16 Şubat 2023 08:42

Deprem değil, binalar öldürürmüş (!)

Yitirdiğimiz canların nefesleri soğumadan inşaat ya Resulallah nidaları eşliğinde yeni rantlara kapı aralıyoruz. Sıkışınca da suçu binaların üzerine atarak faili görünmez kılmaya çalışıyoruz.

Fotoğraf: Evrensel 

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Ne çok duyduk bu yalanı: Deprem değil bina öldürür. Sanki binalar yerkürenin sarsılacağı ana göre kurulmuş birer android. Sanki yerküre sarsılmaya başladığında binalar uyudukları derin uykudan uyanarak elbirliği ile insanları öldürmek için kendilerini imha eden birer yaratığa dönüşüyor. Sanki binalar deprem sonrası çöken duvarlarının esaretinde tuttuğu kadını erkeği, çoluğu çocuğu, genci yaşlıyı, kediyi köpeği kurtarıcılara vermemek için ayak diriyor. Hadi oradan!

Dünyanın sarı bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna ve öküzün kafasını salladığında da deprem olduğuna inanıldığı dönemlerden beri deprem bu toprakların gerçeğidir. Hatta dünya tarihinde en fazla insan ölümüne sebep olan iki deprem Antakya’da gerçekleşmiştir. 115 yılında gerçekleşen 7,5 şiddetindeki depremde yaklaşık 260 bin, 525 yılında 7 şiddetindeki depremde ise 250 bin insan yaşamını yitirmiştir. 6 Şubat 2023 günü gerçekleşen depremlerde göçük altında kalan Kahramanmaraş, Gaziantep, Osmaniye, Malatya, Adana, Diyarbakır, Şanlıurfa, Adıyaman ve Kilis’le birlikte Hatay yine ve yeniden yıkıldı. Ne diyeceğiz; deprem değil bina öldürür. Öyle mi? Hadi oradan!

Fay hatları üzerine şehirleri kuran, şehirleri kurmakla da kalmayıp fay hattından uzaklaşmamak için gölü kurutup üzerine havaalanı inşa edenler, yol inşa edenler insan değil miydi?  Binaları yaparken üç kuruş daha fazla kazanabilmek için demirinden, çimentosundan çalanlar insan değil miydi? Peki, demirinden, çimentosundan çalınmış binaları denetleyenler, hatta oturma izni verenler insan değil miydi? Ya da 1999 Körfez depremi sonrası toplanan milyarlarca dolarlık deprem vergilerini depreme dayanıksız binaları güçlendirmek yerine kim bilir nerelerde harcayanlar insan değil miydi? Ya deprem sonrası göçüğün üzerinden duymamız gereken “Sesimi duyan var mı?” çığlığını göçüğün altından duymamıza neden olan organizasyonsuzluğu organize edenler insan değil miydi? Peki göçüğün altında kalan muktedirleri görünmez kılmak için ırkçılığı kaşıyanlar, işkenceyi kameralar önünde gözümüze sokanlar insan değil miydi? Evet biyolojik olarak insandı ama sadece biyolojileri onlara insan dememizi mümkün kılar mı? Emin değilim. 

Peki ya biz! Tüm bunlar yaşanırken yaşananların bir parçası olmayan ya da olmadığını sanan pür-i pak bizler. “Kader planı” eyleme konulurken uysalca bekleyen bizler. Yerine getiremediğimiz sorumluluklarımızı suçluluğumuzla yıkayıp aklanmaya çalışan bizler. Bizler ne kadar insanız? 

Dünyayı öküzün boynuzları arasından alarak uzay boşluğundaki yörüngesine yerleştirdiğimiz günden beri bizler deprem gerçeğini de fay hatlarını da biliyoruz. Ama bilmezden geliyoruz. Her depremle yeni yeni dersler (!) alarak göçük altından canlarımızı çıkarmaya çalışıyor, yitirdiğimiz canların nefesleri soğumadan inşaat ya Resulallah nidaları eşliğinde yeni rantlara kapı aralıyoruz. Sıkışınca da suçu binaların üzerine atarak faili görünmez kılmaya çalışıyoruz.   

Depremlerde insanları binalar öldürmedi, bizler öldürdük hem de el birliği ile. Ancak insanları depremin yıkımından kurtaracak olanlar da yine biziz. Üç yıl önce tam da Kahramanmaraş merkezli depremlerin gerçekleştiği günde yani 6 Şubat 2020 tarihinde Elâzığ depremi nedeniyle yazdığım yazımı Can Yücel’in “Sismografi” şiirinin dizeleri ile bitirmiştim. Bu yazımı da aynı dizelerle bitirmek istiyorum.

“Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş
Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş
Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur
Kıpırdasın da gör!”

Meraklısına not: Depremin ruh sağlığımıza etkisi ile ilgili birçok dokümana Türkiye Psikiyatri Derneğinin internet sitesinden ulaşabilirsiniz

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI