Türkiye, Şanghay'a girebilir mi?
Başbakan Erdoğan’ın Çek Cumhuriyeti ve Macaristan ziyaretindeki konuşmalarını izleyenler, Erdoğan’ın tarzına biraz yabancıysa; “Türkiye’nin Başbakanı Şanghay İşbirliği Örgütüne girmeye karar vermiş. AB ile ipleri koparmak için bu ziyaretleri vesile yapmış” demişlerdir.Çünkü Başbakan Erdoğ
Çünkü Başbakan Erdoğan ve ilgili ilgisiz bakanları, AKP sözcüleri, AB’den gelen basın özgürlüğü ve adil yargı eleştirilerini karşılamak için AB’ye karşı sertliği, açıkça “Eğer bizi AB’ye almıyorlarsa biz de Şanghay İşbirliği Örgütüne gireriz” diye tehditkar bir biçimde ifade etmekten geri durmuyorlar.
Başbakanın böyle birden Şanghaycı kesilmesini, Erdoğan’la çok sert karşıtlık içinde olduklarını söyleyen ulusalcı cephenin temsilcileri, Başbakanın sonunda dönüp dolaşıp Avrasyacılığa geldiğini söyleyerek, bu tutumu “yetmez ama evet” çizgisinden onaylıyorlar. Ve gelişmelerden memnun görünüyorlar.
TÜRKİYE’NİN ŞANGHAY GİRİŞİMİ YENİ Mİ?
Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütüne başvurusu 2005 yılında yapıldı. Ama, 2005’ten 2012’ye kadar Türkiye’nin başvurduğunu Çinli diplomatlar kabul bile etmiyor, gazetecilerin sorularına Çinli yetkililer, Türkiye’nin böyle başvurusu mu varmış” diye yanıtlar veriyordu. Ancak 2012 Haziranında Türkiye’ye hiç bir etkinliği olmayan “diyalog ortaklığı” sıfatı verilirken, aynı toplantıda Afganistan’a “gözlemci üyelik” hakkı tanınmıştı. Dolayısıyla Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütünde de sekiz yıllık bir serüveni var, orada henüz “gözlemci üye” (aday üye) bile değil. Belki “aday üyelik adaylığı” diyebileceğimiz bir statüde.
“Diyalog ortaklığı” sadece bazı önerilerde bulunan bir statü. Şanghay İşbirliği Örgütünde, AB’de Fransa’nın üslendiği, Türkiye’yi AB’ye sokmama rolünü örgütün en etkin üyesi Çin üstlenmiş bulunuyor. Rusya daha ılımlı ve örneğin Putin şaka yollu olsa da “Sizi bizim örgüte alalım” derken Çin, Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Örgütüne hiç bulaştırmamak istediğini her vesile ile yineliyor. Ama Türkiye’nin Batı emperyalizmi ile içli dışlılığı dikkate alındığında ve oynadığı rol dikkate alındığında şu çok açık ki; eğer gerçekten “Türkiye’yi birliğe alıp almama” tartışması olsa, Rusya’da, hatta “kardeş ülkeler” Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan gibi bütün “…istanlar” da “hayır” derler. Çünkü bugün Batı emperyalizminin stratejisinin etkin bir ülkesi olmasının yanı sıra Türkiye’nin bu ülkelerde 1990’lardaki sicili hiç de temiz değil. Öyle ki, Sovyetler Birliği’nin (SB) dağılmasından sonra kendisini “Türk dünyasının efendisi”, bu ülkeleri kendi “vasalı” gibi gören Türkiye bir yandan “ağabeylik” adı altında bu ülkelerin iç işlerine karıştığını, hatta kendine yakın adamları iktidara getirmek için darbe tezgahlamaya kadar varan girişimler yaptığını kimse unutmuş değil.
Çin ve Rusya’nın itirazları için ise çok daha güçlü nedenler var. Türkiye’nin NATO üyesi ve ABD’nin sadık müttefiki olması, ABD’nin ve Batı emperyalizmi açısından askeri bakımdan olduğu kadar enerji meselesinde de Rusya ve Çin’e karşı safta yer alan bir ülke olarak görülmesi en önemli engel. Nitekim Çinli diplomatlar bunu açık bir biçimde ifade etmişler.
TÜRKİYE ŞARTLARI YERİNE GETİREBİLİR Mİ?
Bu yüzden de, Erdoğan ve Hükümeti, “ AB’den ayrılıp Şanghay İşbirliği Örgütüne giriyorum” deyince kimse öyle kırmızı halıyla karşılayacak gibi görünmüyor, Hatta denebilir ki Türkiye’yi birliğe almak için Çin ve Rusya’nın, AB’den bile çok şartları olacaktır!
Örneğin, “Önce NATO’dan çıkacaksın, sonra ABD ile ikili anlaşmaları bozacaksın, Nabucco, Bakü-Ceyhan filan gibi Batı emperyalizminin enerji stratejisine hizmet eden teşebbüslerden uzak duracaksın. Suriye, İran, Irak gibi ülkelere ABD’nin değil bizim gözümüze bakacaksın,... ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne büyük Türk dünyası’ hayalleri kurmaktan vazgeçeceksin!” gibi Türkiye’nin yerine getiremeyeceği şartları olacaktır. Belki burada Türkiye, “İnsan hakları ihlalleri, ifade ve basın özgürlüğü, demokratikleşme adımları,...” gibi şartları karşılamayacağı için bu açıdan rahat edecektir! Ama, eğer Türkiye bu birliğe geçekten girmek istese, şu bir gerçek ki; Türkiye için Şanghay İşbirliği Örgütüne girmek AB’ye girmekten katbekat zor olacaktır.
‘YENİ OSMANLICILIK BİTTİ, AVRASYACILIK VERELİM’E Mİ GELDİK
Yakın tarihin Türkiye’nin dış politikasına bakıldığında, SB’nin çökmesi sonrasından başlayarak Özal ve liberallerin başını çektiği dış politikada bugün Şanghay İşbirliği Örgütünde yer alan Türki cumhuriyetler, Türkiye’nin hinterlandı ilan edilmiş, bu ülkelerin yer altı ve yer üstü servetlerinin yağmalanması için Özal ve bakanlarının başında olduğu yüzlerce iş adamının katıldığı seferler düzenlenmiştir.
“Kardeş ülkelerin ağabeyi” Türkiye, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne büyük Türk dünyası” hayalini, palazlanan yeni yetme burjuvazi için bayrak yapmıştı. Tansu Çiller bu bayrağı aptalca bir hamaset eşliğinde sallamaya kalkınca, Moskova’da yemin billah özeleştiri yapmak zorunda kalmıştı.
Erdoğan ise bu ırkçı-milliyetçi, Türk-İslam sentezci yönelişi, yeni Osmanlıcılığın içine yedirerek bildiğimiz yeni Osmanlıcı hayallerle cilalamıştı. Ne var ki bu hayaller de Suriye, İran ve Irak kapılarında duvara çarpıp parçalanmış görünüyor. Bu yüzden Erdoğan’ın “Madem bizi AB’ye almıyorlar biz de Şanghay İşbirliği Örgütüne gireriz” manevrası, bir yanıyla da yeniden Avrasyacılığa dönmek ve elbette “yeni Osmanlıcılığa elveda” demek anlamına da gelmektedir.
Dolayısıyla Erdoğan’ın girişimi, gerçekte umutsuz bir girişim olarak görünse de yeni Osmanlıcı hayallerin sonuna gelindiğinin işareti de sayılabilir. Belki de bu çıkışın gerçekle ilgili tek yanı budur.
Ama, koşullar 1996’lardan daha çok Çin ve Rusya lehine değişmiş, Türkiye ise bu ülkelerde o günlerdeki itibarını da yitirmiştir.
Bu yüzden de sadece Türkiye’nin Batı emperyalizmiyle içli dışlılığından öte, Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi ülkeler bakımından da, Türkiye’nin bu birliğe alınmasına tek bir ülke bile içten destek verecek durumda değildir.
Türkiye’nin hem Avrasyacı ulusalcıları, hem de Türk-İslam sentezci Yeni Osmanlıcıları bir de bu açıdan geldikleri yeri düşünmelidirler.
Şanghay İşbirliği Örgütü, Nisan 1996’da Çin ile komşu olan Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan ülkeleri arasında sınır anlaşmazlıklarını çözmek ve sınır güvenliği inşa etmek amacıyla kurulan Şanghay Beşlisi adı verilen bir platformdan ortaya çıktı. Haziran 2001’de Özbekistan’ın katılımıyla, Şanghay Beşlisi, Şanghay İşbirliği Örgütüne dönüştü. Başbakan Tayyip Erdoğan, Ocak 2005’teki Rusya ziyaretinde Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütüne üye olma isteğini Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e, Şubat 2005’te ise Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Çin’e yaptığı ziyaret sırasında bu isteği Çin Başbakanı Wen Jiabao’ya iletmişti. Ancak, Türkiye’nin müracaatı kabul edilmezken aynı dönemde başvuran İran, gözlemci statüsüyle Şanghay İşbirliği Örgütüne kabul edilmişti. Temmuz 2005’te, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Liu Jianchao yaptığı basın toplantısında, Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütüne başvurup başvurmadığı hakkında bilgisinin olmadığını söyleyerek, Çin’in Türkiye’nin üyeliğini istemediğini göstermişti. Çin, Türkiye’nin yalnızca Şanghay İşbirliği Örgütüne katılmasını istememekle kalmamakta aynı zamanda Asya Pasifik bölgelerindeki çok taraflı iş birliği örgütlere üye olmasını da istememektedir. Ancak Türkiye’nin AB üyeliğine Çin’in tam destek verdiği bilinmektedir. Örgütün Türkiye’ye tanıdığı diyalog ortağı statüsü, örgütün karar alma mekanizmasından uzaktır. Türkiye’nin Batı cephesinde görünmesi, AB üyeliği girişimleri ve NATO üyesi olması; Türkiye’nin Batı emperyalizmiyle bağlantılı, Rusya ve Çin’i rahatsız eden dış politikası, bu örgütü Batı emperyalizmine karşı Rusya ve Çin emperyalizminin bir dayanağı olarak kuran Rusya ve Çin için görmezden gelinemezdir. Bu yüzden de, Türkiye’yi örgüte almak yerine onu “diyalog üye” diye çevrelerinde tutmayı tercih etmektedirler.
İran’ın, gözlemci ülke statüsü ile kabul edilmesinden sonra enerji iş birliği alanında genişleyen örgüt, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’ın gözlemci ülke statüsünü kazanması ile Güney Asya bölgesi örgütün kapsamına girdi.
Coğrafi yakınlığı olan örgüte üye ülkelerinin kapsadığı alan 37 milyon kilometre kare olup Asya’nın yüzde 74’ünü teşkil etmektedir. Bu ülkelerin nüfusu ise 2.7 milyar olup dünya nüfusunun yüzde 40’ını oluşturmaktadır.
Örgüt her ne kadar bölgesel sorunlar üstünden şekillenmiş görünse de bugün gelinen yerden bakıldığında örgütün ABD ve Batı emperyalizminin dünyanın enerji kaynaklarını ele geçirme stratejisine karşı, bu stratejiye çomak sokmak üzere kurulmuş Cin ve Rusya’nın Asya üzerindeki hakimiyetini tesisine hizmet eden bir emperyalist mihrak olarak biçimlenmiştir. Nitekim bu altı ülkenin petrol ve doğal gaz kaynakları tümüyle Rusya ve Çin’e akmakta, dünyaya da oradan pazarlanmaktadır. Onun içindir ki örgüt, Erdoğan’ın ve aklı evvel danışmanlarının gösterdiği gibi AB’nin bir alternatifi değil ABD ve Batı emperyalizmin hegemonya stratejisine karşı bir alternatif olarak, emperyalist bir birlik şeklinde biçimlenmektedir.