“Tek adam yönetimi tartışmasız birinci sorumlu”
Tek adam yönetiminin en çok eleştirilmesi gereken, seferberliği artırması için zorlanması gereken dönemde kapitalizmin bekasını düşünmek en az iktidarınki kadar riyakâr bir tutumdur.
Fotoğraf: Evrensel
Bilge Su YILDIRIM
Bu söyleşi yayınladığında Maraş merkez üslü gerçekleşen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerin 10. gününe girmiş olacağız. Felaketin vurduğu illerden biri olan Malatya’da depremin ilk günlerinde dayanışma çalışmalarında bulunan Emek Gençliği MYK Üyesi Sinancem Alikoç ile deprem bölgelerindeki durumu, gelişmeleri ve gençliğin pozisyonunu konuştuk.
Emek Gençliği, depremin ilk günlerinden beri afet bölgelerinde çalışmalarını sürdürüyor. Bu bölgelere dair gözlemleriniz neler? Son gelişmeleri değerlendirebilir misin?
Öncelikle tüm halkımıza ve Türkiye gençliğine başsağlığı dileklerimizi yeniliyoruz. Deprem anından beri deprem bölgelerindeki ve diğer illerdeki örgütlerimizi güçlü bir dayanışma çağışından bulundu. Bunu hala sürdürüyoruz. Sürdürmeye devam edeceğiz. Üyelerimiz bölgelerindeki Emek Partisi ve Emek Gençliği komitelerinin koordinasyonu aracılığıyla canhıraş bir çalışma içinde. Buna dayanarak gözlemlerimizde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kapitalizm ve onun temsilcisi tek adam yönetimi bu enkazın altında kaldı, halkı da bıraktı. Deprem bölgelerindeki yıkım yardımların yetersizliği ile daha da büyüdü. İlk 48 saat içinde müdahale edilmesi gereken enkazlara hala dokunulmadı. Yurttaşların gıda, çadır, battaniye gibi en acil ihtiyaçları karşılanmadı. Bölgeye yardımda bulunmak isteyen yurttaşların dayanışması engellenmeye çalışıldı. Devletin hiçbir kurumu yurttaşların yardımına koşmadı, koşamadı. Bu durum deprem bölgelerindeki hemen hemen her yurttaş için deşifre olmuş durumda. Tüm bunlara rağmen Türkiye’de ciddi bir dayanışma örgütlendi ve bu destekler dayanışma bölgelerine ulaştı. Ek olarak şunu da söyleyebiliriz: deprem bölgelerinde öyle ya da böyle dernekler üzerinden, mahalle birlikleri üzerinden veya kooperatifler üzerinden örgütlü olan halk sorunları daha kolay çözüyor. Bizim bölgelerdeki çalışmamız, sadece Türkiye’nin diğer bölgelerinden gelen yardımların deprem bölgelerine iletilmesi değil, bu alanlarda halkın, gençliğin kendini organize etmesini de örgütlemek. Depremin yarattığı enkazı bu şekilde kaldırabileceğimiz gibi tek adam yönetiminin yarattığı enkazı da ancak böyle kaldırabiliriz.
Devlet kurumlarının süreci yönetmekteki başarısızlığından bahsettiğiniz. Öte yandan bütün ülkede çok büyük bir dayanışma örgütleniyor yurttaşlar tarafından. Üniversite kulüp ve toplulukları, sendikalar, STK’lerin de dahil olduğu bu dayanışma bölgedeki depremzedeler açısından ne ifade ediyor? Sizin izlenimleriniz neler?
Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlar deprem bölgelerindeki yurttaşların yaralarına merhem oluyor. Hiçbir devlet kurumundan destek, dayanışma göremeyen yurttaşlar, memleketin diğer bölgelerindeki sınıf kardeşlerinden gelen dayanışma ile ayakta kalmaya çalışıyor. Bu gelen dayanışmanın organize edildiği kurumların zaten örgütlü yapılar olduğunu söylemek gerekir. Dün, halka yönelik yıkımlara gebe bu düzeni yıkmak için, emek, demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermek için çalışma yürüten dernekler, sendikalar, meslek odaları, siyasi partiler, topluluklar bugün tüm güçlerini depremzede yurttaşlarla dayanışmak için seferber etti. Türkiye’nin dört bir yanında Emek Gençliği kapı kapı gezip dayanışma çağırısı yaptı, ODTÜ Mezunları Derneği merkezinden önce ODTÜ öğrencileri daha sonra Ankara’daki tüm üniversiteliler yardım tırlarını doldurdu, deprem bölgelerine yolladı. Lise öğrencileri bulunduğu mahallelerdeki dernekleri, kültür evlerini merkez belledi, dayanışmayı oralarda örgütledi. Ancak bu işin bir yönü. Şu açık ki, devletin halktan aldığı vergilerle oluşturduğu kamu kaynakları devreye sokulmadan, halkın dayanışması önündeki engeller kaldırılmadan tümüyle “yaraların sarılması” mümkün değil. Dolayısıyla önümüzde başka görevler de var. Evet, deprem doğal bir felaket ve bunu önlemek bugünün koşullarında mümkün değil. Ancak depremin etkilerini sıfıra indirmek, can kaybını önlemek ve gerekli harcamaları ranta değil de afet yönetimi ve deprem tedbirleri için harcamak mümkün. Bu talepler etrafında mücadelenin geniş gençlik kesimleri arasında yayılması bizim de en önemli görevlerimiz arasında.
Depremin ardından etkilenen illeri kapsayacak şekilde 3 ay süreyle bir OHAL ilan edildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? OHAL uygulamalarının deprem bölgelerinde süren çalışmaları nasıl etkilediğine dair gözlemleriniz neler?
Öncelikle şunu ifade edelim: 10 ili etkileyen bir depremde, hiçbir devlet kurumu seferber edilmemişken, devlet hala enkaz kaldıramamışken OHAL ilan etmek en son akla gelebilecek seçenektir. Zaten kararın da afet yönetimi ile bir ilgisi yok. Bölgede ilan edilen olağanüstü halin yardımların tek elden ulaşması, yağma ve talanın engellenmesi için ilan edildiği iddia ediliyor. Ancak OHAL uygulamalarının ilk hedefi halktan gelen dayanışmanın önünü kesmek, deprem bölgelerinde duruma isyan eden halkın tepkilerini susturmak olarak şekillendi. Türkiye gençliğinin bu noktada uyanık olması gerekiyor. OHAL’in kaldırılması talebini yükseltmeliyiz. Ayrıca OHAL’in ilan edilmesiyle, yağmacılara yönelik şiddet videoları sosyal medyada yayınlanıyor. Kolluk kuvvetleri ve sivil giyimli kişilerce uygulanan darp ve saldırı işkencedir, insanlık suçudur. Bu uygulamaları yapanlar yargılanmalıdır. Erdoğan yönetimi yağmanın önüne geçmek istiyorsa bölgedeki yurttaşların acil ihtiyacını karşılamak zorundadır. Bu anı fırsat kollayan özel hırsızlık şebekeleri zaten çökertilmelidir. Ek olarak söylemekte fayda var. Hedefimize asıl yağmacı ve talancı olan kapitalist düzeni ve tek adam yönetimini koymalıyız. Deprem bölgesi olan Malatya’da acil ihtiyaçlar arasında bulunan çorap, bir tekele ait marketler zincirinde depremden önce 30 TL iken depremden sonra 120 TL’ye yükseliyor. Esas talan, yağma budur. Bir olağanüstü durum uygulanacaksa bu kapitalist tekellere uygulanmalıdır. OHAL ilan edilecekse, depremin 2. gününde Antep’te yakınlarını kaybeden işçileri dahi işbaşına çağıran kapitalistlere ilan edilmedir.
Bahsettiğiniz gibi depremin ardından özellikle sosyal medyada çeşitli yağma haberleri, hatta bu yağmayı Suriyeli göçmenlerin gerçekleştirdiği şeklinde birçok haber dolaşıma sokuluyor. Hatta kimi çevreler doğrudan bunu gündeme haline getirmek adına özel bir çaba içinde gibi gözüküyor. Sizin bölgede böyle gözlemleriniz oldu mu? Eğer bu haberler doğru değilse bu tür paylaşımların amacı ne?
Deprem bölgelerinde ihtiyaçların karşılanmaması durumunda tırların durdurulup yağmalanması bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Daha önceki soruda da belirttik. Esas yağmayı, talanı kapitalistler yapıyor. Burada esas, ihtiyaçların karşılanmasıdır. Sorunun esasına gelirsek. Bölgedeki izlenimlerimiz üzerinden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Deprem bölgesinde Suriyelilere özel bir ayrıcalık ya da hırsızlık, yağma olaylarını sadece Suriyelilerin yaptığı bir durum söz konusu değil. Bu konuda hiç şüphe yok. Özellikle Ümit Özdağ ve partisi gerçek olmayan bilgiler servis ediyor. Neden mi? Herhalde açık şekilde ifade etmek gerekir: Burada tek adam yönetimine ve kapitalist sisteme yönelen öfkenin başka bir kanaldan akmasını sağlamak esas amaçtır. Türkiye gençliği olarak bu tür gerici, ırkçı kışkırtmalara karşı açık tutum almamız gerekiyor. Deprem her ulustan emekçileri etkilemiştir. Her yerde olduğu gibi deprem bölgelerindeki temel ayrım da milletler arasında değil, zenginle yoksul arasındadır. Sorunun kaynağı bellidir, değişmesi gereken bellidir.
Ülke genelinde büyüyen dayanışma duygularına karışan bir de öfke var. Bütün bu yaşananların ihmal ve alınmayan önlemlerin sonucu olduğu fikrine dayanan bir öfke. Kim yaşadıklarımızın sorumlusu? İktidarın payı ne? İYİ Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi gibi muhalefet partilerinin suskunluğunu nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?
Daha önceki sorularda da ifade ettik. Deprem doğal bir felaket ancak tedbirleri almak muktedirlerin görevidir. Çünkü buna aday olmuşlardır, bunu vadetmişlerdir. Tek adam yönetimi ülkede yaşanan facianın tartışmasız birinci derece sorumlusudur. Ancak şunu da eklemek gerekir: halkçı, halk yararına politika üretmeyen her iktidar Türkiye işçi ve emekçilerine ve onun genç kuşaklarına aynı “kaderi” yaşatacaktır. İşçilerin sömürülmesine dayanan, onların emeği ile ayakta kalmayı sağlayan bir düzenin ve onun bekçilerinin, temsilcilerinin halkın felaketlerden en az zararla çıkması gibi bir tutum koyması beklenemez. Daha açık söyleyelim, yaşadıklarımızın sorumlusu kapitalizmdir, tek adam yönetimidir, rantçı politikalardır.
Gelelim burjuva muhalefetin pozisyonuna. CHP hariç Millet İttifakı partileri tek adam yönetiminin hizasına geçmiştir. Amaçları düzeni savunmak olsa gerek. Bu partilerden inanan, ikna olan gençlere sesleniyoruz. 10 ile henüz bir tane çadır kent kuramamak, deprem bölgelerinde enkaz dahi kaldıramamak acziyet oluyorsa buna ses çıkarmamak, hesap sormamak nedir? Bahsi geçen burjuva muhalefeti partileri, müesses nizamı* helvadan put etmişler acıktıkça bir kaşık çalıyorlar. Tek adam yönetiminin en çok eleştirilmesi gereken, seferberliği artırması için zorlanması gereken dönemde kapitalizmin bekasını düşünmek en az iktidarınki kadar riyakâr bir tutumdur. Gelin geleceğimizi bu partilerle değil, kendi hak ve özgürlük mücadelemizde beraberce kuralım.
Bahsettiğimiz gibi bütün Türkiye’de büyüyen dayanışma sürüyor. Son olarak sizin gözlemleyebildiğiniz kadarıyla deprem bölgelerindeki en acil ihtiyaçlar ve dayanışma kampanyaları için dikkat edilmesi gerekenler neler?
Deprem bölgelerinde ihtiyaçlar çadır ve ısınma başta olmak üzere devam ediyor. Herkes bu konuda partimizin ve Emek Gençliği’nin ya da çeşitli sendika ve meslek odalarının çağrılarını takip edebilir. Ancak aynı önemde başka bir yönü de var. Devletin tüm olanaklar (ki bu olanaklar zaten halkın parasıyla elde edilmişidir) halkın temel acil ihtiyaçları başta olmak üzere zorlanması gerekmektedir. Bu da ancak talepler etrafında mücadele etmek ile olacaktır. Devletin olanaklarını ihtiyaçları karşılamak için seferber etmesi, depremzede yurttaşlar için yaşayacak afet evleri ve konteyner tesis edilmesi, deprem bölgesinden ayrılan yurttaşların kamu misafirhaneleri ve özel işletmelere ücretsiz yerleştirilmesi en acil talepler arasındadır. Bu bağlamda gençler arasında dayanışma için kurulan gruplar, birlikler, komiteler bu taleplerin örgütlenmesi için mücadele birliklerine dönüşmelidir. Üniversitelerin yüz yüze eğitim ile devam etmesi ve depremzede yurttaşlara otel ve misafirhanelerin ücretsiz olarak tesis edilmesi talebi ile imza kampanyası başlatan öğrenci toplulukları şu an 350 imzacıyı aşmış durumdadır. Bu örneğin öne çıkarılması ve talepler için geniş kesimlerin mücadeleye katılması son derece önemlidir. Emek Gençliği de güçlerini bu açıdan seferber edecektir.
*”kurulu düzen”, egemen olan üretim ilişkileri anlamında, kapitalizm kastediliyor.