14 Şubat 2023 14:24

Siyaset Bilimci Zeynep Gambetti: İktidarda kalmak insan hayatından öncelikli

Zeynep Gambetti: "Devletin yok olması, bir parti tarafından yutulması, bir partinin kendi vizyonunu ve çıkarlarını, kamunun çıkarlarıyla eş tutması ve devletin sahibiymiş gibi davranması söz konusu."

Fotoğraf: Kişisel arşiv

Paylaş

Serpil İLGÜN

“Millet devletle el ele yaraları sarıyor, Anadolu’da yine 15 Temmuz ruhu!”

Yeni Şafak, 13 Şubat’ta bu manşetle çıktı. Binlerce insanın enkaz altındaki yakınlarını kurtarmak için yalvar yakar kurtarma ekibi aradığı, aç açıkta kalmış milyonlarca insanın bir tas çorbaya, bir battaniyeye erişemediği günlerden başlayarak Yeni Şafak dahil, iktidar medyası mucize kurtuluş haberlerini, depremin nasıl 'asrın felaketi' olduğunu, dağların bayırların nasıl yarıldığını, hem devletin yaraları sardığını, halkın nasıl devletine destek olduğunu, “liderimiz Erdoğan"ın pusulasıyla bu felaketin de atlatılacağını anlattı, anlatıyor. Bu 'sosyal medya yalanları' ve ‘nerede bu devlet’ diyen provokatörler de olmasa bir pürüz kalmayacak ama şükür onlar da hallediliyor!

Ve fakat, iktidar ve medyası günlerdir gazetelerden televizyonlara, internet sitelerinden trollere, ellerindeki muazzam medya gücüne rağmen bu “her şey yoluna girmiş” algısını yaymayı başaramıyor, bunu gördükçe de öfkeleri daha da kabarıyor. Yıkıntılardan ilk kurtarılmaya çalışılan “her şeye kadir büyük lider Erdoğan” imajı, “nerede bu devlet” çığlığını bastıramıyor.

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zeynep Gambetti’yle her şeyin önüne geçen bu algı yönetimini, “devlet nerede” çığlığının adresini, devlet algımızı ve AKP’nin devleti nasıl dönüştürdüğünü konuştuk.

Gambetti ayrıca, günlerce ortalıkta görünmedikten sonra düzenlediği grup toplantısında iktidarı eleştiren herkesi paylayan MHP lideri Bahçeli’den duymaya alıştığımız, ancak bu kez AKP’nin bazı çevreleri için “özgül ağırlığını” kaybeden AKP’li Bülent Arınç’tan gelen “seçimler 2023’te yapılsın” çağrısını da değerlendirdi.

 “Nerede bu devlet” feryadı sadece depremi yaşayan on binlerce insanın değil, toplumun çok geniş kesimlerince de sorulan bir soru oldu ve hızla “devlet yokmuş” tespitine evirildi. Bu bozulup hasar alan “devlet nerede” çığlığının adresi neresi? Devlet algımızla, karşımızdaki devlet yapısı uyuşuyor mu?

Buna, parti-devletin devletten nasıl farklılaştığı sorusuyla başlamak gerekiyor çünkü bir kavram kargaşası da var.

Nasıl?

Parti-devlet kavramı, devletin tüm kurumlarını ve işleyişini ele geçirmiş bir siyasi partiyi ifade etmek için kullanılır. Seçmenin belli bir kısmının oylarıyla hükümet kurmaya, devlet yönetmeye hak kazanmış bir siyasi partinin devletin tamamını kontrol altına almasından bahsediyoruz. Bu kavram, özellikle 2015-2016 dönemecinden sonraki AKP’yi çok iyi tanımlıyor. Devletin yok olması, bir parti tarafından yutulması, bir partinin kendi vizyonunu ve çıkarlarını, kamunun çıkarlarıyla eş tutması ve devletin sahibiymiş gibi davranması söz konusu.

Vatandaş olarak “nerede bu devlet” diye feryat ederken, sadece bir siyasi partiyi anlamıyoruz, ondan çok daha kapsamlı idari yapılar bütününü anlıyoruz. Gerek merkezi gerekse yerel idareler, belediyeler, Meclis, yargı, üniversiteler, kamu iktisadi teşekkülleri, milli park idareleri… bütün bunlar kamu adını verdiğimiz ve kamu faydasını temsil eden devlet kurumlarıdır. “Kamu” terimi, halkın tamamına ait olan, halkın tamamının faydasını gözeten anlamına gelir. Hükümet ise, sadece geçici bir süre için devlet kaynaklarını yönlendiren partilerden oluşur. Devlet, hükümetlerin değişiminden etkilenmeyecek şekilde süreklilikle donatılmış kurumlar bütünüdür. Örneğin Anayasa Mahkemesi, HSK, TSK her hükümet değişiminden etkilenmeyecek iç işleyiş yapılarına sahiptir.

DEVLET, İÇİ BOŞALTILMIŞ KURUMLAR HALİNE GELDİ

AKP bu ilişkiyi, dolayısıyla devlet mimarisini nasıl dönüştürmüş oldu?

Hikayeyi az çok biliyoruz. Bu ülke, cumhuriyetin ilanından beri parti-devlet kavramına yabancı değil. İlk parti-devlet CHP idi. Ve ne yazık ki ondan sonraki siyasi partilerin çoğu da devletin sahibi olma refleksini aşamadı. AKP’nin dönüşümünü Evrensel’in de yazarlarından Cihan Tuğal’ın tespitiyle anlatmak faydalı olur; Tuğal, yumuşak totaliterizmden sert totaliterizme geçişten bahsediyor. Bence bu önemli. Belirttiğim gibi 2015-2016 dönemecinde, devlet kurumlarının kendi özerk yapıları kayyımlarla, yönetmeliklerle, OHAL kararnameleriyle yıkıldı; kurumlar büsbütün iktidara bağımlı hale getirildi. Hukuki çerçeve bu iken kadrolaşma açısından baktığımızda kurumların içine yandaş doldurulduğunu görüyoruz. AKP iktidarının çatlamaya başladığı bu dönemeçte Fetullah Gülen Cemaati’nin tasfiyesiyle, rıza üzerine kurulu fetih mekanizmaları terkedildi. Devlet kurumlarını içeriden fethetme taktiğinin yerini tepeden inme kadrolaşma aldı. Kurumlar niteliksiz, liyakatsız, seviyesiz kadrolarla dolduruldu. Amaç, yandaş rant ve imtiyaz ağını genişletmek, devletin bütününe yaymak idi. İşte, AFAD’ın başına bir ilahiyatçının getirilmiş olması da bunun göstergesi.

Bu yapı beraberinde, “Cumhurbaşkanının, liderin talimatı” olmadan hareket edemeyen, işlemeyen bir tabloyu önümüze koymuş oldu ve ne yazık ki başka olaylarda da karşımıza çıkan bu durum depremde de değişmedi.

Maalesef değişmedi. Parti-devletler, tarih boyunca karizmatik liderle anılagelir. Şöyle bir denklem oluşur: Lider eşittir parti, eşittir devlet! Devlet, kendi aklı olmayan, kendi değerlendirme ya da takdir kapasitesi olmayan, içi boşalmış kurumlar bütünü haline gelir. Liderin talimatı olmadan hareket edememe tespiti doğru tabii ama bu imtiyaz ağı içinde olan herkes bir anlamda AKP ve Erdoğan’la birlikte hareket etmek zorunda. Hak etmedikleri kadrolara oturanların, imtiyazdan faydalananların da hukuksuz ve denetimsiz bir gasp ve rant ağı içinde olduklarını biliyoruz, görüyoruz. Deprem bunu tüm çıplaklığıyla, çirkinliğiyle gösterdi. Müteahhitlerden tutun bunlara izin veren yapı denetim müdürleri ve belediyelere kadar hükümetin suç ortağı olan çok geniş halkalar var. Bunlar da AKP’ye mecburlar, çünkü dümen suyundan çıktıkları anda imtiyazlarını kaybedecekler, yargılanacaklar. Kamu kaynaklarını talan eden bir örümcek ağı söz konusu.

HER ŞEYE KADİR OLMA, ALGI YÖNETİMİNİN BİR PARÇASI

Liyakatsizliğin, kapasitesizliğin dışında önemli bir sorun da şu, ne dersiniz? Örneğin Maraş’ta veya Hatay’da yakın zamanda şu büyüklükte bir deprem olacağı bilgisi var, öngörülmüş. Dolayısıyla öngörmeme durumu yok ama gördüğü halde harekete geçmiyor, tedbir almıyor.

Bence bu çok önemli bir soru. Burada, tam da depremde devletin neden yok olduğunu açıklayabilecek çarpıcı gelen birkaç noktayı ifade etmek istiyorum. Birincisi, AKP devletin bizzat sahibiymiş gibi davranıyor. Örneğin Hatay’da bir UMKE çalışanı, ayağında terlikle kurtulmuş bir kadın depremzedeye ayakkabı vermeyi reddediyor, kadın ısrar edince, “burası benim depom!” diyebiliyor. Ya da yine Hatay’da çok da zarar görmemiş Yapı İşleri Müdürlüğü binası içindeki dosyalarla birlikte yıkıldı biliyorsunuz. Avukatlar buna itiraz edip engellemeye çalışınca Yapı İşleri Müdürü “burası benim!” diyerek müdahale etmelerine izin vermiyor. Bir taraftan bu, “burası benim” anlayışı dururken, diğer taraftan AKP’nin oy potansiyelinin düşük olduğu Hatay gibi bölgeler kendi kaderine terk edildi, yani AKP’li olmayan sahiplenilmedi. Hak ve haklılık üzerinden değil, güç ve güçlülük üzerinden kendini kurgulayan bir yönetim anlayışı var. “Gücüme güç katan benimdir, dışımda kalanı yaşatmam” anlayışı. İkincisi, her şeye muktedir olma, her konuya kadir olma gibi bir fantezi üretilmeye çalışılıyor. Bu tabii ki algı operasyonun bir parçası. Çünkü belirttiğiniz gibi depremin olacağı çok belli, uzmanlar uyarmış, buna rağmen hükümet hazırlıksız yakalandı, bilimsel ve akılcı saiklerle hareket etmediği ortaya çıktı. İyi hizmet veren güçlü devlet imajı uğruna deprem vergileri duble yol yapmak için harcanmış örneğin. Bu ne demek? Popülist bir zihniyetle vatandaşın gözünü boyayacak ve oy devşirecek projeler dışında bir yetkinlik geliştirmemiş bu devlet. Rant ve imtiyaz alanı açma konusunda uzmanlaşmış sadece! İktidarda kalmayı garanti altına almak, insan hayatından daha öncelikli. Bunu çok acı bir şekilde görmüş olduk yeniden.

ALGI YÖNETİMİYLE İMAJLARINI KORUYABİLECEKLERİNİ DÜŞÜNMEK ÇOK BÜYÜK BİR ZAAF

10 Şubat, yani depremin dördüncü günkü iktidarın amiral gemisi Sabah gazetesinin üst manşeti “yaralarımız sarılıyor”, manşeti ise “milletimiz devletinin yanında” şeklinde kurulmuştu. Bu, milleti yanına çağıran söylem milli birlik beraberlik hamasetleriyle sürdürülüyor. Tersini sağlamamış, sağlayamamış parti devleti bu söylemle, halkı değil iktidarını korumaya aldığını açıkça ilan etmiş olmuyor mu?

Kesinlikle. Beni de depremde en çok irkilten şey bu algı yönetimi oldu. Can kurtarmak yerine imaj korumak için enerji harcıyorlar. Bunun da sebebi şu diye düşünüyorum; her kırılma anı bir farkındalık anıdır. Her felaket ya da beklenmedik olayların patlak verdiği her durumda toplum kendi üstüne düşünmeye başlar. Kırılma anları normalleşmiş, kanıksanmış olan bazı yapıların yeniden mercek altına alınmasına sebep olur. ’99 depremi böyleydi mesela. AKP’nin iktidara gelmesinin önü, ’99 depreminde devletin çökmüş olduğunu halkın fark etmesi sayesinde açıldı. Şimdi iktidarı büyük bir korku sardı. 2023 depremi AKP’nin de sonunu getirebilir. İnsanlar canlarıyla, kanlarıyla acı gerçeği yaşarken, çok büyük bir algı operasyonuna yeltendiler. Hakikat ötesi bir çağda yaşadığımız doğru ama depremzede terk edilmişliği, devletin koordinasyonsuzluğunu bizzat deneyimlerken göz boyama taktiklerinden medet ummak beni şaşırttı. Bu AKP’nin ne denli zaaf içinde olduğunun da göstergesi.

Neden şaşırdınız?

Şundan şaşırdım, olaylar kişiyi doğrudan etkilemediği zaman algının yönetilmesi, bir takım PR yöntemleri ile manipüle edilmesi daha kolaydır. Ama burada vatandaş AFAD’ın üç gün sonra geldiğini bizzat biliyor. Sosyal medya çağındayız, yandaş yayın organlarının göstermediğini ilk elden paylaşımlar sayesinde görebiliyoruz. Buna rağmen imajlarını koruyabileceklerini sanmaları bana çok büyük bir zaaf gibi geldi. Baştan “gücümüz yetmiyor” demiş olsalardı belki işleri daha kolay olurdu.

Aynı bağlamda, bu kadar büyük bir yıkım karşısında asla sorumluluk almamak, değil bakan, bir bürokratı bile görevden almamak nasıl bir şey? Bunu da “kendini korumaya almanın” içinden mi okunmalı?

Evet, çünkü iktidar güç ve güçlülük üzerinden kendini pazarlıyor. Biliyorsunuz hakim söylem, “eğer başa koalisyon hükümeti gelirse ne ekonomi düzelir, ne düzen sağlanır!” Bu son derece eril bir güç anlayışı aynı zamanda. Bu eril vitrinin hata kabul edecek bir noktaya gelmesi şu aşamada zor. Çünkü kaygısı, iktidar konumuna halel gelmemesi. “Biz oraları bir yılda yeniden inşa ederiz” sözü, insanlar acı içinde kıvranırken, yakınları hala enkaz altındayken söylenecek laf mı? Bırakın hatalarını itiraf etmeyi, hala ne kadar güçlü ve yetkin olduklarını kanıtlama derdindeler!

SİVİL TOPLUMUN SUSTURULAMADIĞI ORTAYA ÇIKTI

AKP-Erdoğan, halkın kutuplaşmayı reddederek birlikte dayanışmasını, kendisinden çok önce deprem bölgelerine koşmasını neden kendine tehdit olarak görüyor?

Deprem, “devlet her şeyi görür, her şeyi yapar, her derde devadır” imajını sarstı. Parti-devletin, hatta totaliter devletin bile toplumdaki yaşamsal devinimin tamamına hakim olamayacağını anlamış değiller. Bu afetle birlikte bir taraftan devlet dediğimiz yapının ne kadar yozlaşmış olduğunu gördük. Kirli çıkarlar, rant, neoliberal sistemin bütün olanaklarından yararlanma üzerine kurulmuş bir devlet var ve bu devlet kamu faydası gütmemiş, bu güpegündüz ortaya çıktı. Ama diğer taraftan da sivil toplumun yok edilemediği ortaya çıktı. Kanunlarla ya da polis gücüyle bastırılan, zayıflatılan taban örgütlenmeleri devleti beklemeden ve hatta devletin engel teşkil ettiğini, bazı yerlerde yardımı geciktirdiğini de göstererek ortaya çıkıverdi yeniden. Toplumları ayakta tutan, toplumsal yaşam koşullarını üreten halktır, devlet değil. Devlet düzen sağlama ve koordinasyon mekanizmasıdır sadece ve öyle kalmalıdır. Hatta çatışma ya da kutuplaşmanın bireyler tarafından değil, hakim olabilmek, hükmetmek için iktidarlar tarafından üretildiğini söyleyebiliriz. Nitekim toplumu yeniden kutuplaştırmak için birtakım düğmelere basıldı hemen.

SEÇİMİ ERTELEMEK İÇİN ZEMİN HAZIRLANIYOR

Gerek Erdoğan’ın “bana bir yıl verin” sözleri, gerekse bazı resmi muhalefet aktörlerinin “bu şartlarda ancak Haziran’da yapılabilir” gibi açıklamaları tartışılmaya başlanmıştı ki, Bülent Arınç seçimin “ertelenerek”, 2023’te belediye seçimleriyle birlikte yapma “önerisinde” bulundu. Ne dersiniz, Erdoğan’ın seçimle ilgili planı ne? Bu “çağrıyı” nasıl okumak lazım?

Önümüzdeki seçim, AKP’nin 22 yıllık iktidarı boyunca kendinden belki de en az emin olarak gireceği seçim olacak. Deprem özgüvenlerini iyice sarstı, ellerindeki tüm imkanlara rağmen bundan avantaj çıkarmakta epey zorlanacaklar, hele de kısa vadede. Seçimi ertelemek için zemin hazırlamaya başladıkları belli. Burada muhalefet partilerinin çok sağlam durması, hukukun bir kez daha çiğnenmesine asla göz yummaması gerekir. Gün tereddüt etme günü değil. Bunca can yitmişken pazarlığa girme günü hiç değil.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Adana Demirspor ve Fiorentina, depremzedeler için temsili maç yapacak

SONRAKİ HABER

Ahmet Şık'tan Bahçeli'ye: Bayrağın altına sakladıkları suçlarını örtme çabasında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa