Fabrikalarda seçim ve geçim iç içe
Seçim piyasasının belirlediği ‘kazanacak aday’ anlayışı, işçilerin fabrikalarında yaşadıkları sorunlar karşısındaki tutumuna da dayanıyor.
Fotoğraf: Evrensel
Muzaffer ÖZKURT
Tuncay SAĞIROĞLU
Çorlu
Çorlu’da elektrik direklerinin üzerleri telefon numaraları farklı, içerikleri aynı ilanlarla bezeli: “Boya badana yapılır”, “Kalorifer petekleri temizlenir”… İlanların sahipleri Çorlu ve yakın ilçeler Çerkezköy, Kapaklı’da bulunan fabrikalarda çalışan işçiler.
Aynı evde iki kişinin çalışmasının, hatta fazla mesaiye kalmanın dahi geçinmeye yetmediği günlerden geçiliyor çünkü. “Bu fakirlik bir başka” diyor konuştuğumuz B/S/H işçisi: “Ne geçen temmuz ne aralık ayı gibi. Ek zam alındı ama yetmiyor. Geçen kurban ayı ile bir önceki arasındaki fark anlatıyor aslında. Edirneli arkadaşlar var, bir öncekinde en az yarısı gitmişti. Son bayramda sadece bir kişi gitti, o da kayınvalidesinin yanına, et yiyebilmek için. Diğerleri yol parasını bile göze alamadı.”
Kredi kartları, esnek hesaplar sonuna kadar şişmiş. Her bir karta 60-70 bin lira borçlanan işçi sayısı çoğunluğu oluşturuyor. Bir bankadan para çekip ötekine yatırarak idare etmeye çalışıyorlar. Emeklileri de örnek gösteriyorlar: "Kahveler eskiye göre daha boş. Havalar güzel olduğunda parklar emeklilerle doluyor."
“Çünkü” diyor konuştuğumuz işçi: “Bir çay olmuş 6 lira. Kahvede yanına gidiyorsun emeklinin, çay söyleyecekse sadece kendine söylüyor, eskiden ısmarlardı herkes.”
AKP’YE KÜFREDİYOR AMA…
Derin yoksullaşmanın tartışmaları şimdilerde seçim tartışmalarıyla iç içe geçmiş durumda. “Saflar artık belirgin” diyor görüştüğümüz bir Deva İlaç fabrikası işçisi. Pandemiden bu yana geçen sürede AKP’den kopan kopmuş. Özellikle tekstil fabrikalarında tepkinin daha büyük olduğu söyleniyor. Şimdiye kadar AKP’ye oy vermiş muhafazakar Kürt işçilerin şimdi Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini anlatıyorlar. Bu kesimdeki vazgeçmenin asıl nedeni ekonomideki sorunlar. “Hükümetin Kürt sorununa yaklaşımı da etkili ama ekonomi daha belirleyici” diyor konuştuğumuz işçi. B/S/H’den bir işçi “Pandemiden bu yana 10 AKP’li varsa bunun 3’ü desteklemekten vazgeçti” diyor. Benzer rakamları Arçelik’te çalışan bir işçi de dile getiriyor.
AKP’ye oy atacağını dile getirenlerin ekonomik durumdan memnun olduğunu söylemek mümkün değil. İçlerinde AKP’yi ve Erdoğan’ı eleştiren, hatta küfreden de var ama küfretmesi oy vermeyeceği anlamına gelmiyor.
“Bu işçiler geçmişi arıyor” diyor Arçelik işçisi. AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemde ucuz krediyle ev ya da araba alabilenler ağırlıkta. “Yine yaparsa bunlar yapar" sözü aslında bu döneme özlem içeriyor. Ancak bir daha böyle bir dönem yaşayabilirler mi, bunun yanıtı yok. Zira Çorlu merkezde yeni yapılmış 1+1 evler 1.3 milyon liradan başlıyor.
AKP’de kalma nedenlerinden bir diğeri ise tarikatlar. Örneğin haftanın belli günleri sadece işçilerin katıldığı toplantılar düzenleyen tarikatlar olduğunu söylüyor bir işçi. İkisinin iç içe geçtiği kesimler de var. Ekonomik memnuniyet sonrası tarikatlarla buluşanlar, AKP’yi desteklemekten vazgeçtiği söylenenler ise daha önce yaptıkları birikimi harcamak zorunda kalanlar.
Ya depremin etkisi? Malatyalı bir tekstil işçisi alıyor sözü: “Malatya’dan deprem nedeniyle hısım akraba geldi. O kadar yıkım olmuş yine AKP diyorlar. Ama eskiden 10 kişinin 10’u AKP diyordu, şimdi 9’u…”
Ya gençler, yani AKP’ye oy vereceğini söyleyenlerin ilk kez oy kullanacak olan çocukları? “Gençler” diyor Malatyalı işçi: “Z kuşağı zaten farklı. Onlardan AKP’ye hiç oy yok.” Gençler konusunda kiminle konuşsak aynı yanıtı alıyoruz: “Hükümete oy vermeyecekler?” AFAD’ın eksik kalması, devlet kurumlarına güvensizlik, Kızılay tartışmaları ve imar affı… Deprem sonrası, hangi partiye oy verdiği fark etmeksizin en çok tepki çeken konular.
MHP’NİN ADI ANILMIYOR
MHP’nin ise neredeyse adı anılmıyor. Daha önce fabrikalarındaki tartışmaları “AKP’li MHP’li arkadaşlar” diye aktaranlar şimdilerde sadece “AKP’li” diyor. Trakya olması sebebiyle CHP baskın. Peki İyi Partili işçi? Kime sorsak “Var” diyor. “Kim?” dediğimizde durup düşünüyor. “Ya bir abi vardı delegeydi galiba”, ya da “Biri vardı sanki” diyor. AKP ile iş birliği nedeniyle daha çok MHP’den kopanları kastediyorlar. Ancak bir parti aidiyetinden söz etmek mümkün değil. Bu kesim kendi konumlarını daha çok AKP’nin ve Erdoğan’ın karşısında ifade ediyor.
CHP’ye oy veren işçiler açısından da benzer bir durum söz konusu. “AKP bu seçim gitmeli” diyor kiminle konuşsak. “Neden gitmeli” sorusunun ilk cevabı “Ekonominin kötü yönetilmesi.” Başta hükümetin faiz kararları. Sınıfsal tercihler, yeni geleceklerin önerdiklerinin işçilere olumlu yansıyıp yansımayacağı gündem değil.
Az çok siyasetle ilgilenen ve CHP’ye oy atacağını söyleyen B/S/H işçisiyle konuşurken, EMEP’li bir işçinin muhalefetin hangi sermaye gruplarını temsil ettiğini, işçilerin birlik olması gerektiğini anlattığı sözlerine hafif baş hareketleriyle onaylayarak karşılamasının nedeni bu. EMEP’li işçinin onca sözünden sadece “Ama AKP’nin gitmesi önemli çünkü onun gitmesi işçilere mücadele için alan açacaktır” sözleri heyecan yaratıyor bu işçide: “Evet haklısın gitmeliler!”
AKŞENER KRİZİ VE SÜPÜRGE SAPI
Fabrikalarda en hareketli seçim tartışmalarının Akşener kriziyle birlikte yaşanmasının nedeni de işte bu “Gitmeliler” beklentisi. Akşener’in masadan çekilmesi ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığının ortaya çıkması sonrası CHP’ye oy veren işçilerde kısa süreli umutsuzluğa ve büyük tepkiye yol açtı. Hatta, krizi yaratan İyi Partiye oy veren işçilermiş gibi tanıdıklarını arayıp hesap soranlar oldu. Kılıçdaroğlu’na da tepki gösterdi aynı işçiler. Nedeni ise AKP merkezli olmasına karşın piyasada genel kanı haline gelen “Kılıçdaroğlu kazanamaz” fikri. Bu süreçte hangi işçiyle konuşsak “Kazanacak aday belirlenmeli. İmamoğlu ya da Yavaş aday olsa kesin kazanılır” diyordu. Ancak yine kime “Peki oy vermeyecek misin Kılıçdaroğlu’na?” diye sorsak “Tabii vereceğim, Erdoğan’ın karşısında süpürge sapı olsa ona oy veririm” yanıtını aldık.
“İyi Partiye oy verenler desteklemez mi peki?” sorusuna da yine yanıt “Süpürge sapı” oldu. İlk kızgınlık geçtikten sonra, kimi televizyon yayınlarının ve “Akşener’in çekilmesi İyi Parti tabanının etkilemez” açıklamalarının etkisiyle Kılıçdaroğlu hızla “kazanacak aday” haline geldi: “Kılıçdaroğlu dürüst adam zaten, seçilir.” “İyi Parti gittiyse HDP masaya gelmeli” denmeye başlandı bu kez. Peki AKP’liler ne yaptı bu dönemde. Konuştuğumuz bir başka metal işçisi anlattı: “Onlar çay ısmarladı CHP’li işçilere. Hatta aralarında ‘Kılıçdaroğlu’na haksızlık yapıldı’ diyenler bile oldu. Ama en ilginç tepki EYT ile ilgili oldu. AKP’ye oy atacak bir işçi ‘İyi ki kriz EYT imzasından sonra oldu. Daha önce olsa bu yasa çıkmazdı’ dedi.” Krizin çözülmesi, dağılan masanın yeniden toparlanması sonrası ise Kılıçdaroğlu muhalif işçilerin gözünde tamamen “kazanacak aday” haline geldi. HDP tartışmaları ise yine rafa kalktı.
KENDİ GÜCÜMÜZE GÜVENMEDİĞİMİZ SÜRECE…
Seçim tartışmaları başladığından bu yana fabrikalarda talep ve mücadele tartışmalarının gerilediği herkes tarafından söyleniyor. Konuştuğumuz bir metal işçisi ise şu tehlikeye dikkat çekiyor: “Seçim süreci yaklaştıkça, özellikle sendikalı işyerlerinde daha pasifize olma hali var. Sendika ne alırsa alsın ekonomi bu kadar kötü yönetildiği için alınan da yetmiyor diyorlar. Neredeyse tüm işçiler seçimi bekliyor. Ama bekleyerek, sadece oy kullanarak çözülür mü, şimdiye kadar hiçbir derdimiz böyle çözüldü mü? İşçiler olarak biz kendi gücümüze güvenmediğimiz, bir araya gelip örgütlenmediğimiz sürece çözülmesi imkansız.”
"KAZANACAK ADAY": FAZLA MESAİ, EK İŞ, DÜŞÜK EK ZAM, KRİPTO PARA
Piyasanın belirlediği ‘kazanacak aday’ anlayışı ile işçilerin fabrikalarında yaşadıkları sorunlar karşısındaki tutumu benzerlik gösteriyor. Aslında birbirlerini besledikleri ve kaynaklık ettiklerini söylemek mümkün. İşçilerin birlik olamadığı, harekete geçmek için adım atmadığı fabrikalarda işçiler, harekete geçmeden alınabilecek olana “kazanabilecek aday” muamelesi gösteriyor. Örneğin fazla mesai. Öyle ki günde 16 saat çalışanlar var. Fazla mesainin kesilmesi ise tepki çekiyor. “Fazla mesai olmadan geçinecek ücret” ise olabilirlikten uzak görünüyor. Üretim ve kâr rekorları kıran fabrikalarda dahi işçiler sendikal bürokrasi ile patronlar arasında varılan anlaşmalarla alınan enflasyon altındaki zamlara razı geliyor.
EYLÜL AYININ TASLAĞI KONUŞULUYOR
Örneğin MESS’e bağlı fabrikalarda mart ayı zammının öne çekilmesi ve ek zam verilmesi sonrası ücretlerde yapılan artış etkisini yitirdi. Öne çekilen zam yüzde 15 olarak belirlenmişti. Mart ayına gelindiğinde ise enflasyon farkı yüzde 7.22 çıktı. MESS kapsamındaki B/S/H ve Arçelik’te çalışan işçiler için bu zam aylık 700 ila 1000 lira arasında artış anlamına geliyor. Ayrıca banka promosyonu olarak da 8 bin lira kadar ödeme aldı işçiler.
“Diğer ay ek para geleceği belliyse bu bir durulma getiriyor” diyor Arçelik işçisi. Ama tepki büyüyor. Örneğin çalışan bağlılığı anketi. Arçelik’te eskiden mavi yakalıların olumlu yanıtı yüzde 80, beyaz yakalıların yüzde 70 civarında çıkarmış. Şimdi mavi yakalıların oranı ilk kez yüzde 50’lere ve beyaz yakalıların altına düşmüş. Eylül ayında başlayacak sözleşme görüşmeleri için taslak tartışmaları da eskiden yaz ayında başlarken, yaşanan yoksullaşma nedeniyle daha şimdiden konuşulmaya başlanmış.
“1 yıl zam görmeden çalışacağız” diye başlıyor söze B/S/H işçisi: “Sabahları poğaça, sigara aldın mı, güne 100 lirayla başlamış oluyorsun.” EYT’li işçilerden açılıyor söz. Bu haktan yararlananlar, emekli olduktan sonra da çalışmak istiyor. “Üniversite öğrencisi okutan var, emekli maaşı giderleri karşılamıyor ki. Sadece emekli maaşına kaldın mı kahvede çay içemezsin” diyor işçi. Buna karşın ek zam hem Arçelik’te hem B/S/H’de şimdilik gündem değil. Gündem olduğunda ise kendini fabrikalarından çok Bursa otomotiv işçilerinden beklenti dile getirildiğini söylüyor BSH işçisi: “Bursa otomotiv bir şeyler yapsa da biz de nasiplensek.”
BİR KUTU İLAÇ 100 BİN LİRA
Asgari ücretin üzerinde ücret ödenen fabrikalardan biri de Deva İlaç. Ortalama ücret 13 bin lira civarında. Ancak ilaç fabrikalarında ücretler 2000-2001 yıllarında asgari ücretin 10 katına kadar varıyordu. “Bu gündem olmuyor mu” diye sorduğumuz işçi “Mesela bizde kanser ilacı üretiliyor. Bir kutusu 100 bin liraya satılıyor. Toplam 2 bin 800 işçi var. 3 kutu ilaç işçinin tüm masrafını karşılıyor. Her gün binin üzerinde kutu üretiliyor fabrikada. Ama şu an ek zam için harekete geçme durumu yok.”
Tekstil fabrikalarında ise fazla mesaiye yöneliyor işçiler. Borç ödeyen karı koca iki işçi şöyle anlatıyor: “Aldığımız ücret anca borca gidiyor. Biz de fazla mesai parasıyla ayakta kalmaya çalışıyoruz.” Yine asgari ücrete yakın bir ücretle çalışan 3 çocuklu bir işçi ise “Aldığım parayla nasıl geçiniyorum? Pazar günü bir boya işi aldım 3 bin lira aldım oradan. Ek iş yoksa nasıl dayanalım” diye yanıt veriyor. Geçinmenin iyiden iyiye imkansızlaştığı işyerlerinde ise eylemler gündeme geldi. Örneğin Taner Triko işçileri. Aynı iş kolundaki ortalama ücretin kendilerine verilmesi talebiyle iş durdurdu.
KRİPTO, BORSA
Ailesinden destek gören ve az çok birikim yapmak isteyen işçiler son dönemde altına dövize yönelmiyor. “Bir yılda yüzde 10 arttı, enflasyon yüzde 100. En az yüzde 90 kayıp var” diyen işçilerin bir kısmı kripto paraya ve borsaya yönelmiş. Kazanan da var kaybeden de. Kazanılan rakamlar büyük değil, ama kaybeden iş yerine gelen icra kağıdıyla belli oluyor. Buraya yönelen işçiler ise daha çok Bloomberg gibi kanalları izliyor. Asgari ücretin belirlendiği dönemler açısından ise buradan beslenmenin sonucu içler acısı: “Asgari ücret 10 bin lira olmasın, yoksa ekmek 20 lira olur.”
EMEP’Lİ İŞÇİ: İŞÇİ SINIFI POLİTİKALARI ETRAFINDA BİRLEŞMELİYİZ
Çorlu ve çevresi son aylarda iş bırakma eylemlerine de ev sahipliği yaptı. Çoğunlukla sendikasız işyerlerinde gerçekleşti bu eylemler. Karper Peynir, Volder Deri, Indomie Noodle, Lila Kağıt gibi fabrikalarda uzun süren grev, örgütlenme çalışmaları ve direnişler yaşandı. Metal fabrikalarında da ücretlerin asgari ücret seviyesine gerilemesi nedeniyle ek zam talebi gündem oldu. Bu hareketlerin sonunda kimi haklar alınsa da, alınanlar enflasyon karşısında hızla eridi.
Emek Partisi üyesi bir işçiyle yaşananları ve neden bu noktaya gelindiğini konuşuyoruz: “Bunun en baş nedeni sendikasız iş yerlerinde işçiler öfkeyle bir araya gelip haklar aldılar ama birlikleri geçici kalınca süreklilik sağlayamayınca geriye düştü. Sendikalı iş yerlerinde ise işçiler, çözümü sendikal bürokrasiye havale etti. Kazanımlar sınırlı kaldı. Bugün ocak ayında alınan zam eridi. Bu süreçlerde işçilerin birliğinin zayıflığı, sınıf mücadelesi tarihi ve birikimlerinden yeterince yararlanamaması bu sonucu getirdi.”
Fabrikalarda verilen mücadelede ortaya çıkan bu zaafın, kendini siyasal alanda da gösterdiğini anlatan işçi şöyle devam etti: “Hangi partiye oy verirse versin bütün işçiler durumun kötüye gittiğini, geleceğin daha karanlık olduğunu görüyor. Ama değişimi kendinde aramak yerine oy verdiği parti ve liderine yöneliyor. Hem bir beklenti var hem de oy verdiği partiye de güvensizlik duyuyor.” Peki çözüm nerede? “Eğer bizler” diyor EMEP’li işçi, “Bizler kendi fabrikalarımızda patronlara karşı birliğimizi oluşturur ve güçlendirirsek, siyasal alanda da işçi sınıfı olarak sınıf politikaları etrafında birleşirsek çözüme ulaşabiliriz. Sermayenin farklı renkten partilerinden umut beklemek yerine, ekonomik ve demokratik haklarımız için mücadeleye ihtiyacımız var. Bugün nasıl fabrikalarda sendikaya üye olmak yetmiyorsa, siyasi partilere de oy verip hükümet seçmek yetmez. Bunun için her alanda olduğu gibi, ülkenin demokratikleşmesi, ülkenin toplumsal yaşamının yeniden örgütlenmesi için işçi sınıfı olarak ortaya çıkmamız ve sermayeden bağımsız olarak fabrikalarda ve kendi partimizde örgütlenmemiz gerekiyor.” Seçim sürecine de değinen EMEP’li işçi, partilerinin de içinde olduğu Emek ve Özgürlük İttifakına da dikkat çekerek “Emek ve Özgürlük İttifakı sadece seçim değil, hak ve talepler için mücadele ittifakıdır. Bu ittifak bugün emekçilerin taleplerinin mücadeleyle elde edilmesi kanallarının açılması noktasında daha ileri düzeyde imkan tanıyor” dedi ve tüm işçileri katılmaya çağırdı.