23 Şubat 2023 12:55
/
Güncelleme: 18:34

Doç. Dr. Cangül Örnek: Rejim halkı korkutarak sindirmede kabiliyetini kaybediyor

Tehditler, hakaretler rejimin halka başka bir alternatif sunamamasından kaynaklanıyor. Ama genel olarak toplumu tehdit ederek, korkutarak susturmak, çok da işe yaramayan bir araca dönüşmüş durumda.

Doç. Dr. Cangül Örnek: Rejim halkı korkutarak sindirmede kabiliyetini kaybediyor

Fotoğraf, Cangül Örnek'in kişisel arşivinden alınmıştır.

Serpil İLGÜN

Tek adam rejimi gazeteleri, televizyonları, yorumcuları, trolleri ez cümle elindeki dev medya aygıtlarıyla iktidarı deprem cinayetinden hiçbir sorumluluğu olmadığına, tersine “Erdoğan’ın liderliğiyle” her yere yetişilip, her şeyin yoluna girmeye başladığına 7/24 halkı ikna etmeye çabalıyor. Ancak yetmediği saraylardan da görülüyor olmalı ki, “Devlet nerede” sorularının yaygınlaşıp giderek toplumsallaşması karşısında aslında hiçbir zaman eksik edilmeyen tehdit ve hakaret dili giderek kuvvetlendiriliyor.

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Cangül Örnek’e on binlerce insanımızı kaybettiğimiz, milyonlarcasının çok büyük acılarla geleceksizliğe sürüklendiği şartlarda bile sürdürülen bu tahammülsüzlüğün arka planını, hedeflerini sorduk.

Tek adam rejiminin bu çok büyük deprem cinayeti karşısındaki konumlanışını bir siyaset bilimci olarak nasıl değerlendirdiğinizle başlayalım.

Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kamuoyuna tanıtıldığında ve referandumda bu sistem için oy istendiğinde, bu sistemin bürokrasiyi azaltacağı, hızlı hareket etmeyi kolaylaştıracağı söylenmişti. Bu söylenenler de sorunluydu. Geldiğimiz noktada görüyoruz ki, sistem vaat ettiklerinin tersine yol açıyor ve çok büyük bir sıkıntı var. Karar alma süreçlerinin nasıl işlediği hiçbir şekilde belli değil ama anlaşılıyor ki, hepsi saraydan alınan kararlar. Bu kararlar alınırken kimlere danışılıyor, herhangi bir kriz olduğunda, mesela deprem yaşandığında bilgi nasıl alınıyor, kimlerle istişare ediliyor, kimler harekete geçiriliyor çok belirsiz. Depremden hemen sonrasında sarayda yaşananlarla ilgili öne sürülen bazı iddialar var. Bu iddialar büyük skandallara işaret ediyor. İleride bunları öğrenebileceğimiz zamanlar geldiğinde bu işin arkasında çok büyük sorumluluklar göreceğiz.

Hatırlatın, nasıl iddialar?

Örneğin geç müdahaleyle ilgili birçok iddia dile getiriliyor ama bunların hangisinin doğru olduğunu bilmiyoruz. Çünkü bu bilgiler bize şu an kapalı. Tahminlerimiz var. Ama ortaya çıkan bazı emarelerden burada önceliğin insan kurtarmaya değil, birtakım siyasi hesaplara verildiğini çok rahat söyleyebiliriz. Ne yazık ki, çok büyük bir felaket anında bile bu zihniyet terk edilmemiş ve birtakım siyasi hesaplarla müdahaleler ya geciktirilmiş ya yanlış müdahale yapılmış.

Dolayısıyla şu an karşılaştığımız şey evet büyük bir felaket ama bunun yanında büyük bir siyasi enkaz var. Ve kesinlikle bundan, bütün ülkenin yönetimini tek kişinin eline vermesini birinci derecede sorumlu tutmak zorundayız siyasi olarak.

Ancak sorumluluk almak bir yana, ilk günlerden başlayan ve artık hakaretlerle bezenen bir savunma, giderek de hesap sormaya dönüşen bir dil ve söylemle karşı karşıyayız. Bunu güçsüzlüğü örtme ya da güç gösterisi olarak değerlendirenler ağırlıkta. Sizin yorumunuz ne?

Biz haysiyetli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız, dolayısıyla bizim seçtiğimiz kişilerin, ya da bürokraside halka hizmet etmekle görevli kişilerin halka hakaret etmeyi bırakalım, sitem etmeye bile hakları yok, ki hakaret etmek gerçekten başka bir boyut ve bunu kabul etmemiz mümkün değil. Her vatandaşın da bunu reddetmesi lazım. Öncelikle bunu söylemek isterim. Diğer yandan, genel olarak toplumu tehdit ederek, korkutarak susturmak, hatta bilim insanlarını, siyasetçileri tutuklayarak korkuyu büyütmek bu rejimin en önemli araçlarından bir tanesiydi. Ama burada görebildiğim kadarıyla çok da işe yaramayan bir araca dönüşmüş durumda. Korku bir şekilde kayboldu çünkü bu kadar çok korkuyla bir toplumu yönetmeye çalışırsanız toplum ilk krizde, o krizi yönetemediğinizi gördüğü andan itibaren o korku duvarını aşmaya başlıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın en hafif tabirle hakaretle dolu açıklamasını okuduğumda şunu fark ettim, bir zayıflama var. Yani, rejimin halkı korkutma, sindirme konusunda eski kabiliyetini yitirdiğini, en azından etkisinin çok sınırlı olduğunu görüyoruz.

TEHDİTLER, HAKARETLER ZAYIFLAMANIN DIŞA VURUMU

Bu hakaretler yağdıran, sorumluluk almayan söylemin toplumun sindirme, baskılama dışında başka hangi hedefleri var?

Bununla ilgili şunu düşünüyorum, bütün bu sürecin bizzat sorumlusu olan bir siyasi lider halkın karşısına çıkarak hangi vaatte bulanabilir? “Bana bir sene verin!” Bunun dışında bir vaat yok. “Ben Türkiye’nin geleceğini buradan şu noktaya götüreceğim” diye sıralanan her şey çökmüş durumda. Depremden önceki dönemde “uzaya gideceğiz, TOGG’u piyasaya süreceğiz, dünyanın dış politikasını belirleyen ülkeyiz, biz artık bir savunma sanayi üreticisi oluyoruz” gibi halk nezdinde inandırıcılığı sınırlı olsa da, bazı hedefler sunuyordu bu rejim. Bugün görüyoruz ki, çadır bile dağıtamadığınız, en az iki gün deprem bölgesine müdahale edemediğiniz bir ortamda bütün bu vaatlerin hepsi çöktü. Şimdi kalkıp “uzaya insan göndereceğiz” deseniz ne olur, “TOGG yarın piyasaya çıkıyor” deseniz ne olur? Bu yüzden ellerinde birkaç şey kalmış durumda. Pozitif olarak sadece “milli birlik” diyebiliyorlar, bazen de  “sorumlulardan hesabını soracağız” dediklerini duyuyoruz ama bunların da ikna ediciliğinin sınırlı olduğunu görüyorlar. Dolayısıyla tüm tehditler ve hakaretler, rejimin halka başka bir alternatif sunamamaktan kaynaklanan zayıflığının bir dışa vurumu.

Şunu da eklemek isterim ki, bu tür sert söylemler, Cumhur İttifakının ve özellikle AKP’nin kendi kadrolarını konsolide etmesi için de dile getiriliyor. Seçim öncesi kendi örgütlerinde bir çözülmeyi ya da moralsizliği göze alamazlar.

Dolayısıyla bir iç konsolidasyon sağlıyor?

Evet, “biz hala güçlüyüz, birlikteyiz” görüntüsü oldukça önemli onlar için. Zaten bütün motivasyonu tek adam figürü üzerine kurulmuş bir örgütlenme ve onun dağıttığı rantlar üzerinden şekillenmiş bir parti modelinden söz ediyoruz. Dolayısıyla seçime gidilen bir süreçte bu örgütün diri tutulması lazım. Bu nedenle bu söylemlerin kendi örgütlerine de enerji pompalamak için yapıldığını düşünüyorum.

Depremde 18. güne girerken bir bürokratın bile görevden alınmaması da bunun içinden okunabilir mi?

Tabii. Çürük raporu verildiği halde önlem alınmamış, yenilenmemiş devlet hastanelerinde sağlık çalışanlarını ve hastaları kaybettik ama sağlık bakanı bu sorumluluğu bile üzerine almıyor. İnanılmaz bir durum bu. Dolayısıyla bu rejimi artık iyi tanıyoruz. Bir istifa olacaksa onu kendileri alırlar ve o istifa da toplumun eleştirdiği bir noktadan değil, içlerindeki bir hesaplaşmadan ya da ayak kaydırmadan kaynaklanır. Ama onun dışında, toplumun öfkesine kadrolarını kurban etmemek gibi bir güç gösterisi içinde olduklarını da belirtmeliyiz.

DEPREMİN SİYASAL SONUÇLARINI KONUŞMAK İÇİN ERKEN

Seçim tartışmalarını da soralım. “Seçim yapılır mı” sorularına “bu kadar acı varken seçimi nasıl gündeme getirirler” diye tepki gösteren iktidar cephesi, Bülent Arınç’ın seçimlerin Kasım 2022 ya da 2023’e alınması yönündeki açıklamalarının yarattığı tartışmaların ardından bugün seçimin mayısta da, haziranda da yapılmasının önünde engel olmadığını söylüyor. Tarihin uzamasının lehte olmayacağı mı görüldü, ne dersiniz?

Açıkçası ben seçimin Haziran’da, olağan zamanında yapılmasını beklemiyorum. Ya 14 Mayıs’ta yapmaya çalışacaklardır ya da belki yine Haziran’da ama olağan tarihinden daha öne alarak. Çünkü biliyorsunuz erken seçim olmazsa Erdoğan’ın adaylığı Anayasa açısından mümkün değil. Erken seçim durumunda bile mümkün değil aslında. Ama 14 Mayıs tarihinin dillendirilmesi, hileyle de olsa Cumhurbaşkanının yeniden aday olabilmesi için gündeme getirilmişti. Kendilerince buldukları bu çözüm bile Anayasa’ya aykırıydı. 18 Haziran olunca adaylığı hukuken meşrulaştırmaları iyiden iyiye zorlaşıyor. Tabii Anayasa’yı çiğnemekten çekinmeyen bir iktidarın her türlü hukuksuzluğuna da hazır olmalıyız.

Seçimlerin ötelenmeyeceği açıklamalarında, deprem suçlarının örtülmesi, tepkilerin soğurtulmasının zorlaşması, dolayısıyla doğuracağı siyasal sonuçların etkisi de söz konusu mudur?

Ondan çok emin değilim, neden derseniz AKP’ye oy veren kitlenin bütün bu süreçten nasıl bir siyasal sonuç çıkardığını henüz bilmiyoruz. Bunun için çok erken. Evet, bu depremin siyasal sonuçları ne olmuştur sorusunun yanıtı belli bir kesim için çok açık. Daha insanca bir yaşam isteyen geniş bir yurttaş grubu için, milyonlar için zaten bu son nokta oldu artık. Bundan sonrasına katlanabileceğimizi şahsi olarak da düşünmüyorum. Ama toplumun geri kalanı ne düşünüyor, onu öğrenmemiz lazım. İktidara verilen desteğin gerilediğini düşünüyorum. Özellikle gençler arasında. Ama bu henüz büyük bir kırılma değil gibi. Üstelik Diyaneti, tarikatları, cemaatleri veya geçen hafta gördüğümüz yardım şovları gibi çeşitli ideolojik araçları devreye sokarak erimeyi durdurmaya çalışacaklardır. O yüzden bir şey söylemek için henüz çok erken. Bunun için biraz daha toplumun reaksiyonunu gözlemeye ihtiyacımız var. Değindiğim gibi, bir yandan da tepkinin sınırlı kalabilmesi, toplumun geneline yayılmaması ya da toplumun genelinin, “iktidara rağmen bir şey yapabiliriz” fikrini edinmemesi için her şeyi yapacaklar.

Evrensel'i Takip Et