15 Şubat 2023 04:58

Sosyolog Doç. Dr. Coşkun: AKP, doğrudan bu linç kültürünün temsilcisi

“AKP doğrudan bu linç kültürünün temsilcisi, bunu içselleştirmiş. Yani işine gelince kullanıyor, işine gelmezse engelliyor durumundan daha korkunç bir durum bu.”

Fotoğraf, Mustafa Kemal Coşkun'un kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Erdi TÜTMEZ
İstanbul

Depremlerin ardından sosyal medyada hırsızlık ve yağma görüntüleri yayılmaya başlarken, hırsız ya da yağmacı denen şahısların resmi üniformalı kişiler ve sivillerce dövüldüğü görüntüler de ortaya çıkmaya devam ediyor. Bu şiddet ve işkence görüntülerini, yaşananların arka planını Sosyolog Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun’la konuştuk.

‘YAPTIKLARINI SUÇ OLARAK GÖREN BİR DEVLET YOK’

“Bir kere hırsızlık ya da yağma suçsa ve bunun bir cezası varsa, bu cezayı bireylerin kendilerinin vermeye kalkması da suçtur, hatta daha ağır bir suçtur. Bir de bu suç resmi bir üniforma altında yapılıyorsa ortada çok önemli başka sorunlar var demektir.” diyen Coşkun “Yani resmi görevliler hukukun gereği ne ise onu uygulamıyorlar, kendi kendilerine ceza vermeye kalkışıyorlar demektir. Bence bu daha ağır bir suç. Yani şöyle düşünün: Hırsız hırsızlık işini en azından gizli gizli yapar, bunun suç olduğunu bilir, ama bu resmi üniformalı kişiler yaptıklarını açık açık yapıp bir de üstüne sosyal medyada filan paylaşabiliyorlar. Demek ki ya suç işlediklerinin farkında değiller ki hiç sanmıyorum ya da yaptıklarının cezalandırılmayacağını biliyorlar ki büyük olasılıkla böyledir. Hatta yaptıklarını suç olarak gören bir devlet ya da bir toplum da yok ortada.” ifadelerini kullandı.

Yaşananların çok tehlikeli bir durum olduğunu, linç kültürünün yaygınlaştırıldığı ve meşrulaştırıldığını söyleyen Coşkun “İçişleri Bakanının, hadi yasa filan tanımayı geçtim, utanmadan ‘uyuşturucu satanı yakalayınca bacağını kırın’ diyebildiği bir ülke burası. Uyuşturucu satan bunun bir suç olduğunu bilir, o nedenle gizlice yapar, kolluk kuvvetlerinin işi onu yakalayıp sağ salim yargıç önüne çıkarmak ve cezası her neyse almasını sağlamaktır, gizli gizli bacağını kırmak değil. Bu, hukuk devletinin kendisini inkâr etmekten başka bir şey değildir.” dedi.

‘LİNÇ BİREYSEL İŞLENEN BİR EYLEM DEĞİL’

Coşkun, yaşananlara bir de siviller tarafından gerçekleştirilen linç eylemleri açısından bakılması gerektiğini ifade etti: “Zaten linç ile kastedilen aslında budur, zira normal bir hukuk devletinde kimsenin aklına resmi bir görevlinin açık açık linçe girişmesini düşünemez bile. ‘Akıllı devlet(!)’ ya da en azından az çok hukuk kurallarının işlediği bir devlet bu işi zaten resmi görevlilere değil sivillere yaptırır. Siviller durumunda da aslında çok bir şey değişmez. Ancak resmi üniformalı bu ‘cezayı’ kendisinin vermesini sırf resmi üniformalı olduğundan dolayı doğal ya da hak olarak görürken, sivil olanlar ülkede ‘adalet’ olmadığından suçlu olarak gördüğü kişi her kimse onun gerekli cezayı görmeyeceğini düşünerek bu işe girişebilir ve sonuçta her ikisi de cezalandırılmayacaklarını düşünürler, kaldı ki linç, bireysel işlenen bir eylem değildir. Her iki durumda da yapılan bir suçtur ve aslında ‘adaleti’ sağlayacağım derken yapılan şey adaletsizliğin, hukuksuzluğun meşrulaşması demektir. Ancak sadece Türkiye için değil diğer ulus devletlerin tarihindeki linç olaylarına bakıldığında, linçin, hukuk devletinin en azından zaman zaman kullandığı/kullanabileceği bir araç olduğunu da görmek gerekir. Bir ‘kenar suyu’ gibi durur orada o, ‘istenmeyene’ karşı ‘arada bir’ kullanılan, ‘gerektiğinde’ ya da.”

‘LİNCİN TEPKİ GÖRMEMESİ ÇOK BÜYÜK SORUN’

“Linç eylemleri toplum tarafından bir tepkiyle karşılanmıyor, bir utanç yaratmıyorsa, bu aslında toplum olarak birlikte yaşamanın da inkârı, eş deyişle toplum olmanın inkarı demektir.” diyen Coşkun “Bunu Gezi İsyanında, örneğin Berkin Elvan'ın katledilmesinde de gördük zaten, hatta bu ülkenin o zamanki başbakanı annesini yuhalatmıştı bir kalabalığa. Aslında linçin toplumca büyük bir tepkiyle karşılanmamasını da önemli bir sorun olarak görmek gerekir. Linçe tepki göstermeyen bir toplum, aslında toplum değil, olsa olsa kalabalık olarak nitelendirilebilir, Aziz Nesin’in Bir Şey Yap Met oyununda anlattığı, ne yapacağı belli olmayan bir tür ‘kara kalabalık’. Kendisi için, başka insanlar için, toplum için ya da tüm insanlık için bir şey yapma niyeti olmayan biri böylesi bir kara kalabalığa karışır. Türkiye toplumunu bir arada tutan şeyin bu türden suç ortaklıkları olduğunu söylemek bu nedenle hiç yanlış değildir.” ifadelerini kullandı.

‘LİNÇ KÜLTÜRÜ AKP GELENEĞİNİN PARÇASI’

İşkence görüntülerinin ortada olmasına rağmen iktidardan bu konuya dair bir açıklama da gelmedi. “Yaşananlar deprem konusunda zaten büyük eleştiriler alan iktidarın işine mi geliyor? Kendilerine dönük tepkileri başka yöne mi çekmek istiyorlar?​” sorusuna Coşkun şu yanıtı veriyor: “İşine mi geliyor bilmiyorum, daha doğrusu emin değilim. Ama burada daha önemli bir sorun var. AKP iktidarı zaten bu linç kültürünü benimsemiş bir gelenekten, İslamcı gelenekten geliyor. Yani adını koymak gerekiyorsa ‘katli vaciptir’ geleneği bu. Namaz kılmayanın, oruç tutmayanın, ne bileyim, dinin bir gerekliliğini yerine getirmeyenin ‘katli vaciptir’ bunlara göre. Diğer taraftan linç eylemlerinin adli ve siyasi nedenleri farklıdır, burada bunlara girmeyeyim uzun uzun. ‘Hırsız’ diyerek linç etmek başka, ‘PKK’lı, Kürt’ diyerek linç etmek başka saiklerle olur zira. Peki kim katledecek? Kalabalık, güruh, adına ne derseniz deyin. Yani işine gelince kullanıyor, işine gelmezse engelliyor durumundan daha korkunç bir durum bu. AKP zaten doğrudan bu linç kültürünün temsilcisi, bunu içselleştirmiş. Yani tepkileri başka yöne çekmek istiyor desem de garip olacak, tamam son yaşanan depreme tepki gösteren insanlar var elbette ama linçe tepki gösteren bir toplum yok ki ortada tepkileri linçe yöneltiyor desem. AKP iktidarı doğrudan linçe göz yumuyor ya da zaten linçe itirazı yok desek daha doğru olacak sanki. Şöyle bir örnek verebilirim. Mesela derin devlet denip duruyor ya, aslında Türkiye’de derin devlet diye bir şey yoktur. Zira derin devlet, hukukun işlediği ve çiğnenemediği bir ülkede olur. Bu tür durumlarda devleti yönetenler, bazı ‘işlerini’ gizlice yapmaya girişirler ve böylece hukuk ‘engeline’ takılmazlar, işlerini ‘hallederler’. Bizde ise her şey çok açık yapılıyor zaten. Derin devlete gerek yok ki. Bana Türkiye’de derin devlet kimlerden oluşuyor deseniz sürüyle isim sayabilirim ve eminim azıcık devlet nedir bilen, Türkiye’yi tanıyan, siyasetle ilgili herkes sayabilir. Yani Türkiye’nin derin devleti filan yoktur, buna ihtiyacı da yoktur, her şey apaçık, aleni, herkesin gözü önünde yapılmaktadır zaten. Tıpkı bunun gibi, linç kültürü AKP’nin İslamcı geleneğinin bir parçasıdır ve bu, işine gelip gelmemesinden apayrı bir şey olarak değerlendirilmelidir.”

‘OHAL İTİRAZLARI BASTIRMAK İÇİN’

Deprem sonrasında ilan edilen OHAL’in olası etkilerini değerlendiren Coşkun “OHAL ile deprem bölgesinde olabilecek tepkileri, itirazları engellemeye, bastırmaya çalışacaklar gibi geliyor bana. Hatta bunun için ilan ettiler sanki. Bakın Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa gibi kentler aslında işçi kentleridir. Çoğunluğu örgütsüz bile olsa bu işçi ve emekçiler, şimdi uzun uzun anlatamayacağım, neoliberal kapitalizmin neden olduğu bu deprem yıkımına itiraz geliştireceklerdir. Şu ya da bu biçimde. Mesela üniversitelerin uzaktan eğitime geçirilmesi de böyle düşünülebilir. Bu deprem, depremden sonraki ölümler, devlet kurumlarının beceriksizlikleri, insanların bu beceriksizlikten, bu organizasyonluktan, daha doğrusu bu vahşi kapitalizmden dolayı hayatlarını kaybetmeleri öğrencileri harekete geçirebilir, mesela Gezi İsyanı benzeri bir şey olabilir diye düşündüler, bundan korktular ve bu nedenle üniversiteleri ikinci dönem kapattılar sanırım.” dedi.

‘EN ZAYIF OLAN EN KOLAY HEDEF OLUR BİZİM GİBİ TOPLUMLARDA’

Mülteciler birçok konuda olduğu gibi deprem sonrasında çeşitli çevreler tarafından hedef haline getirildi, deprem bölgelerinde mültecilere dönük şiddet olayları yaşandı. En önemli sorunlardan birinin bu olduğunu söyleyen Coşkun “Afetlerin de bir sınıfsallığı vardır, tüm afetler yoksulları sever. Yani deprem, sonuçta zengin fakir tanımadan herkesi, diyelim bir dakika boyunca sallar. Ama sorun zaten deprem sonrasında ortaya çıkar. Depremin ikinci günü, İskenderun’dan bir depremzede sahil bölgelerinde oturanların kendi paralarıyla iki vinç tuttuğunu, kurtarabildiklerini kurtardıklarını ve kendi enkazlarını kaldırdıklarını anlatmıştı sosyal medyada. Bizim vinç tutacak paramız yok, devlet de yok, öylece bekliyoruz demişti.  Şimdi şöyle düşünün: depremde evi yıkılmış, yıkılmasa da zarar görmüş ama bir biçimde kurtulmuş ve ekonomik durumu elveren kişiler ülkenin başka yerlerine gidip ev kiralayabiliyorlar, yaşamlarına devam edebiliyorlar bir şekilde. Örneğin bugün öğrendim ki Kapadokya’da bütün oteller dolmuş, hemen hepsi ekonomik durumu iyi olan depremzedelerden oluşuyor. Ekonomik durumu elvermeyip otellere yerleşemeyen, ev kiralayamayanların önemli bir kısmının memleketin başka yerlerinde akrabaları, arkadaşları filan olabiliyor, en azından onlarla iletişim kurabiliyorlar, onların yanında bir müddet kalabiliyorlar. Gidecek bir yeri olmayanlar çadırlarda, konteynırlarda kalacak bir müddet belli ki. Ama en zayıf olan en kolay hedef olur bizim gibi toplumlarda. Mültecilerin, göçmenlerin bu ülkede gidecek bir akrabaları, arkadaşları, arayacakları kimseleri de yok. Bu mülteciler ki deprem bölgesindeki “Anadolu Kaplanları” tarafından en düşük ücretle çalıştırılıp üzerlerinden yüksek kârlar elde edilen insanlar. Korkum şu ki AFAD, Kızılay filan bu insanlara çadır bile vermeyebilir ya da vermeye kalksa ülkenin faşist güruhu itiraz edip saldırabilir. “KYK yurtlarına Suriyeliler yerleştirildi” diye zıplayıp itiraz etmediler mi? Çok acı, çok zor bir durumdalar ve korkarım bu durum muhtemelen birkaç yıl daha sürecek. Buradan şu çıkıyor: Türkiye’de ırkçılığın varlığını tespit etmek için gamalı haçlar, kahverengi gömlekliler filan aramaya gerek yoktur. Ümit Özdağ gibi sivil faşistleri saymıyorum bile. Bence özellikle mülteciler üzerine çalışan STK’ların bu işe el atması, beraberce örgütlenmesi, deprem bölgesindeki mültecilere ulaşması ve bir biçimde dayanışma geliştirmesi gerekiyor. Yoksa bu depremden sonra mültecilerin, sığınmacıların durumu en zoru olacak gibi görünüyor.” ifadelerini kullandı.

 

ÖNCEKİ HABER

Almanya depremzedelere vize şartlarını açıkladı

SONRAKİ HABER

Almanya'da kamu çalışanları greve hazırlanıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa