14 Şubat 2023 05:01

Yapılacaklar belli, olanak var; tek eksik halktan yana siyasi irade

İnşaat Mühendisi İsmet Doğan Maraş’ta yaşanan depremlerin ortaya çıkardığı sonuçları ve atılması gereken adımları yazdı.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

İsmet DOĞAN
İnşaat Mühendisi

1999 Marmara depremleri sonrasında ülke gündemine giren deprem konusu 24 yıldır birçok boyutuyla konuşuldu ülkemizde. Özellikle, İstanbul’da olması beklenen depremin hem insan hem de ekonomik olarak yaratacağı kaybın tahmini boyutu nedeniyle de gündemdeki yerini hep korudu.

Ancak, konu her ne kadar çok fazla konuşulsa da sonuca yönelik, olası hasarları azaltmak için yapılacaklar konusunda kayda değer bir ilerleme yaşanmadı.

YAPILAN YANLIŞLAR NE?

Bir afeti değerlendirirken süreci; afet öncesi, afet anı ve afet sonrası şeklinde birbirinden ayırarak değerlendirmek gerek. Bu sadece deprem değil tüm afetler için gereklidir.

Afet öncesi; olası afet tanımlanır, bilimsel analizler yapılarak riskler belirlenir, risk azaltma politikaları belirlenir, halkın afet konusunda eğitimi için planlamalar yapılır. Risk faktörlerinin ortadan kaldırılması için belirlenen tedbirler sahaya uygulanır.

Afet anı ve sonrası için afet yönetim planları, kriz yönetim planları, gerekli alet edevat, lojistik destek malzemeleri vs... planlanır.

Afet anı; arama-kurtarma faaliyetlerinin hayata geçirilmesi, yaralıların tedavisinin sağlanması, hayatını kaybedenlerle ilgili gerekli işlerin yapılması ve enkaz kaldırma işleri.

Afet sonrası, hasar tespiti ve maddi kayıpların hızla yerine konulması, psikolojik rehabilitasyon desteklerinin organizasyonu. Kabaca süreç bu şekilde olmalı.

Görüldüğü gibi bir afet süreci ele alınırken asıl yapılacak işler afet öncesi iken ülkemizde en az konuşulan bölüm burası oluyor. Afet anında (Afetin büyüklüğü ile orantılı olarak) 3 gün ile 10 gün arasında çok yoğun, her kafadan bir sesin çıktığı, bilimsel bilgilerin hurafelerin arasında boğulduğu bir süreç yaşanıyor. Sonrasında TOKİ konutları, siyasi şovlar vs…

24 yıldır deprem konusu ülkemizde bu şekilde konuşuluyor. Asıl konuşulması gereken afet öncesi süreç asla gündem olamıyor. Yasal mevzuat, malzeme kalitesi, inşaat tekniği, gerekli ekipman ve iş gücü anlamında herhangi bir eksiklik yok. Beklenen depremin tahmini yıkıcı etkisi ile ilgili tahminlerde de sorun yok. Başımıza neyin geleceğini biliyoruz. Yani riskler de belirlenmiş durumda.

Örneğin İBB Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğünün web sayfasında sokak, mahalle, semt, ilçe ölçeğinde çok detaylı analiz ve tahminler var. Yapı envanteri büyük oranda çıkarılmış durumda.

1999 depremlerinden önce inşa edilmiş yapılar, ister ruhsatlı-izinli olsun, ister tamamen kaçak olarak inşa edilmiş olsunlar beklenen İstanbul depremine karşı riskli yapı olarak kabul edilmelidir. Çünkü 1999 Marmara depremleri yasal mevzuat ve malzeme kalitesi anlamında yapı inşa sisteminde köklü değişimlere sebep olmuştur.

  • Bu depremlerden önce yapı inşa edilecek bölge için zemin araştırması zorunlu değildi, zeminin durumu incelenmeden yapılar inşa edildi.
  • Hazır beton yoktu, inşaatlarda ilkel ortamlarda beton hazırlanırdı.
  • İnşaat demiri kalitesinin ölçülmesine imkan yoktu, merdiven altı atölyelerde hurda malzemeler eritilerek elde edilen çelikler kullanılıyordu,
  • Deprem yönetmeliği çok yetersizdi, eksik ve yanlış yaklaşımlar içeriyordu.
  • Yapı inşa süreci denetimden uzaktı, denetçi mühendis ücretini müteahhitten almak durumundaydı. Yani denetlenen kendisini denetleyecek olanın patronuydu. Doğal olarak denetleme mekanizması göstermelikti.
  • Teknoloji ve inşaat kalitesi çok düşüktü.

