21 Şubat 2023 13:00

Kırılan öfke fayı: Kaydet bunları, kaydediyorsun değil mi?

İnsanlar fotoğraf makinesini görür görmez öfkesini haykırmaya başlıyor. “Kaydet bunları” ya da “Kaydediyorsun değil mi” diyerek haykırışının hedefine ulaşacağından da emin olmak istiyor.

Fotoğraf: Elif Görgü/Evrensel 

Paylaş

Elif GÖRGÜ
Adıyaman

Hatay merkezli 6.4 büyüklüğündeki yeni büyük deprem gerçekleştiğinde Diyarbakır’a yeni varmıştık. Araçta olduğumuz için hissetmediğimiz depremi, bir anda sokaklara doğru koşmaya başlayan insanları görünce fark ettik. İki hafta sonra insanlar hâlâ büyük korkuyla ve tetikte yaşıyor. Çocuklar ağlıyor, kadınlar etraflarındaki yüksek binalardan nasıl korunabileceklerini araştırırken sokağın bir o yanına bir bu yanına gidiyor. Arabası olan kendini arabaya attığı için kısa sürede kent genelinde trafik de kilitleniyor. Ancak korkunun yanında bir başka duygu da var, öfke. İnsanlar öfkeli. Başka zaman gazeteci olduğunuzu söylediğinizde belki uzaklaşacak insanlar bugün fotoğraf makinesini görür görmez öfkesini haykırmaya başlıyor. “Kaydet bunları” ya da “Kaydediyorsun değil mi” diyerek haykırışının hedefine ulaşacağından da emin olmak istiyor.

Dün ayrıldığımız Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesinde de bu duygu hakimdi.

Gölbaşı, büyük çoğunluğu yıkılmış ya da ağır hasarlı ilçelerden. Bazı sokaklarda binalar insan, eşya, hatıra ne varsa sürükleyip su gibi sokaklara akmış, o sokaklara girmek zor. Yıkılmayan binalar yana, öne, arkaya yatmış. Bazılarına, diğer her şeyde olduğu gibi iş makineleri girmiş, ortalık toz duman.

 

Bu dumanın ortasında, büyükçe bir enkazın karşısında sokağa koyulmuş bir koltuğun üzerinde birkaç genç ve birkaç yaşlı Gölbaşılı oturmuş, enkaz kaldırma çalışmalarını izliyorlar. Meğerse içlerinden birinin, Ali Özer’in dükkanı; kitabevi ve kafesi buradaymış. Dozer girmesin diye nöbette Ali.

DEPREMZEDENİN HESABINDAN 25 BİN LİRA GAZ FATURASI ÇEKTİLER!

Ali öfkeli. Devlet dört gün Gölbaşı’ya uğramadığı için öfkeli. Üstüne, birkaç gün önce, yıkılan dükkanları için hesabından otomatik olarak 25 bin lira gaz parası kesilmiş. Kimi, kime şikayet edeceğini bilemiyor.

Ali annesini ve babasını İzmir’de bir arkadaşının evine bırakmış ve Gölbaşı’ya geri dönmüş. Sohbet ederken yaşlı hemşehrilerinin “Suriyeli yağmacılar”dan şikayet ettiğini duyuyor ve tepki gösteriyor: “Çok fazla insan da hiç sebep yokken tekme tokat dayak yedi. Bir kesim yağmacı insan muhakkak vardır ama onlar da bu devletin yarattığı insanlardır. Onlara bir standart sağlayamadığı için, bir sosyal hayat sağlayamadığı için o adam yağmacı olarak yaşıyor”.

HALKI GALEYANA GETİRİP SOKAK SOKAK İNSAN ARATTILAR

“Hepimizin evi barkı, tezgahı dağıldı, paramparça oldu. Hiç kimse de buraya gelip haliniz nicedir demedi. Bu ülkede devlet eksiği problemi var, halk-vatandaş eksiği yok” diyor Ali. Ülkeyi yönetenleri kastederek devam ediyor: “Bu ülkede bunlardan daha büyük bir yağmacı mı var? Devletin temelini götürdüler bunlar. Ama şurada yerden tek bir sigara alan adam yağmacı diye dövülüyor. Genç bir çocuktu, velev ki sigarası yok. Tekme tokat dövdüler. Gündemi kamufle edip tasfiye etmek bunların işi. Bütün halkı yağmacılık diye galeyana getirip sokak sokak, cadde cadde insan arattılar, bunu başardılar”.

FULYA ÖĞRETMEN NASIL ÖLDÜ?

Barış da öfkeli. Gölbaşı’da depremde hayatını kaybeden 400 kişi olduğunu açıklamış yetkililer. Barış’a göre sayı bunun çok üzerinde. Deprem sabahı ailesini güvenceye aldıktan sonra yardım için sokağa çıkmış. Sabah 9.30 gibi fark etmişler Fulya Öğretmen’i. “İki bacağına beton düşmüştü sadece başka hiçbir şeyi yok, gözünün önünde ölüyor, gücün yetmiyor” diye anlatıyor: “Kadını biz enkazda gördük, o kadar erken saatte yakaladık -zaten biz ikinci depreme de o enkazda yakalandık- bu kadar erken yakaladığımız halde kurtaramadık. Önce kepçe bulamadık. Sonra kepçe geldi gücü yetmedi, kaldıramadı. Fulya Öğretmen’in bacaklarına sadece beton düşmüştü, bağıra bağıra akşam altıda öldü. Hipotermiden öldü. Çünkü sular böyle durmuyordu burada, donuyordu. Biz su içemiyorduk dışarıda, donuyordu. Boşu boşuna öldü. Yani herkes boşu boşuna öldü de tabii…”

BUNLARI HİÇBİR KORKU FİLMİNDE BULAMAZSIN

Peki o sırada AFAD ne yapıyordu?

“Dördüncü, beşinci gün UMKE ile AFAD geldiler. UMKE geldi, ‘AFAD’ın girmesi gerekiyor’ dedi. AFAD geldi, ‘Bizim ısı cihazımız, vincimiz yok’ dedi. Sonra geldi cihazlar ama vallahi billahi ceset topladık! Uzuvları yoktu, bekleyecek durumda değiller. Telefon ışığında mezar kazdık, bunu unutamam, bu unutulacak bir şey değil ki. Bunların hastane kaydı yok, neye dayanarak 400 ölü diyorlar Gölbaşı için? İnsanlar evlerinin önünde kazan kaynatıp evlerinde ölü yıkadılar. Bunları hiçbir korku filminde bulamazsın bak.”

Barış’ın gözleri doluyor. “İşim var” diyerek kalkıp gidiyor. Öfkesi de peşinden. Acı ve öfke enkazlardan yükselen toz gibi yoğun Gölbaşı’da. Bu iki duygu birbirini örgütlemesin diye olsa gerek sarıklı, cübbeli bir takım tarikatçılar enkaz etraflarında dolaşıyor, inceleme yapıyorlar.

MİLLET YARDIM EDİYOR, DEVLETİN ADI YOK

Ancak şimdilik öfkeyi dindirmek kolay görünmüyor. “Gölbaşı’da dört gün devlet denen hiçbir şey yoktu. Bir tek belediye başkanı tek başına yetişmeye çalıştı” diyor sinirle Ali Tuğtekin. Sık sık soruyor, “Kaydediyorsun değil mi? Kaydet bunları”. Sonra anlatmaya devam ediyor: “Millet yardım ediyor birbirine, devletin adı yok. Bu gelen yardımlardan hiçbirinde devletin adı yok. Halk dayanışma gösteriyor, girişte AFAD el koyuyor. Devlet yapıyormuş gibi göstermek için. Bu ne insani, ne dini, ne vicdanidir. Şurada vatandaş su almaya gidecek, bunun için kimlik yazdırarak içeri girebiliyor. Utanç verici, insanlık adına utanç verici.”

Gölbaşı’daki göçü soruyoruz, “Parası pulu olan kaçtı, canını kurtardı gitti” diyor: “Bir de millet çocuğunu götürdü. Ama burada çadır kentte yaşayan çocukların psikolojisi ne olacak? Bu ülkenin geleceğine bir bakan var mı? Bazı insanlar götüremedi çocuklarını başka yere. Akşam gelip çadıra giren bir çocuğun psikolojini değerlendirebiliyor musunuz?​”

KENTLERLE BİRLİKTE GEÇİM KAYNAKLARI DA YIKILDI

Gölbaşı’nın nüfusu deprem öncesinde yaklaşık 50 bin görünüyor. Kent yıkımdan sonra boşalmaya başlamış. Avrupa’daki akrabalardan gelen ekonomik destek, memurluk ve organize sanayide işçiliğin yanı sıra tarım ve hayvancılık geçim kaynakları.

Fahrettin ise minibüsçülük yapıyormuş depremden önce. Daha doğrusu gündüzleri minibüs şoförlüğü akşamları düğünlerde müzisyenlik. Ekmek teknesi minibüsü, yıkılan bir binanın altında kalmış. Çocukları ve eşini kent dışına göndermiş, kendisi geri gelmiş: “Geçim kaynağım gitti. Çocukları, hanımı Konya’ya bıraktım, minibüs için geri geldim. Araba olsaydı şimdi Antalya’ya giderdim, belki orada turist minibüsü olarak çalışırdım. Burada yatacak yer bile yok, bekliyoruz işte.”

Antalya’da bir arkadaşı otellerde müzisyenlik yapabileceğini söylemiş. Şimdi oraya gitmeyi düşünüyor.

İNEK BESLİYORSUN, PAHALILIKTAN YEM ALAMIYORSUN

Elif teyze, Burunçayır köyünden. Yaşını sorunca, “60’ımı geçmişim” diyor. Kendi evleri yıkılmamış ama içeri girmeye korkuyor, “Hasarlı, onarım olur dediler, üç kişi geldiler baktılar, ama nereden geldiler bilmiyorum. Destek verirlerse onarımı biz gücümüzle yaparız” diyor.

Köyde de temel ihtiyaçlar konusunda sorun yaşıyorlar. Eskiden tarımla kendi kendilerine yetebildiklerini, ancak artık böyle olmadığını anlatıyor, şimdi tek geçim kaynağı BAĞ-KUR emeklisi eşinin emekli maaşı, “Bir emekliylen nasıl geçinelim?​” diye soruyor: “Bir emekli maaşıyla hiçbir şey alamıyorduk, ancak bakıyorduk. Bir de deprem geldi. Eskiden benim anam atam mercimek ekerdi, nohut ekerdi, benim babam buğday yapardı, üzüm yapardık, her şeyimizi doldururduk, yağ olurdu. Ne alırdık? Bir şey almazdık. Malın olurdu zaten. Pahalılıktan yapılmıyor artık. İnek besliyorsun, yem alamıyorsun.”

ÖNCEKİ HABER

CHP’li Ahmet Akın: Depremzedelerin faturaları derhal silinmeli

SONRAKİ HABER

HDP'li vekiller İslahiye Cezaevi’ni ziyaret etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa