsunamiden kaynaklandı. 2014 Pisagua (8.2) ve 2015 Illapel (8.4) depremlerinde sırasıyla yedi ve on beş can kaybı yaşandı. Açıkçası, bunlar Türkiye’dekilerden çok farklı rakamlar, ancak biz de yaklaşık 20 milyon nüfusu ve yatay kentsel yayılmanın hâlâ yüksek katlı yapılaşmaya üstün geldiği şehirleriyle daha küçük bir ülkeyiz.

FELAKETİ ÖNLEMEK ÖNCELİKLİ

Deprem sonrası kurtarma deneyimleriniz nelerdir?

D.J: Önlemeye daha fazla önem veriyoruz ve kurtarma çalışmaları gelişiyor olsa da, önleme ve hızlı müdahale cihazları can kaybı olasılığını azalttığı için giderek daha az gerekli hale geliyorlar.

M.L: 2010 depremi, yıkılan yapılardaki insanların kurtarılması için bir dönüm noktası oldu. Bu olayda sadece birkaç bina hasar görmüş olsa da, uluslararası deneyim ve iş birliği, ulusal kurtarma ekiplerinin oluşturulmasına ve güçlendirilmesine olanak sağladı.

Şili’nin de -istisnalar olsa da- sağcı hükümetlerle dolu bir geçmişi var ve ülkeniz neoliberalizmin laboratuvarı olarak biliniyor. Ancak buna rağmen, deprem konusunda, insanları koruyan sıkı kurallara/düzenlemelere sahip olmayı nasıl başardınız?

D.J: Bu konuda Şili’nin temel eğitimini, neoliberal devrimden önce, devlet tarafından özel sektöre dayatılan bir öğrenme süreciyle gerçekleştirdiğini düşünüyorum.

M.L: Şili’de çoğu hükümet (sağ veya sol) farklı büyüklükteki felaketlerle uğraşmak zorunda kaldı. Odak noktası, afet yönetimi ve yeniden yapılandırma süreçlerine dayalı olarak esasen reaktiftir (çözüm odaklı). Kuralların dikkatle uygulandığı, teknokratik yaklaşımlar hakim oldu. Aynı yaklaşım, hâlâ büyük zorluklarla karşılaştığımız, afetten etkilenen toplulukların iyileştirilme süreçleri için ise geçerli değil. Yukarıdakilerden bağımsız olarak, yasal konularda hükümetlerimiz de “doğru” yapmanın siyasi öneminin farkında oldular.

Şili’nin ekonomik kalkınma modeli yatırımları koşullandırabilecek kalıcı bir risk olarak depremi içermektedir, bu nedenle insan kaynakları eğitimi, deprem sigortası ve sismik dirençli teknolojiler ülkemizde bütün bir pazardır. Bununla birlikte, odak noktasının yitim depremleri olduğu ve aktif yüzey fayları tarafından üretilenler gibi diğer deprem türlerine odaklanılmadığı unutulmamalı.

DERSLER BİLİNÇTEN ÇOK ACIDAN GELDİ

Depreme dayanıklı inşaat/mimari için mevcut kurallara ulaşılmasında toplumsal mücadele bir rol oynadı mı?

D.J: Kent hakkı ve bununla ilgili her şey için talepler, ülkemizdeki toplumsal mücadelenin merkezinde yer almadı. Dersler bilinçten çok acıdan geldi.

M.L: Şili’deki toplumsal mücadeleler esas olarak özgürlük, adalet eksikliği, yoksulluk ve eşitsizlik söz konusu olduğunda tetiklenmiştir. Buna karşılık, depremlerle yaşamaya yönelik standartlarımız, önleme ve güvenliği garanti altına alma konusunda devlet ile teknik kurumların karşılıklı müdahalesiyle oldu. Ülkemizin her yurttaşının gurur duyduğu birkaç normdan biridir bu.

NESİLDEN NESİLE ÖĞRENİLMİŞ BİR DEPREM KÜLTÜRÜ VAR

Şili’de toplum ve örgütleri de hazırlık ve kurtarma süreçlerine katılıyor mu? Nasıl?

D.J: Kurtarma çalışmalarının çok azı kurumlarda yer almaktadır, ancak Şili halkı, özellikle devleti ve tepki verme kapasitesini zayıflatan neoliberalizmin uygulanmasından sonra, kurtarma ve yeniden inşa aşamalarında dayanışmanın temel olduğu gerçeğine alışmıştır.

M.L: Şili’de deprem kültürü var, depremler nesilden nesile insanlarımızı etkiliyor, deneyimlerini paylaşıyor ve öğreniyorlar. Son 13 yılda büyüklüğü sekizin üzerinde olan üç deprem yaşadık ve bunların hepsine tsunamiler eşlik etti. Bu olayların meydana gelmesi, acil durum yönetimi ve idaresine yönelik protokolleri güçlendirdi. Hazırlıklı olma açısından, tahliye tatbikatları ve eğitim faaliyetleri sürekli olarak yürütülmektedir.

Kurtarma faaliyetleri çoğunlukla itfaiyeciler ve acil durum yönetimiyle ilgili sivil kuruluşlar tarafından yürütülüyor. 

Şili’nin yaşanan yıkımdan sorumlu olanlardan hesap sorma konusundaki deneyimleri nedir?

D.J: Günümüz hukuku, hasarın kabul edilebilir olandan daha büyük olduğu durumlarda yapımda yer alan profesyonellerin sorumluluklarını takip etme konusunda oldukça sert ve planlamacıların, inşaatçıların ve tasarımcıların sorumlulukları, hasara neden olan sorumluluğa bağlı olarak açıkça belirlenmiş durumda.

M.L: Şili’de, standartlara göre inşa edilmiş ancak depremde yıkılan yapılarla ilgili özel vakalar var. 2010 yılında meydana gelen depremde (8.8) Concepción şehrinde sadece bir bina tamamen çökmüş, diğer birkaç binada önemli hasara yol açmıştır. Sorumlu taraflar için sonuçlar esas olarak ekonomik nitelikte ve etkilenen binanın sahiplerine tazminat ödenmesiyle sonuçlanıyor; bu eylemler, çok sayıda yasal boşluk nedeniyle her zaman hızlı da değil.

Genel olarak, Şili’de sorumluluk arayışı beklemede olan bir konu. Örneğin, depremlerin yol açtığı tsunamiler kıyılardaki insan yerleşimlerinde büyük yıkımlara yol açtılar ve buna ilişkin sorumluluklar hâlâ eksik.

BİZİM DE EKSİKLİKLERİMİZ VAR

Hâlâ tamamlanması gereken eksiklikler olduğunu düşünüyor musunuz?

D.J: Hâlâ yapılması gereken iyileştirmeler olduğuna inanıyorum zira bu konularda adaletin yerini bulması uzun zaman alıyor ve zamanında tecelli etmeyen adalet, adalet değildir.

M.L: Hâlâ bekleyen sorunlarımız var, standartlarımız, özellikleri nedeniyle daha da tehlikeli olabilecek diğer deprem türlerini bir kenara bırakarak, çoğunlukla yitim depremleri olarak tekrarlanan deprem türlerine odaklanıyor. Aktif faylar üzerindeki kortikal veya yüzey depremlerinin dikkate alınmamasının yanı sıra tsunami ve büyük toprak kaymaları gibi depremlerin tetiklediği ikincil doğal süreçlere ilişkin düzenlemelerin eksikliği mevcut.

TÜRKİYE HALKININ GÜVENLİ VE ONURLU YAŞAMA HAKKI VAR

Son olarak, bu konuda Türkiye halkına bir mesajınız var mı?

D.J: Bu günlerde yaşadığımız tüm acılar için Türkiye ve Suriye halklarına dayanışma duygularımı ve taziyelerimi iletmek istiyorum.

M.L: Felaketler doğal değildir, insan kararlarıyla zaman ve mekan içinde inşa edilirler. Gerçeklerden de anlaşılacağı üzere, Türkiye sismik tehlikeler söz konusu olduğunda daha fazla aynı şeyi yapmaya devam edemez. Mevcut sosyal, siyasi ve ekonomik tercihlerin bu göreve yardımcı olmadığını düşünürsek, görev karmaşık bir hal almaktadır. Türkiye halkının onurlu ve güvenli yaşama hakkı var, burada dünyanın güneyinde, depremlerle yaşamanın mümkün olduğunu biliyoruz.

ÖNCEKİ HABER

'Depremde delil karartma' iddiası: Evrak ve dosyalar savcılık kararıyla tutanakla teslim alınıyor

SONRAKİ HABER

Yasin Çakır Un fabrikası işçileri İskenderun’da: Yaraları sarmak için birleşelim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa