05 Şubat 2013 10:29

Üniversiteler nereye?

Her hukuk öğrencisinin öğrendiği temel bir ilke vardır; “Kanunlar lafzıyla ve ruhuyla uygulanırlar.” Aslında, yasaların hangi ihtiyaçtan doğduğu, temel olarak neyi amaçladığının dikkate alınması açısından olumlu bir önermedir bu. Öte yandan, yasaların gerisindeki çağı, zihniyeti, çıkarları anlamak aç

Üniversiteler nereye?
Paylaş
Prof. Dr. Meryem Koray

Kısacası yasalar yalnız hukuk metinleri (ve sonuçları) değil, aynı zamanda zamanın ve toplumun ürünüdürler. Bu nedenle de teknik açıdan şu veya bu yasayı tek başına ele alıp irdelemek, eksiklik ve aksaklıklarından söz etmek mümkün ve gerekli olsa da, asıl değerlendirme “ruhu” ile ilgili olandır.

Yasaların “ruhunu” belirleyen ögeler, kuşkusuz, ekonomiden toplumsal ve kültürel değerlere, küresel düzeyden yerel ihtiyaçlara kadar uzandıklarından çok ve çeşitlidirler. Ancak bunların arasında küreselleşen kapitalizm ile egemen ideoloji olarak neoliberalizmin yeri başka; onların belirleyiciliğinin ekonomiden toplumsal düzenlemelere kadar uzandığına da kuşku yok. Bu açıdan, günümüz yasalarının ruhunu anlamak için önce egemen sisteme bakmak gerek.

Öte yandan, bugünkü sistem içinde ulus devletlerin egemenliği sınırlanır, ya da bu egemenlik onlarla uyum içinde varlık kazanırken, her iktidarın kendi siyasal ve toplumsal niyetini yasalara yansıtma gerçeği de görmezlikten gelinemez. Örneğin Türkiye’nin anayasasından ceza hukukuna, üniversitelerden adalet sistemine uzanan yasalarında 12 Eylül’ün izlerini görebileceğimiz gibi, son 10 yıldır karşımıza çıkan yasalarda da gerçekleştirilmeye çalışılan toplumsal dönüşümün yansımalarını bulmak mümkün.

Sonuç olarak, bugün art arda karşımıza gelen yasaların ruhu, bir yandan küresel kapitalizme eklemlenmek gayretini, öte yandan siyasal İslam’ın hedeflediği toplumsal dönüşümü yansıtmakta. Bunların daha kolay ve sancısız gerçekleşmesi için yasalar yardıma çağrılırken, bir yandan da tek adam yönetimine doğru gidişin taşlarının döşendiğini görüyoruz.

GÜVENCESİZLİK YAYGINLAŞIYOR

Bir yanda, artık para politikaları, kamu harcamaları, vergi sisteminin yetmediğinden, dereden denize, kentten ormana yağmayı “legal” hale getiren yasalar çıkarılmakta, öte yandan taşeronlaşmadan esnekliğe, ücretten çalışma koşullarına güven değil güvencesizlik “yasallaştırılmakta”... Siyasal-toplumsal misyon ise, 4+4+4 diye bilinen kademeli eğitime geçişten, yüksek öğrenimle ilgili yasal düzenlemelere kadar uzanan yansımalarıyla karşımızda.

O nedenle, ister yerel yönetimler, ister kentsel dönüşüm, ister çalışma yaşamı ile ilgili yasalara bakalım; ya da sağlık sistemi veya eğitim sisteminde yapılan değişiklikleri konuşalım; hepsi farklı alanlarda yapılan ve farklı amaçlara hizmet eden düzenlemeler olsalar da, arkalarında zamanın ruhunu ve siyasal iktidarın hedeflediği değişim ve politikalarından başkası yok!
Örneğin, taşeron çalışmanın kolaylaşması ve yaygınlaşması, iş yasasında bunu kolaylaştıracak düzenlemelere yer verilmesi ile araştırma görevlilerinin iş güvencelerini yitirmeleri arasında bağ kurmamak mümkün mü? Ya da, sağlık sistemindeki piyasalaşma ve holdinglere yol açılması ile yeni YÖK Yasası’nda hem özel üniversitelerin öngörülmesi hem kamu üniversitelerinin piyasalaşması ve siyasallaşmasının istenmesi arasında -arkalarındaki zihniyet açısından- ne fark var?

HANGİ BİLGİ?

Yeni yüksek öğretim yasası ile akademisyenler için performans değerlendirmesi isteniyor; farklı üniversite yapılarının ortaya çıkması ve aralarındaki rekabetin artması amaçlanıyor; kamu üniversitelerinde gelirinin farklı kaynaklardan (Buna öğrenciler de dahil) sağlanması öngörülmekte. Bunlara bakıldığında neye hizmet edileceğini de anlıyorsunuz... O çok cafcaflı “bilgi toplumu” mu acaba? Peki, bilgi toplumu nedir? Sermayenin işine yarayacak, üretimi ve tüketimi hızlandırmaya yarayacak, verimliliği ve kârları arttıracak bilgilerden başkasına yer var mı bu “bilgi toplumunda”? Bunun dışında kalan bilgiler, çoktan “işe yaramaz” muamelesi görmüyor mu? Eleştirel bakan, farklı söyleyen diller, farklı eyleyen kişiler –tutuklanmaktan kurtulmuşlarsa- dudak bükülerek “çağ dışı/arkaik” ilan edilmediler mi?

Bu çerçevede, genel olarak eğitimin, özel olarak yüksek öğrenimin hem kapitalizmin ruhu hem siyasal iktidarın misyonu açısından ne kadar önemli olduğu da ortada. Bu nedenle de, “serbest ya da özerk” bırakılmaları da mümkün değil! Gerçek bir demokrasiye ulaşmak açısından üniversitelerin ve medyanın özerkliği çok önemli olsa da, araç olarak o kadar kıymetliler ki, amaçlara uygun yoğrulmaları kaçınılmaz!

Kapitalizm ve liberalizmin bu konuda epeyce deneyimli olduğuna da kuşku yok. Yani, gerektiğinde yasak ve engel çıkarmaktan kaçınmazlar; ama, asıl yapılması gerekenin içten fethetmek olduğunu biliyorlar. Şimdi siyasal İslam’da, bir yandan küresel sistemle entegre olup güçlenirken, öte yandan kendini güçlü kılmanın yollarını oradan öğrenmekte. Yani, Batı’nın zenginliği ve teknolojisi ile dindar ve muhafazakar bir toplumun birlikteliği, ya da kendi görüşünün egemenliğini nasıl inşa edileceği meselesinde bu araçları kullanmanın peşine düşmüş durumda. Bu nedenle, çıkarılmak istenilen yasada çoğulculuk, farklılık, rekabet, performans değerlendirmesi, kalite, hesap verilebilirlik filan diyerek, amaçlarının aracı olacak düzenlemelerin peşinde.

MIŞLAR DÜNYASI

Bu nedenle üniversiteler de, bir yandan bireysel kurtuluşun, başarı ve güç arayışının, tüketim kültürünün beslenip güçlendiği, öte yandan hem piyasaya hem de iktidara biat etmenin nimetlerinin öğrenildiği alanlar ve araçlar olmak durumunda!
Bir bakıma, üniversiteler piyasalaşır ve zapturapt altına alınırken, eleştirel yaklaşımların kökünün kurutulmak istendiği de söylenebilir. Örneğin, bırakınız sol düşünceyi, gerçekten liberal düşünceye inanan birinin bile bugünkü uygulaması içinde liberalizmin bir yandan küresel sermayenin güdümüne girmesi, öte yandan otokratik yönetimlerle bir araya gelmekte sakınca görmemesi nedeniyle, dayandığı temel felsefenin uzağına düşmüş, ya da onu yalancı çıkaracak kadar yozlaşmış olduğunu söylemesi beklenir. Yani liberal anlayış çerçevesinde önerilen siyasal ve bireysel değerlerin eksiklik ve aksaklıklarının ötesinde, bugün “yalana” ya da “mış gibi ” olmaya dönüşen bir liberalizmden söz etmek daha anlamlı olmakta.
Ve görünen o ki, bu toplumda, “mışlar dünyasını” olağan kabul edecek beyinler istenmekte. Üniversiteler de, “mışlar dünyasını” olağanlaştıracak beyinler ve bilgiler üretecek.... İstenen bu!

*Yıldız Teknik Üniversitesi


YENİ YÖK TASARISINI TARTIŞIYORUZ!

*  Hükümet ne amaçlıyor?
*  Demokrasi ve özerklik açısından üniversitelerin durumu?
*  Üniversitelerin piyasaya açılması ne anlama geliyor?
*  Üniversitelerde gelişen tepkiler ve nasıl bir mücadele gerekiyor?

Sayfalarımızı üniversite bileşenlerine açıyoruz. 4 bin vuruşu geçmemek kaydıyla yazılarınızı [email protected] adresinden bize gönderebilirsiniz.

ÖNCEKİ HABER

Kuşdili’ne AVM’yi kimler istiyor?

SONRAKİ HABER

İşçiler hem kararlı hem öfkeli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa