Klinik Psikolog Dr. Zeynep Şeker: Temel ihtiyaçlarla psikososyal destek eş zamanlı karşılanmalı
Kişilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, psikososyal çalışmanın bir parçası. O nedenle süreç önce, sonra demeden eş zamanlı olarak hızlıca yürütülmeli.
Fotoğraf: Zeynep Şeker'in kişisel arşivi
Serpil İLGÜN
On binlerce can kaybı, acı, yokluk, yağmur, çamur, yokluk, yarınsızlık… Su, çadır, hijyen, gıda talepleri deprem bölgesinde acil temel ihtiyaçlar listesinden bir ayı geride bırakırken de inmiyor. Bir de ama acının, kayıpların, evsiz barksızlığın, geleceksiz, hatırasız kalmanın travması var. Depremin bu boyutuyla ilgili de meslek örgütleri, dernekler, gönüllüler kâh çocuklara, kâh mültecilere yetişmeye çalışıyor. Alanın en yetkin örgütlerinden biri olarak Türk Psikologlar Derneği de depremden birkaç gün sonra deprem bölgesine giderek gönüllüler, kamu kurumları ve depremden etkilenen yurttaşlarla görüşmeler yaptı. Tespitlerini geçtiğimiz günlerde raporlaştırarak kamuoyuyla paylaşan derneğin gözlemlerini, depremi yaşayan genç yaşlı milyonlarca insanın aslında hiç kaybolmayacak travmalarını ve neler yapılması gerektiğini ekipte yer alan Klinik Psikolog Dr. Zeynep Şeker’le konuştuk.
Psikologlar Derneği olarak depremin ikinci haftasında sahadaydınız. Nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
Deprem bölgesinde bulunduğumuz 8 gün içinde depremin etkilediği 11 ilin 7’sinde bulunabildik. İhtiyaç değerlendirme çalışması kapsamında Adana, Osmaniye, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya illerine gittik. Durumu daha kapsamlı anlayabilmek için tümünü olmasa da en çok etkilenen bazı ilçe ve köylere de gitme fırsatımız oldu. Arama kurtarma çalışmalarının sürdüğü, kaygının, belirsizliğin çok yoğun olduğu bir dönemde oradaydık. Bizim bulunduğumuz günlerde de, halen de artçı depremler o kadar yoğun bir şekilde devam ediyor ki, insanların yatışma, adapte olma şansları da olmuyor. O sallantıyı sürekli yaşamak, yaşanan büyük depremin anısını, korkuyu da tetikleyebiliyor.
"ÇOK CİDDİ BİR ŞOK DÖNEMİ VAR"
Dolayısıyla her an yine bir yerler yıkılacak korkusunun canlı olması, anlamlandırmayı zorlaştırıyor?
Şu anlamda zorlaştırıyor, ilk bir ay, depremi yaşayan insanlarda ortaya çıkan travmatik yaşantı sonrası akut stres tepkileri son derece normaldir. Bir ay içerisinde zamanla yatışmasını bekleriz. Ancak buradaki süreçte arama kurtarmanın uzun sürmesi, enkaz kaldırmanın hala devam etmesi ve artçı depremlerin de bu kadar şiddetli devam ediyor olması nedeniyle kişilerin “ben ne yaşadım, burada ne oldu, kayıplarım vardı benim” gibi, yaşananları anlamlandırabilecek bir sürece girmeleri zaman alıyor. Bunu yapabilmek için yaşanan krizin biraz sona ermesi lazım. Ama kriz durumu sürekli devam ettiğinde anlamlandırma süreci de bundan etkileniyor doğal olarak. İnsanlar kayıplarına karşı çok farklı reaksiyonlar veriyorlar. Çok donuk, normal, gündelik bir şey söylermiş gibi anlatıyorlar. Çok ciddi bir şok dönemi var, bir donma tepkisi var. İnsanların bunları sindirecek, anlamlandıracak zamanları ve alanları olmadığı için, bunları biz akut dönemde şok ve donma tepkisi olarak kabul ediyoruz.
Doğal olarak bundan yas olgusu da etkileniyor?
Evet, kayıpları olan insanların yas süreci, yası nasıl yaşadığı da bundan etkileniyor. Bir de yası çok farklı düzlemlerde yaşıyor insanlar. Çünkü yakın kaybı var, sosyal çevre kaybı var, mülksüzleşme var, iş kaybı var, anıların, hatıraların kaybı var. Çünkü bazı şehirler, ilçeler gerçekten tamamiyle yıkılmış. Böyle bir durumda insanların bütün geçmişini ve bağlarını da kaybetmesi söz konusu. Yeni bir anlam yaratmak gerekecek ve bu çok zor bir şey. Yani kaybı sadece birinin ölmesi olarak nitelememeliyiz, oradaki kültürel bağın, sosyal yaşamın kaybının yası da söz konusu. Dolayısıyla bizim de bu büyük afetin çok yönlü etkilerini, çapını göz önünde bulundurarak çok daha dikkatli, daha kapsamlı bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Bunların sonucunda ihtiyaçlar da farklılaşacak. Ve bizim deprem bölgesine uzun süren bir destek sunmamız gerekecek.
TEMEL İHTİYAÇLARLA, PSİKOSOSYAL DESTEK EŞ ZAMANLI YÜRÜTÜLMELİ
Barınma, hijyen, içme suyu gibi ihtiyaçların acil talep olarak varlığını koruduğunu biliyoruz. Temel ihtiyaçlar karşılanamazken, psikolojik destek ne kadar verilebiliyor?
Evet bizim de sahadan aldığımız bilgiler temel ihtiyaçların devam ettiği yönünde. Ama şunu çok gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, oradaki herkes canla başla çalışıyor. Kamu, yerel yönetim, sivil toplum, özel sektör ve oraya giden herkes çok çabalıyor. O nedenle bunu “yönetim, hükümet ne yaptı”dan ayırmak lazım, çünkü gece yarılarına kadar oradaki herkes ve çoğu da depremzede olmasına rağmen çalışmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla onların emeğinin görülmesini çok önemseriz. Ama bir koordinasyon sorunu elbette hala var. O kadar büyük bir şeyle karşı karşıyayız ki, normal şartlarda çok hızlı, refleks olarak verdiğimiz hizmetleri aynı hızda oraya götüremiyoruz ve koordinasyonda da sorunlar yaşanıyor. Dolayısıyla yeterli mi, elbette değil. Bütün sivil toplum, meslek örgütleri yerel yönetimler ellerinden geleni yapıyor ama özellikle psikososyal destek anlamında baktığımızda bizim esas işimiz şimdi başlayacak.
Temel yaşamsal ihtiyaçların giderilmesiyle, psikolojik sarsıntının giderilmesi arasında doğrudan bir ilişki var. Fiziki şartlar iyileşmeden, ruhsal açıdan iyileşme ne kadar mümkün?
Şöyle açmam gerekir. Bir travmanın kendisi var, bir de travma sonrası dış faktörler dediğimiz travma sonrasında kişinin koşullarının ne olduğu var. İkincil travmatik stres faktörleri varsa, o travma çok daha şiddetli deneyimleniyor. Kişi travmatik yaşantı sonrasında daha güvenli ve korunaklı bir alanda devam edebiliyorsa, verdiği tepkilerin süresi ve şiddeti farklılaşabiliyor.
Aslında psikolojik ilk yardım dediğimiz afetlerde verdiğimiz destek sıfırıncı saatten itibaren başlar. Bunun için temel ihtiyaçların karşılanmasını beklemeyiz. O da bir krize müdahaledir çünkü. Ama psikososyal desteğin de akut dönem, orta dönem ve uzun dönem olmak üzere üç aşaması vardır ve müdahale her birinde farklılaşır. Dolayısıyla önce temel ihtiyaçların giderilmesi değil, bunların paralel gitmesi gerekiyor. Evet, temel ihtiyaçlar acilen karşılanmalı çünkü birinin akşam başını koyabileceği sıcak bir ortamı yoksa, bizim orada yapacağımız müdahale de tabii ki sekteye uğruyor. Bu durumda psikososyal desteğin diğer kapsamlarını devreye alıyoruz. Kişilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, ihtiyaç duyduğu alanlarda yönlendirmek de psikososyal çalışmanın bir parçası. O nedenle süreç önce, sonra demeden eş zamanlı olarak hızlıca yürütülmeli.
AKUT DÖNEM UZUN SÜRECEK
Şemsiye bir kavram olarak kullanılan psikososyal destek kavramı neleri kapsıyor?
Dediğiniz gibi psikososyal destek kavramının kapsamı çok geniş. Bunun içinde akut dönemde psikolojik ilk yardım müdahaleleri yapmak da var. Yani daha hızlı, yaşanan afet sonrasında temel ihtiyaçların karşılanmasından kişilerin aileleriyle bir araya getirilmesine, ilk anda yapılabileceklere odaklandığımız bir evre. İlk bir ay akut dönem olarak tanımlanır, ama gerek bizlerin sahada yaptığımız gözlemler, gerekse halen sahada olan arkadaşlarımızdan aldığımız bilgiler akut dönemin biraz daha uzun süreceği yönünde. Enkaz çalışmalarının ve temel ihtiyaçların karşılanması sürecinin hala devam etmesi, “güvendeyim” algısının, yasın tutulmasının ve yaşanılanları anlamlandırmanın zaman alması nedeniyle, bunun bir aydan biraz daha uzun sürebileceğini düşünüyoruz. Orta döneme geldiğimizde yaşamın nasıl yoluna koyulacağına ilişkin çalışmaların yapılması, kısa süreli bireysel ve grup müdahalelerinin yapılması gibi psikolojik desteğin daha farklı basamaklarını uygularız. Daha uzun vadede ise, ihtiyaç duyan kişilerin terapi süreçlerine yönlendirilmesi, gerekli psikiyatrik desteğin sağlanması gibi müdahaleler söz konusu.
HASSAS GRUPLARA FARKLI ÇALIŞMALAR YAPILMALI
Hazırladığınız raporda kadınlar, çocuklar, engelliler, mülteciler, yaşlılar, LGBTİ’lerin durumuyla ilgili detaylar da yer alıyor. Depremin bütün etkilerini en ağır yaşayan bu gruplar için gözlemleriniz ne?
Çocuklar demeyi çok doğru bulmuyorum çünkü ergenler gözden kaçabiliyor. Dolayısıyla çocuk ve ergenler, kadınlar, yaşlılar, engelliler, mülteciler ve LGBTİ bireyler önceliklendirmemiz gereken hassas gruplar. Bu nedenle de, farklı çalışmaların yapılması gerekiyor. Nasıl çalışmalar olduğu sorusunun yanıtının bölgedeki ihtiyaçlara göre belirlenmesi gerekiyor. Bu çalışmaları çadır kentte mi yapacaksınız? Bir mahallede, köyde mi yapacaksınız? Çalışmalar farklılık gösteriyor, ama hepsinde yine temel ihtiyaçların karşılanması elzem. Örneğin refakatsiz yaşlıların yaşamlarının nasıl devam ettirileceğinin belirlenmesi, sağlık ihtiyaçlarının karşılanması birinci öncelik. Aynı şekilde engelli bireylerin, medikal ve varsa refakat ihtiyaçlarının karşılanması, ergenler ve refakatsiz çocuklar için de yine güvende olduklarından emin olmak gerekiyor. Temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla birlikte psikolojik destekler devreye girecek. Bunun içinde travma sonrası stres tepkilerinin anlaşılması, bunların anlamlandırılması, yas sürecine eşlik edilmesi, sonraki süreçlerde yavaş yavaş yaşamla ilişkilenmeye, bir şekilde yeni bir rutin oluşturmaya destek olacak aktivitelerin yapılması da yer alıyor.
Mültecilere gelince, rutinleri tam yeni oturmuşken tekrardan çadır hayatına ya da kamplara geri dönmeleri ikinci bir travmatik yaşantı oluyor. Deprem, mülteciler için de çok zorlayıcı bir süreç. O nedenle bunu göz önünde bulundurarak bir değerlendirilme yapılmalı ve psikolojik destek sunulmalı.
PSİKOSOSYAL DESTEK GERİ ÇEKİLME DÖNEMLERİNDE DAHA DA ELZEM
Depremden etkilenen yurttaşlar yerel yönetimlerden kitle örgütlerine, yardım, destek için giden herkesin varlığının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor ve gitmelerinden, yalnız kalmaktan kaygı duyduklarını söylüyorlar. Bu desteğin sürmesi neden önemli?
Çok haklılar. Afetlerde bizim kahramanlık ve balayı dönemleri olarak tanımladığımız dönemlerden sonra bir hayal kırıklığı dönemi vardır. Gani gani yağan yardımın bir anda geri çekilmesi ve oradaki insanların birbirleriyle baş başa kaldıkları bir dönemdir. Dolayısıyla o dönem maalesef gelecek. Ondan sonra bir yeniden yapılanma sürecine girilecek. Ama buradaki afetin büyüklüğü göz önüne alındığında bizim Türk Psikologlar Derneği olarak hedefimiz mümkün olduğunca bu hizmetin daha uzun süre sunulması. Genelde de bunu yapmaya çalışıyoruz, Soma Maden faciası, Elazığ, Van, İzmir depremlerinde de bunu yaptık. Genel perspektifimiz de budur, minimum 6 ay ile 1 yıl arasında sürecek bir çalışma yapmak. Tam da o çekilme sırasında insanların hayal kırıklığı yaşadığı, bir yandan da yeniden yapılanma sürecinde psikososyal desteğin sunulabilmesi çok önemli.
DESTEK TALEPLERİNİ KARŞILAMAYA BAŞLADIK
Psikologlar Derneği olarak deprem bölgesinde nasıl bir çalışma yürüteceksiniz?
Psikologlar Derneği’nin İstanbul, Bursa, Antalya, Ankara, Eskişehir, İzmir ve Samsun şubeleri olarak bir araya gelerek Deprem Psikososyal Dayanışma Ağı (DEPSDA) adıyla bir proje oluşturduk. Minimum bir yıl olmasını hedefleyerek 8 bölgede psikososyal destek hizmeti sunmaya başlayacağız. Burada hem psikolog meslektaşlarımız, hem sosyal hizmet uzmanları, hem de iş birliği kurduğumuz psikososyal alanda çalışan diğer uzmanlar yer alacak. Projeyi dört aşamalı gerçekleştireceğiz. Deprem bölgesinde sabit hizmet verilmesi; mobil araçlarla, çevre ilçe ve köylere hizmet sunulması; deprem bölgesinde görev alan ve ihtiyaç duyan kişilere “çalışana destek programı” sunulması ve göç edilen illerde verilen destekler. Bu üç haftadır başladı. İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Bursa illerinde bu hizmeti sunuyoruz. Derneğimize ulaşan herkesin destek taleplerini elimizden geldiğince hem yüz yüze, hem çevrimiçi karşılamaya devam ediyoruz. Saha çalışmasını da en kısa sürede başlatıyoruz. Aynı zamanda genel merkezimiz de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı işbirliği içinde, sahaya giden gönüllü meslektaşlarımızla bu hizmeti sunmaya devam ediyor. Yani birçok farklı koldan sahada yapabileceklerimizi arka plandaki kocaman bir ekiple, en yüksek kapasitede birlikte nasıl yapabiliriz diye beraber çalışıyoruz.
NORMALLEŞME, UNUTMAK YA DA AFFETMEK DEĞİL
Bir yandan da “normalleşme” tartışmaları yapılıyor. Artık depremle ilgili görüntü, haber izlemeyi bırakma, “yardımımı gönderdim, hızla günlük rutinlere dönebilirim, sana da tavsiye ederim” gibi yaklaşımlar söz konusu ki, bazı uzmanlar da normalleşme çağrısı yapıyor. Bir yandan evet normalleşme gerekiyor ama normalleşme böyle bir şey midir?
Bunu ikiye ayırmamız lazım. Depremden etkilenenlerle, diğer kentlerde yaşayan ve depreme destek olmaya çalışan insanların süreci deneyimlemesi doğal olarak aynı değil. Zaten depremi yaşayan insanlara “normalleşmek” denildiğinde tepkiyle karşılanıyor, ki bu da doğal. Uzmanların kullandığı normalleşme daha çok şöyle bir şey: Travmatik deneyimler yaşadığımızda ne olur, yaşam kesintiye uğrar, bizim kontrolümüzden çıkar, yaşamımız üzerinde hiçbir kontrolümüzün kalmadığı hissi oluşur. Normalleşmeden kastımız, kişinin yaşamın kontrolünü eline almaya, gündelik bir rutin oturtmaya, az da olsa kendisine iyi gelen şeyleri yapmaya başlaması, yaşamla yeniden ilişkilenmesi süreci. Şu hiçbir zaman normalleşme içine girmiyor, unutmak, hiç olmamış gibi davranmak, yok saymak ya da affetmek.
Başka şehirlerde yaşayanlar açısından da, evet yeniden rutinine dönecek yaşamlarımız. Ama rutine yeniden dönülmesi orayı unutmak, yok saymak anlamına gelmemeli. Verebileceğimiz desteği daha uzun süreye de yayarak, dayanışmaya ve destek sunmaya devam etmek gerekiyor.
Normalleşmeyle bağlantılı bir soru da şu; Maraş depremleri, fay hatları üzerine kurulu kentlerde, güvensiz yapılarda yaşayan halkın büyük bölümünde deprem korkusunu da diriltti. Yer bilimcilerin haklı uyarıları da korku, kaygı duygularını canlı tutuyor. Bununla nasıl başa çıkılır?
Haklısınız, bizlere de başvuran danışanlarımızın birçoğunun yaşadığı kaygı bu. Deprem gerçeği bu kadar yüzümüze vurulurken devam etmek çok daha zor. O yüzden birçok insanın kaygısı tetiklenmiş durumda ve bu çok anlaşılır bir şey. Farklı düzeylerde ve farklı şiddetlerde ortaya çıkıyor, kimisi hiç uyuyamazken, kimisi evine girmekte zorlanıyor, taşınmak istiyor vs. Buradaki süreçle, paniğe kapılmadan, kontrolümüzde olan şeylere odaklanarak, kendimiz için atabileceğimiz adımları aşamalara dönüştürerek başa çıkmaya çalışabiliriz. Neyle başlayabilirim, bir anda şehri terk edemem ama deprem çantamı hazırlayabilirim, ev içindeki hayat üçgenini oluşturacak bölgeleri belirleyebilirim. İkinci aşama olarak belki yaşadığımız binanın sağlam olup olmadığını kontrol ettirebilirim, sonraki süreçte yapabiliyorsam daha sağlam bir yere taşınabilirim gibi aşama aşama ilerleyebiliriz. Çünkü bir anda, panikle her şeyi bir anda yapmaya çalıştığımızda kontrol kaybedilebiliyor. Kendi kontrolümde olanlara odaklanmak çaresizlik duygusunu azaltıyor. Bunun haricinde, biraz daha bizi yatıştıran, baş etmemizi kolaylaştıran egzersiz, spor, meditasyon yapmak, bir şekilde fiziksel ve zihinsel yatışmamıza yardımcı olacak aktiviteleri hayatımıza daha fazla sokmamız da gerekiyor. Bize her ne iyi geliyorsa bunlar üzerinden normal zamanlarda olduğundan daha fazla uğraşmak, çabalamak gerekiyor.