Tüm bu sorunlar 1999 depremlerinin yıkıcı etkisi ile ortaya çıkmış ve depremi takip eden ilk yıllarda en azından yasal mevzuat anlamında ciddi, köklü değişikler, düzenlemeler yapılmıştır:

  • Deprem Yönetmeliği
  • Yapı Denetim Yasası
  • Türkiye deprem bölge haritasının hazırlanması
  • İnşaat malzemeleri üretimi ile ilgili standartların zorunlu hale getirilmesi gibi çok önemli kanun ve yönetmelikler hayata geçirildi.

MEVZUATIN YENİLENMESİ TEK BAŞINA ÇÖZÜM DEĞİL

Bu düzenlemeler ile yapı inşa sürecinde ciddi iyileştirmeler yapıldı. Ancak yasal mevzuatın düzeltilmesi sorunların ortadan kaldırılması için tek başına yeterli değildir. Denetleme sürecinin takibinin yapılmaması, kamusal yetkilerin kullanılmasındaki esnemeler, rüşvet gibi sebeplerle inşa süreci yasal mevzuat ve projelerden sapmalara uygun durumdadır. Yapı inşa sürecinin en önemli ayaklarından biri denetim sürecidir. Yapı denetim süreci dediğimiz şey, (basitçe) bir yapının proje ve ekleri ile mevcut yasa ve yönetmeliklere uygun yapılıp yapılmadığının denetlenmesi işidir.

1999 depremlerinden önce tamamen göstermelik durumdaydı. O tarihteki mevzuata göre denetim işini maaşı müteahhit tarafından ödenen teknik uygulama sorumlusu (TUS) adı verilen bir mühendis veya mimar üstlenirdi. Ancak denetlenen (müteahhit) ile denetleyen (TUS) arasındaki para ilişkisi, yani TUS’un maaşını müteahhitten alıyor olması denetim sürecini baştan işlevsiz hale getiriyordu. Çünkü müteahhitler kendilerini projeye uygunluk konusunda zorlayan değil, şantiyeye hiç uğramayan mühendis ve mimarları tercih ediyorlardı.

Depremler sonrası hazırlanan 4708 sayılı Kanun 21.06.2001 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Meslek odaları, üniversiteler ve diğer bilim çevrelerinden görüşler alınarak hazırlanan kanun ne yazık ki Mecliste birçok kesintiye uğrayarak yayımlandı. Meslek odaları, üniversiteler ve bilim insanlarının önerdiği kanun teklifinde;

  1. Denetleyen ile denetlenen arasında para ilişkisinin kesilmesi,
  2. Müteahhitlerin kendisini denetleyecek yapı denetim şirketlerini seçememesi,
  3. Kanunun tüm Türkiye’de ve her yapı inşasına zorunlu kılınması maddeleri yer alıyordu.

Yasa yayımlandığında denetlenen ile denetleyen arasındaki para ilişkisi kesildi. Denetim bedeli ruhsat aşamasında müteahhit tarafından kamu hazinesine (mal müdürlüğü) yatırılıyor ve denetim aşamalarına göre denetçi firmaya ödeniyor. Bu konunun çözülmesi çok önemliydi.

DÜRÜST DENETÇİLER PİYASADAN SİLİNDİ

Ancak yukarıdaki ikinci maddenin kanun teklifinden çıkarılması birinci maddeyi kadük bıraktı. Para ilişkisi kesilmiş ancak müteahhit kendisini denetleyecek denetim firmasını kendi seçebiliyordu. Bu madde nedeniyle tıpkı TUS sürecinde olduğu gibi, kanunun gereğini yerine getirmeye çalışan, dürüst, meslek etiğine sahip denetim firmaları müteahhitler tarafından seçilmedi ve kapandılar. Denetim süreci müteahhitlere “Sorun çıkarmayan” denetim firmalarına kaldı. Bu saçma durum ancak 2019 yılında, yani depremden tam 20 yıl sonra değiştirildi. Mevcut mevzuatta yapı denetim firmaları denetleyecekleri yapılara bilgisayar ortamında otomatik olarak atanıyor. Tam 20 yıl boyunca yapı denetim süreci bu madde yüzünden darbe yedi.

Geçtiğimiz hafta yaşanan depremlerde yıkılan yeni tarihli binalara bu gözle bakmak gerekir. “Yapı Denetim Kanunu” var ama acaba ne kadar uygulanabildi?

Kanun önerisi içerisindeki 3. madde de Mecliste kuşa çevrildi. Kanun yayımlandığı 2001 yılında sadece 19 pilot ilde uygulanması karar alındı. Örneğin bu depremde çok büyük yıkımların yaşandığı Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Şanlıurfa bu 19 pilot il içinde yer almadı. Kanun tüm Türkiye’de 2011 yılında uygulanmaya başladı. Mesela Kahramanmaraş’ta 1999 ile 2011 yılları arasına inşa edilen yapılarda bu kanun uygulanmadı. Yıkılan binaların içinde bu binaların oranı özel bir inceleme konusu olmalıdır.

TOKİ İNŞAATLARI KANUN KAPSAMI DIŞINDA KALDI

Yine kanun önerisinde yapılan değişiklik ile tüm kamu binaları (hastane, belediye-valilik binaları, havaalanı, afet yönetim binaları, vb. her türlü kamu yapısı) Yapı Denetim Kanunu kapsamından çıkarıldı. Mesela TOKİ inşaatları da bu kanunun kapsamının dışına çıkarıldı. Son yaşanan depremlerde yıkılan hastane, valilik konağı, havalimanı, belediye binalarına bu açıdan da bakmak gerekir.

Bu kanun kapsamında olmasa da, bazı belediyeler ruhsat projelerinin meslek odalarınca incelenmesi zorunluluğunu getirmişti. Ancak bu zorunluluk da zaman içerisinde iptal edildi. Mevcut durumda ruhsat projeleri sadece yapı denetim firmaları tarafından incelenip onaylanmaktadır.

Kanun teklifinde yapılan bu deformasyonlar depreme dayanıklı yapı inşası için en önemli basamak olan denetim aşamasının istenildiği gibi hayata geçmesini engelledi. Son depremlerde yıkılan ve inşa tarihleri itibarıyla mevcut yasal mevzuat kriterlerine göre yapılmış olması beklenen yapılar ilk aşamada inşa denetim sürecinin doğru yapılmadığını akla getirmektedir.

Özetle; 1999 Marmara depreminden sonra hayata geçirilen mevzuat değişiklikleri ve inşaat malzemelerindeki standartifikasyon nedeniyle mevzuat anlamında yapı inşa süreci depreme hazır hale getirilmiştir. Ancak, denetim sürecindeki boşluklar ve suistimale karşı alınmayan önlemler sağlıklı yapı üretiminin önünde engel olarak durmaya devam ediyor. Son depremde yaşanan yeni inşa tarihli yapılar bunun ispatıdır. Mevcut yapı stoku ile ilgili belirlenen bu riskleri azaltmak için yapılacaklar da belli aslında.

Deprem bilincini arttırmak için gerekli eğitimler sivil toplum örgütleri ve bazı kamu kurumları tarafından (Yeterli düzeyde olmasa da) sağlanıyor. Yani, afet öncesi bölüme ait adımların büyük kısmı da tamamlanmış durumda. Eksik olan maddeler;

  • Risk faktörlerinin ortadan kaldırılması için belirlenen tedbirlerin sahaya uygulanması,
  • Afet anı ve sonrası için afet yönetim planları, kriz yönetim planları, gerekli alet edevat, lojistik destek malzemeleri hazırlanması.

KAOSU İZMİR DEPREMİ GÖSTERMİŞTİ

2 maddede ne kadar eksik kalındığı, ortada bir afet yönetim planı olmadığını, alet edevat olarak ne kadar eksik kalındığını son depremlerdeki geç müdahale ve yaşanan karmaşadan anlıyoruz. Aslında 2 yıl önceki İzmir depreminde yıkılan 6 bina için arama-kurtarma çalışmaları ve sonrasındaki süreçte yaşananlar hatırlanırsa şimdiki büyük yıkımda yaşanan kaosun normal olduğu anlaşılacaktır. Afetin yıkıcı etkisini, mal ve can kayıplarını ortadan kaldıracak (En azından en aza indirecek) birinci madde de yapılacak işlerle ilgili ise neredeyse hiçbir şey yapılmadı. Depremle ilgili risk faktörlerinin ortadan kaldırılması için;

  • Riskli olduğu belirlenen yapıların dönüşümünün sağlanması,
  • Altyapı sisteminin revize edilmesi,
  • Yeni imar planları yapılırken riskli alanların dikkate alınması,
  • Bilimsel olarak belirlenmiş risklerin ortadan kaldırılması için gerekli politikaların uygulanması gerekmektedir.

BELİRLEYİCİ OLAN SİYASİ İRADE

Bu politikaların hayata geçirilmesi siyasi iktidarın iradesine bağlıdır. Yapı inşa sürecinin, deprem dayanımlı, güvenli, konforlu, yaşanabilir yapı üretimi olacak şekilde örgütlenmesi gerekmektedir. Bu süreç, çok zorlu, ekonomik olarak ciddi bütçeler gerektiren ve daha da önemlisi doğru planlanmış ve esneklik göstermeyen, uzun yıllara dayanan, inatçı, kararlı bir iradeye ihtiyaç duyuyor.

Öncelikle maddi açıdan böyle bir bütçeye sahip miyiz? 1999 depreminden sonra geçici olarak hayata geçirilen ancak sonrasında kalıcı hale gelen ve bugün hâlâ devam eden deprem vergisi ile halktan toplanan para yüz milyar liranın üstünde bir rakama ulaştı.

MEGA PROJELER YERİNE GÜVENLİ KENTLER KURULABİLİRDİ

AKP iktidarı boyunca “mega projeler” adı altında yapılan işlere milyarlarca dolar harcandı. Ödeme garantisi verilen kara yolu, köprü, havaalanı, tünel ve hasta garantili şehir hastanelerine milyarlarca dolar daha ödenecek. Yine AKP iktidarında satılan yüzlerce kamu iktisadi teşekkülünden milyarlarca dolar bütçeye girdi. Dolar kurunun belli bir seviyenin üzerine çıkmaması için bütçedeki 128 milyar dolar birkaç hafta içinde yok edildi.

Yani aslında niyet kentsel dönüşüm, kentin depreme hazırlıklı hale getirilmesi olsaydı aradan geçen 24 yılda heba edilen yüzlerce milyar dolar ile İstanbul kenti çok büyük oranda dönüştürülmüş olurdu. Bugün hâlâ bu iradeyle hareket geçilse, israf edilen, yanlış ve gereksiz projelere ayrılan paralarla bu dönüşüm sağlanabilir. Ancak bugünkü iktidarın planları arasında böyle bir şey yok.   

TÜM KARARLAR RANTIN ARTIRILMASI İÇİN!

Çünkü hepimiz biliyoruz ki, mevcut yapı inşa sektörü ranta dayalıdır. Alınan her türlü karar, çıkarılan kanunlar, yasal ve yasa dışı süreçler bu rantın arttırılmasına yöneliktir. Mevcut siyasi iktidarın da kaygısı bu rantı arttırmaya yönelik olarak şekilleniyor. İstanbul’da bir avuç kalmış yeşil alanların, orman arazilerinin imara açılması, neredeyse 2 yılda bir çıkarılan imar afları ile kaçak yapılaşma teşvik edildi, İmar Barışı Kanunu ile binlerce riskli bina yasal hale getirildi.

Her yıl yıkıcı depremlerin yaşandığı ülkemizde riskli yapıların dönüştürülmesi için çalışmak gerekirken, geçtiğimiz ekim ayında TBMM’ye iktidar ortağı BBP tarafından sunulan yeni imar barışı kanun teklifi, iktidarın planlarının içerisinde deprem dayanımlı yapı üretiminin olmadığının en açık göstergesidir.

Riskli yapıların dönüşüm süreci büyük bütçeler gerektiriyor. İktidar bu ekonomik yükü üstlenmemek için kentsel dönüşüm adını verdiğimiz süreci müteahhit ve arsa sahipleri arasında rant paylaşımına dayalı bir ticari süreç boyutunda yürütmektedir. Bu nedenle rantın düşük olduğu, işçi ve emekçilerin yoğunluklu yaşadığı bölgelerde dönüşüm sağlanamamaktadır. Kent nüfusunun büyük bölümünün yaşadığı bölgelerde riskli yapılar depremi beklemeyi devam etmektedir.

Sonuç olarak; depremini bekleyen İstanbul’da riskler belli, ne yapılacağı belli, nasıl yapılacağı belli, yapacak iş gücü, teknoloji mevcut, maddi güç, basit kararlarla hazırlanacak durumda. Tek eksik var: Halkın güvenliğini, halkın taleplerini ve bilimin gereğini yapma iradesi gösterecek bir iktidar.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

MTA raporu: Yollar, raylar, duvarlar, tarlalar yer değiştirdi

SONRAKİ HABER

İstanbul'un ilçe ilçe, mahalle mahalle deprem risk haritası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa