Deprem deneyimlerimizden öğrenmek
"470 toplanma alanının 300’ü imara açılmış durumda. İmara açılan acil toplanma alanlarına dikilen yapılardan birkaçı Ağaoğlu MyCity, Trump Towers, DAP Royal Center, Zorlu Center AVM…"
Fotoğraf: DHA
Sinan CEVİZ
Deprem kuşağında bir ülkede yaşıyoruz ve ülkemizde sık sık depremler yaşanmakta. Her deprem sonrasında benzer acılar yaşıyor, benzer refleksleri veriyoruz. Vicdanlı insanlarımız canhıraş yaraları sarmaya çalışırken “Nerede bu devlet” çığlıkları ise bir süre sonra dinip gidiyor. Eleştiriler rafa kalkıyor, sorumlulardan hesap sormak, yeni düzenlemeler talep etmek unutulup gidiliyor.
Ülkemizde 1999 Gölcük depremi yasal düzenlemeler açısından dönüm noktalarından biriydi. Bu deprem sonrasında kimi önemli düzenlemelerin yapıldığını ve bu düzenlemelerin sonrasındaki yıllarda da devam ettiğini söylemek mümkün. Bu makalede tek tek yönetmelikleri incelemeyeceğiz ancak bazı önemli nokraları hatırlatmakta fayda var. Deprem dönemlerinde kulak kabarttığımız bilim insanları Pazarcık depremi sonrası İstanbul’da yaşanacak olası büyük depreme değiniyor. Şimdi İstanbul açısından Gölcük depremi sonrası atılan adımlara bakalım…
’99 SONRASI ÇOK SAYIDA YASAL DÜZENLEME YAPILDI
Gölcük depremi sonrasında İstanbul’un nüfusu 9 milyon olarak ölçülmüş ve 750 bin bina ile 2 milyon civarında konut üzerinden bir planlama yapılmış. 470 geçici iskan alanı, 562 birinci derece acil ulaşım yolu belirleniyor. Toplanma alanlarına konan kulübelerde deprem sonrası arama kurtarmada kullanılacak ekipmanlar istifleniyor.
Yapı denetimleri düzenlendi, bina yapım standartları getirildi ve 2009’da Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kurularak afet sonrası müdahale ile ilgili tüm kurumlar tek çatı altında toplandı. Yine ’99 sonrası İstanbul’da bina tespitleri yapıldı, yapıların yüzde 50’sinin kaçak olduğu, yüzde 25’inin acil yıkılması gerektiği belirtildi. 2012’de kentsel dönüşüm yasası çıkarılarak ülke sathında riski yapıların dönüştürülmesi hedeflendi. Depreme dayanıksız yapıların dönüşümü için Deprem Vergisi Yasası çıkarıldı ve ciddi miktarda para toplandı. Onca düzenleme yapıldı ve uygulansa bunların bir kısmının ideal düzenlemeler olduğu bile söylenebilirdi.
YASALAR DEĞİŞTİ, YA PRATİK?
Bunca yasa ve yönetmelik değişikliği sonrası pratikte neler olduğuna bir bakalım… Öncelikle 9 milyon nüfusa göre belirlenen 470 toplanma alanı sayısının nüfusun 16 milyonu kayıtlı, fiili olarak 20 milyona dayandığı göz önüne alınarak arttırılması gerekir. Ancak artırmak bir yana 470 toplanma alanının 300’ü imara açılmış durumda. İmara açılan acil toplanma alanlarına dikilen yapılardan birkaçı Bahçelievler Ağaoğlu MyCity, Şişli Trump Towers, Maltepe DAP Royal Center, Beşiktaş Zorlu Center AVM…
Birkaç örnek bile rant gerçeğinin insani temel ihtiyaçların nasıl önüne geçtiğini ve bu ranttan kimin nemalandığını gösteriyor. Bu tablo karşısında bu alanlara ve bu alanlarda bulundurulması gereken arama kurtarma ekipmanlarına ne olduğunu sormak anlamsızlaşıyor. Afet anında kullanılacak teknik malzeme depolarının yerinde artık yeller esiyor. Acil ulaşım yolları için de durum benzer. Olası deprem anında ulaşım kaosunun yaşanacağı gün gibi ortada.
VERGİLERİN DÖNÜŞÜM İÇİN KULLANILMADIĞI ORTADA
Deprem vergilerine gelecek olursak; bu paralarla kentsel dönüşüm kapsamında bina yapılmadığı apaçık ortada. Kentsel dönüşüm, kamu sorumluluğunda yürütülmesi gereken bir planlamadan ranta dayalı bir uygulamaya dönüştü. Daire sahipleri müteahhitlerle anlaşabilirse binalarını yeniledi, anlaşamaz ise yaradana sığınıp yaşamaya devam etti.
Tüm yasal düzenlemelere en ciddi darbe de hemen her seçim öncesi çıkarılan imar afları. Kaçak, ruhsatsız -yani olası bir depremde yıkılmaya mahkum- tüm yapılara imar izni çıkarıldı. Yapı denetiminde TMMOB ve bağlı meslek kuruluşlarının yetkileri ortadan kaldırıldı.
Aynı kısır döngüyü yaşamamak için sürdürülebilir kentsel dönüşüm planlarının güncellenmesi, toplanan yardımların açık ve aleni halkın denetimine sunulması gerekmektedir. Ayrıca deprem sonrası işçilerin, halkın bir parçası olduğu kurtarma ekiplerinin kurulması güvence altına alınmalı. Kurtarma eğitimi alan tüm işçiler ve halk kendilerinin bağlı olduğu sendikalar, meslek örgütleri ile birlikte alanda çalışma sürdürebilecekleri yetkilerle donatılmalı.
Elbette daha tartışılacak, önerilecek çok şey var. Ancak geçmiş pratiklerimizi hatırlayarak geleceğe bakabilirsek aynı şeylerin yaşanmasını engelleyebiliriz.