Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu: Hukuk içinde kalınarak seçimin ertelenmesi mümkün değil
Kalaycıoğlu: Siyaseten seçim yapmayı istemiyor, hukuk içinde kalarak seçimi erteleyecek imkanları yok. Hukuk dışına çıkmak da birtakım nahoş gelişmelere, meşruiyet tartışmalarına yol açacaktır.
Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu | Fotoğraf: Fullbright Türkiye
Serpil İLGÜN
İstanbul
Depremin yıkıcı boyutlarının etkisi sürerken “İktidar seçim yapar mı, ne zaman yapar” soruları alttan alta tartışılmaya başlanmıştı ki, AKP çevrelerinin bir bölümünde özgül ağırlığı tartışılmaya açılmış Bülent Arınç sahneye çıkarak, seçimlerin zamanında yapılamayacağını söyledi. Arınç, işaret ettiği 2023 Kasım veya 2024 tarihlerinin seçimin ertelenmesi anlamına gelmediğini gayet iyi bilen bir hukukçu-siyasetçi olarak bu öneriyi “insanlar acı içindeyken hangi yüzle aday olacak, miting yapacaksınız” gibi ajitatif bir dil kullanarak, iktidarı depremin yaralarını sarmaya odaklanması gerektiği ile gerekçelendirdi. Arınç’a göre bunun önündeki anayasal engel de aşılır çünkü neticede “anayasalar kutsal metinler değil!”
CHP başta olmak üzere Millet İttifakı üyesi partilerden, Emek ve Özgürlük İttifakına, hukukçulardan aydınlara, Arınç’ın “çağrısı”na tepkiler gecikmedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Erdoğan’a değil bir yıl, bir gün bile vermeyiz” derken, iktidar çevreleri seçim konusunun gündemlerinde olmadığını söylemekle yetindiler.
Bülent Arınç’ın açıklamalarıyla gündemleşen seçim tartışmasını İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’na sorduk.
Bülent Arınç’ın deprem nedeniyle cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin birleştirilerek 2024’te, bu olmuyorsa Kasım 2023’te yapılması gerektiği yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Seçimlerin ne zaman yapılacağı ile ilgili hukuksal bir belirsizlik söz konusu mu?
İçeriği tartışılan açıklamanın ne amaçla yapıldığı belli değil. Fakat seçimlerin ne zamana erteleneceği konusunda hukuki bir sorun yok. Çünkü Anayasa gayet açık, seçim ancak savaş olursa TBMM kararıyla ileri alınabiliyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) daha önce aldığı bazı kararlar var. Eğer seçimin arifesinde büyük bir felaket olursa, yani diyelim önümüzdeki pazar seçim olacak ama bugün deprem oluyor, şehrin yarısı yıkılıyor, “o zaman o şehirde seçim yapılamaz, o ertelenir” diyor. Dolayısıyla böyle bir durum yok. Seçimlere dört ay süre var, dört aylık sürede bugünkü teknolojiyle kimin nerede olduğu tespit edilecek durumdadır. Öyle zannediyorum ki hükümetin elindeki olanaklar buna yeterli. Zaten önerdiği ikinci tarih 2023 Kasım ama eğer kimin nerede olduğu hazirana kadar tespit edilemiyorsa, kasıma kadar da tespit edilmesi zor. Birçok adres ortadan kalktı, birçok kişi vefat etti. Vefat edenlerin düzgün bir şekilde kimliklerinin saptanması, o şekilde defnedilmesi suretiyle kimlerin seçim kütüğünden düştüğü bulunabilir, o çok zor bir şey değil. Yine hayatta kalanların nerelere nakledildiği konusunda istatistik tutulursa orada da bir sorunla karşılaşılmaz.
Dolayısıyla bu süre yeterli?
Benim gördüğüm yeterli. Zaten muhalefet de aynısını söylüyor. Meclisin karar alabileceği koşullar da bir tek savaş şartlarıyla belirlendiği için 18 Haziran’da seçim yapılır, orada bir problem varmış gibi gözükmüyor. Ancak iktidar siyaseten seçim yapmayı istemiyor, bu nedenle de seçimi ertelemek istiyor. Siyasi olarak olabildiğince uzun bir döneme yaymak için elinden geleni yapacak gibi gözüküyor. Ama böyle olursa hukuki sürecin dışına çıkılacak, çünkü belirttiğim gibi hukuki süreç içinde bunun yapılabilmesi mümkün değil.
Ancak Arınç’ın açıklamalarından hukuki sürecin zorlanacağı anlaşılıyor, ne dersiniz? Zira Arınç, “anayasa kutsal metin değil” diyor.
Anayasanın nasıl uygulanacağı ve nasıl değiştirileceği belli. Yani bunun kutsalı, kutsal olmayanı belli. Hukuken bir sorun yok, sorun siyasi. İktidarda bulunanlar bu koşullarda dört ay sonra seçime gitmek istemiyorlar. Üç ay sonra da seçime gitmek istemiyorlar. İki nedeni var, 18 Haziran’da yapılacak seçimlerde yine hukuken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aday olma şansı yok. Ama hukuken yok. Bunu siyaseten zorlama peşindeler. Hukuku yine bir kenara bırakarak, muhalefetle bir şekilde uzlaşarak, muhalefetin de desteğini alarak bu konuda bir adaylık çıkarmak istiyorlar. Bu, hukukun etrafından dolaşmak oluyor. ikinci olarak da, seçimleri üç ay ya da dört ay sonra değil, olabildiğince ileri bir tarihte yapmaya çalışıyorlar. Çünkü biliyorsunuz yeni konutların yapımı için bir yıl gibi bir süre telaffuz edildi Cumhurbaşkanı tarafından. Bir yıl içinde herhangi bir şekilde bu insanların o bölgelerde tekrar yerleşmeleri zannederim mümkün değil. Tabii konteyner gibi geçici çözümler bulunursa bilemem ama ev yapımı, bunların teslim edilmesinin olabileceğini pek tahmin etmiyorum. Dolayısıyla, dile getirilen bir yıllık bir süreç Anayasa değişikliği gerektiriyor. Onun için de Mecliste referandumla yapılacaksa 360, referandumsuz yapılacaksa 400 oya ihtiyacı var. Bu da muhalefetle uzlaşma anlamına geliyor.
Muhalefet cephesinden gelen tepkiler, iktidarla böyle bir uzlaşıya yanaşmayacakları şeklinde okunabilir mi?
Evet, görebildiğim kadarıyla muhalefetin şu ana kadar ki tutumu 18 Haziran’ı geçmeyecek şekilde seçimin yapılması. Dolayısıyla hukuk içinde kalarak böyle bir siyasi çözüm bulabilme imkanları yok. Onun dışındakiler hukuk dışına çıkmaktır. Bu da Anayasanın bir şekilde rafa kaldırılması anlamını taşıyor ve bu da tabii ki nahoş birtakım gelişmelerin, aynı zamanda da kendimizi meşruiyet tartışmalarının içinde bulmamız demek. Dolayısıyla doğru dürüst bir seçim yapamamak anlamına gelir. Böyle bir seçim, demokratik bir seçim de olmaz. Böyle bir problem var.
YSK, “SEÇİM YETİŞMEZ” DEME DURUMUNDA DEĞİL
Seçimin Kasım 2023, ya da 2024’te yapılması “erteleme” olarak nitelendiriliyor ama hukukçular bunun erteleme değil, iptal anlamına geleceğini vurguluyor...
Kendilerine göre bir terminoloji uyduracakları için “ertelenmesi” diyecekler. Ama sonuç itibariyle bu erteleme 18 Haziran’ı aşarsa tekrar belirteyim, bunun ancak ve ancak, Anayasa hukukuna göre savaş durumunda ve Meclis kararıyla olması gerekiyor. Başka türlü olma şansı yok.
YSK’nın bu kararı alıp alamayacağı da tartışılıyor, YSK bunu yapabilir mi?
YSK seçime dört ay varken, efendim “bu yetişmez, şu yetişmez” deme durumunda değil. Bunu yetiştirebilecek durumdalar. Yani inşaatları bir yılda yetiştireceklerse, seçimleri de dört ayda yapabilirler.
Bu tür rota tayin eden açıklamaları MHP Lideri Devlet Bahçeli’den duymaya alışkınız. Açıklamanın Bülent Arınç’tan gelmesini nasıl değerlendirirsiniz? Bu kez Arınç üzerinden mi bir zemin yaratılıyor?
Bunu bilmiyoruz. Ama görebildiğim kadarıyla bu konuda muhalefetin de kesin bir tavrı yok. Onlar da nabız tutmak için veya deneme için bu açıklamanın yapıldığını, bu açıklamaya gelebilecek tepkilere göre de siyasi bir çözüm arayışına gidileceğini varsayıyorlar. Yanlış bir varsayım değil. Gelişmeleri göreceğiz.
REJİM, YETKİ DEVRİNİ BİR TÜRLÜ KABUL ETMİYOR
Sultanizm olarak kavramsallaştırdığınız tek adam rejiminin bir haftayı geride bırakan deprem karşısındaki sınavına değerlendirmeniz ne?
2017 referandumundan sonra kurulmuş olan rejimde o kadar büyük bir merkezileşme ve o kadar büyük bir kişiselleşme söz konusu oldu ki, burada etkili karar üretilip uygulanabilmesinin, özellikle belli yer konumlarında bunların hayata geçirilmesinin hemen hemen imkansız olduğunu söylüyorduk. Zaten olamadı. Olma şansı da yok. Böyle bir yapı etkili olarak çalışamıyor. Bunun dünyada da birçok örneğini görüyoruz. Şeffaflık yok, hesap verebilirlik yok, bir tek kişinin bütün kararları kendi şahsi takdiriyle aldığı bir durum söz konusu. Alınması gereken çok sayıda karar var, alınamıyor. Çünkü insanın dikkati, günün saatleri falan sınırlı. Bunun yapılabilmesi mümkün değil. Onun için valilere, çeşitli kurumlar başta olmak üzere yetki devri gerekli. Ancak rejim, yetki devrini bir türlü kabul etmiyor. Dolayısıyla yetki devri olmadan zamanında etkili karar alıp uygulama imkanı da bulunmuyor. Ne yazık ki depremde de bunun bütün örneklerini gördük.
TÜM YETKİ KENDİLERİNDE AMA SORUMLULUK YOK
Bağır bağır gelen depreme hiçbir tedbir alınmaması, en az iki gün deprem bölgesinde olamama, koordinasyonsuzluk vs. neticesinde on binlerce insanın hayatını kaybetmesinden, yüz binlerce insanın aç açıkta kalmasından en küçük sorumluluk duymama, bir bürokratı bile görevden almama tutumuna dair ne söylersiniz?
Bu rejimin temel karakteristiğidir, yani yetki kendilerinde ama sorumluluk yok. Böyle çalışıyor bu rejimler. Sultanizm rejiminin mantığı bu. 2017 seçimi buna yol açtı, insanlar neye oy verdiklerini bilmeden oy kullandılar. Ve geldiğimiz nokta bu. Bu kadar yetki verilip sorumluluk söz konusu olmazsa, sorumluluk konusunda etkili bir dengeleyici, denetleyici mekanizma kuramazsanız sonucu bu. Bunu acı bir tecrübeyle yaşıyoruz. Görmek isteyen görüyor, görmek istemeyen halen görmüyor. Böyle bir yapıda siyasal seçkinler arasında herhangi bir şekilde sorumluluğu üzerine almak isteyen yok ama yetkili kimdir, kimlerdir o gayet açık. Anayasa Madde 8, “yürütme Cumhurbaşkanıdır” diyor. Dolayısıyla bütün yetki onda ama sorumluluğu yok.
Yine de görüntüde de olsa bir kişinin bile görevden alınmaması şaşırtıcı değil mi?
Değil çünkü dediğim gibi rejimin karakteri bu. Mecliste ancak kendisini azletmek için bunun soruşturmasını açabilirsiniz. Bunun için de 400 milletvekilinin oyu gerekiyor. Ama böyle bir oy yok Mecliste. Dolayısıyla böyle bir süreçte herhangi bir sonuç alabilme imkanınız yok.
Dolayısıyla bu yanıyla da seçimin yapılması gerekiyor?
Seçim, buradaki en önemli çözümlerden bir tanesidir. Eğer yapılabilirse ve düzgün, dürüst, demokratik bir şekilde, aynı zamanda özgür, adil ve serbest olarak yapılabilirse tabii.