Didem Kazan Sol: Hikayesi olmayan kadınlara küçücük dünyalar yarattım
Didem Kazan Sol, yeni kitabı “Kusura Ayna"yı anlattı.
![Didem Kazan Sol: Hikayesi olmayan kadınlara küçücük dünyalar yarattım](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/230077.jpg)
Didem Kazan Sol (Fotoğraf: Kişisel arşiv)
Hakan GÜNGÖR
Didem Kazan Sol, uzun zamandır tanıdığım bir yazar; ilk öykülerini yayımlamaya başladığı günden beri edebiyat yolculuğunu takip ettiğimi belirtmeliyim. Aynı yayımlarda yazdığımız da oldu, edebiyatta ne yapmak istediğini konuştuğumuz da… İlk öykü kitabı “Kusura Ayna” İthaki’den çıkınca merakla okudum kitabını.
1982’de İstanbul’da doğan, halen öğretmenlik yapan Didem Kazan Sol, “Güzel görünen” ilişkileri, yok sayılan ve “Aman başımıza taş yağar”larla üstü örtülmeye çalışılan cinselliği, eril tahakkümü, kör inancı, kimi zaman kara mizaha yaklaşarak ve bıyık altından gülerek kimi zamansa büyük bir ciddiyetle anlatıyor. Yerleşik olanı sarsmaya girişen öykülerini okurken epey sorum birikti; anladığım, merak ettiğim, müşkülpesent davrandığım bölümler oldu.
Bu kez bu sorular ve cevaplar aramızda kalmasın istedim. Böylece “Kusura Ayna”ya ayna tuttuk.
"SİZİNLE DEĞİL KENDİMLE DALGA GEÇİYORUM"
Yekten sorayım mı, kitapta sen bizimle büyük bir ciddiyetle dalga mı geçiyorsun?
Aslında sizinle değil, en çok kendimle dalga geçiyorum. Hem sanki her şey böyle daha katlanılası, öyle değil mi?
Öyle tabii. Kara mizaha yaklaşan dili kurmak bir kararla olmuyordur, senin yazı yolcuğunun durakları nasıl oldu?
Evet, bunlar benim zamanında dert ettiğim meseleler. Hâlâ dert eden insanların olduğunu biliyorum, sayıları da hiç az değil. Fakat insan bir noktaya kadar dert ediyor. Sonrası bir eşikten geçmek gibi. Ben epey eşik geçtim sanırım. Ve evet, zamanla, o eşikleri geçtikçe ister istemez dil de kara mizaha dönüyor. Hem sen beni az çok tanıyorsun; ben gündelik hayatımda da böyleyim. Hiçbir zaman dertlenip bu dertle kendimi kaybetmedim. İşi mizaha vurup hayatımı kolaylaştırmaya çalışıyorum.
O kara mizahın içinde iyi çizilmiş kadın karakterler var. “Bakmayın, görün” der gibi…
Bakılıyor çünkü ah vah ediliyor, iki gün sonra da unutuluyor. Görmek başka. “Ben varım” demek bu. “Görün beni, bakıp geçmeyin.” O kadar çok kadının var olma çabasına şahit oldum ki belki de en çok bu canımı yaktı. Görünmeden göçüp giden kadınlar. Hikayeleri olmayan kadınlara küçücük dünyalar yarattım desem çok mu iddialı olur?
Hikayeleri olmayan kadınlara dünyalar yaratmanın yolu biraz da iç sesler sanki. Kimi karakterlerin sıra dışı, kimileri ise “sıradan”, ta ki iç seslerini duyana dek. Söyleyemediğimiz çok şey var değil mi? İç sesinle yanıt verirsen mutlu olurum.
İç sesimi karıştırmasak olmaz mı? Olmaz değil mi? Üzerimize göre kıyafetleri giyinmiş ortalıkta oradan oraya salınıyoruz. Hani trafikte bir otobüs dolusu insanla veya bir iki kişinin bulunduğu bir aracın içindekilerle denk düşersin, belki bir gece balkonda sigara içerken başka evlerin ışıklarını görürsün. “Acaba ne hayatlar yaşanıyor?” Herkes çoğu zaman çok normal, ya kafasının içi ya ruhu? Aidiyet duygusundan epey arınmış biriyim, o yüzden ister istemez ben iç sesimle varım. Özel biri değilim, yalnız da değilim. Normlara ama öyle ama böyle ayak uydurmuş insanlarız. Yarattığım kahramanlar da çoğunlukla bizim gibiler. Ama ya içleri? İşte ben onu biraz açık ettim.
"ÖYKÜLERİM KUSURLAR TOPLAMI, BİZİM GİBİ"
“Kedilerin Kanı Gül Oluyor”u ve “Ellerime Karşılık Verir miydi Acaba Kuytusu” öykülerin en sevdiklerim oldu. “Hepsi çocuğun gibidir” ama tek öykü ile tanışacak biri olsa hangisi olsun isterdin ve neden?
Kedilerin Kanı Gül Oluyor’u sevmen çok hoşuma gitti. Tepki alacağını düşündüğüm öykülerimden biriydi çünkü. Ayırmak zor olsa da -hakikaten çok arada kaldım- Hazreti Patates’le beni tanımalarını isterdim. Kendimi, düşüncelerimi en çok açık ettiğim öyküm o, asla benim için sadece kurgu değil. Hem patatesi kim sevmez ki?
Bir iki öykünün biraz sarktığını düşünmüştüm. Mesela Hazreti Patates’teki sık tekrarlar öyküyü sarkıtırken karakterin koşullarındaki dönüşümde sıçrama var gibi hissettim…
Evet, birkaç öyküde bu sarkma var, insan sonradan fark ediyor ancak Hazreti Patates’teki tekrarlar o öykünün olmazsa olmazıydı bence. Çünkü zaman geçiyor fakat olan her şey aynı. Zamanın değişmezliğini vurgulamak istedim bir anlamda.
Kusura Ayna öyküsü diğerlerinden daha ayrı duruyor kitapta. Hatta fazla mesaj bombardımanı var gibi geldi...
Kusura Ayna anlattıklarından ötürü biraz daha kör göze parmak gibi haklısın. Aslında o öykü benim sonraki işlerime ayna niteliğinde. Mesaj vermek kaygısını gütmemiştim ancak belki de bazen küçük mesajlar da vermek gerekiyor.
Kitaba adını bu yüzden mi verdi söz konusu öykü?
Evet, bütünü yansıttığını düşünüyorum. Benim öykülerim kusurlar toplamı gibi. Karakterler, yaşananlar, düşünceler, hissedilenler hep kusurlu. Bizim gibi.
Edebiyatın “merkezi” sayılabilecek bir alanda değilsin, uzaktasın. Maalesef mevcut koşullarda yazmak da yayımlatmak da zor. Pes etmek üzere olan birileri varsa onlara ne söylemek istersin?
Daha çok yazsınlar. Pes etme noktasının en üzücü kısmı bu çünkü yazmaktan vazgeçmek. Neden? Çünkü görülmedin. Bu çok ağır ama bunu yine yazarak kırabilir insan. Tüm bunların dışında, uzakta olmaktan çok memnunum. Çemberin ne içinde ne de dışındayım.
"İNSANLAR ÖYKÜLERİMLE BENİ NASIL YARGILARDI ACABA"
Bir söyleşinde “Yanlış anlaşılmaktan korktum” diyorsun. Neydi seni korkutan, korkuya rağmen yazmaktan alıkoymayan?
Saçlarımın bir tutamını seneler önce maviye boyatmıştım. “Sen iki çocuk annesisin, öğretmensin, hem genç kız değilsin ki…” Tüm bunları bir tutam mavi saç için duydum. Öykülerimle beni nasıl yargılarlardı acaba? Korktum. Kitap olmadan önce de korktum. Yorulmaktan korktum en çok. Kendimi anlatmaya çalışırken yoruluyorum, buna tahammülüm kalmadı sanırım. Fakat ne zaman bir konuda engellensem veya bu şekilde korkutulsam, baskı altında hissetsem iki göğsümün ortasına bir ateş düşüyor. O ateş kafamın içini de yakıyor. Ben o ateşle yazıyorum. Cesaretim taa içimden geliyor. Korksam da korkmasam da…
Kitap yayımlandıktan sonra seni en çok şaşırtan geri dönüş neydi?
Malum biz bir avuç insan yazıyoruz ve yine aynı avuçlar olarak birbirimizi okuyoruz. O yüzden beni en çok şaşırtan şey salt okurun okuyup yorumlarda bulunması oldu. Bu büyük bir lütuf. Birilerinin dikkatini çekmek, sana zaman ayırmaları bir de üstüne beğenmeleri. Lütuf değil de ne denir? A unutmadan senin Cemşit hatamı fark etmen de şoke etmişti beni. Şu ana kadar fark eden olmadı sanırım ya da hoş gördüler. Sanırım bunu okuyunca fark etmeyenler de edecekler.
Evrensel'i Takip Et