‘17 Ağustos kıyametse eğer, bu yaşadığımız ne?’
Tanıklık ettiği yıkım karşısında şaşkın, çaresiz... Donup kalmış. Adı Mehmet. Mehmet bir işçi, metal işçisi. Depremi de yıkımı da yıkım karşısındaki çaresizliği de iyi biliyor.
Fotoğraf: DHA
Arzu ERKAN
Kocaeli
“Uğultu, nasıl bir uğultu, sanki her yerden ses geliyor. Duymamak için kulaklarımı sıkı sıkı kapatıyorum ama geçmiyor. Sağa bakıyorum, sola bakıyorum, bunca ses nereden geliyor hiç bilmiyorum…” Yıkılmış bir kentin sokakları, orta yaşına merdiven dayamış bir adam. Tanıklık ettiği yıkım karşısında şaşkın, çaresiz... Donup kalmış. Adı Mehmet. Mehmet bir işçi, metal işçisi. Depremi de yıkımı da yıkım karşısındaki çaresizliği de iyi biliyor. Gölcüklü Mehmet, 17 Ağustos depreminde henüz 10 yaşındaymış. 6 Şubat gecesi, vardiyada çalışırken almış deprem haberini. İçi içine sığmayan Mehmet, anlık bir kararla ‘Gitmeliyim’ demiş. Annesi ve oğluyla vedalaşmış, amirini telefonla arayarak ‘Ben gidiyorum’ demiş ve sırt çantasına birkaç parça kıyafet iliştirerek, Hayat’a gitmek üzere yola koyulmuş. Hatay’a daha önce hiç gitmemiş Mehmet, otogara 15-20 kilometre mesafe kala şoförün ‘Buradan ötesine giriş yok’ sözüyle otobüsten inerek, yola yayan devam etmiş. İstanbul plakalı bir kamyonet yanaşıp da şoför ‘Hadi atla’ demese ne yapacağını bilmez haldeymiş. Kamyonetin onu İskenderun’a götürdüğünü de sonradan öğrenmiş.
"KORKUNÇ BİR UĞULTU"
İskenderun’un viraneye dönmüş sokaklarında saatlerce dolaşmış Mehmet. Çocuk aklıyla 17 Ağustos’u “kıyamet” olarak adlandıran Mehmet, İskenderun’u gördükten sonra “O kıyametse bu ne?” diyebilmiş sadece. 17 Ağustos’ta zihnine ve yüreğine kazınan, tarif edemediği, anlamlandıramadığı, o “uğultu” İskenderun sokaklarında da yakalamış onu.
Mehmet “Her yerden ses geliyordu. Uğultu…Korkunç bir uğultu… Öyle yoğun ki çok rahatsız ediyor. Tıpkı 17 Ağustos gibi. O zaman da vardı bu uğultu. Hiçbir şey yapamadım. Sadece donup kaldım. O toz duman arasında bir enkazın başında tek başına ağlayan, 8 yaşlarında olduğunu düşündüğüm bir kız çocuğu gördüm. Tek başına öylece ağlıyordu. Görüyordum onu ama yanına gidemiyordum. Sanki olduğum yere çakılıp kalmıştım. Öyle boş boş bakıyordum. Ne kadar sonra bilmiyorum, yaşlı bir adam geldi, elinden tuttu götürdü kızı. Tanıdığı mıydı, akrabası mıydı bilmiyorum. Hiçbir şey yapamadım, onlar gözden kaybolana kadar arkalarından bakakaldım” diyor.
Sokak aralarında dolaşırken enkazdan yaralı olarak çıkan insanların, o halde arama kurtarma çalışmalarına katıldıklarını görmüş Mehmet. Her enkazın başında çok sayıda insan varmış ama bunlar hep yerel halktanmış. O akşam enkaz başında hiçbir profesyonel ekibe denk gelmemiş. Enkazdan kendi başına çıkan birini gördüğünde, 17 Ağustos’ta olduğu gibi yüreği sıkışmış yeniden. 17 Ağustos gecesi, can havliyle kendilerini iki katlı evlerinin bahçesine atmalarıyla, komşularının evinin yıkılması bir olmuş. Erkek komşusunun enkazdan kendi başına üstelik de anadan üryan çıktığı o an gözlerinin önünde canlanmış.
"O KADAR SAAT BEKLENMESEYDİ, BELKİ BU KADAR KAYIP OLMAZDI"
Yaşadığı travmanın etkisiyle saatlerce yürümüş Mehmet, gecenin geç saatlerinde AFAD gönüllüleri tarafından kurulan çadırlara denk gelmiş. İçeri girerek yardım için Kocaeli’den geldiğini söyleyen Mehmet, gönüllülerle birlikte sabaha kadar o çadırda beklemiş: “Aslında çok sayıda gönüllü vardı ama bekliyorlardı. Dışarısı bir yangın yeriyken onlar öylece bekliyorlardı. ‘Neden bekliyorsunuz?’ diye sorduğumda ‘Talimat bekliyoruz’ dediler. O talimat sabaha kadar gelmedi. O kadar saat beklenmeseydi, belki bu kadar kayıp olmazdı.”
Maraş merkezli ve 11 ili etkileyen depremde resmi açıklamalara göre can kaybı 46 bin 104. Mehmet tanıklıklarından yola çıkarak can kaybının açıklananın çok daha üzerinde olduğunu düşünüyor. Gölcük depremi açısından da benzer bir görüşe sahip. Mehmet “17 Ağustos’ta yaşamını yitiren kişi sayısını 17 bin 480 olarak açıkladılar. Çocuktum ama iyi hatırlıyorum. Gölcük donanmanın oradan Saraylı köyüne kadar kamyon sırası oluşmuştu. O kamyonlarda molozlar taşınıyordu. Babam görmemem için gözlerimi kapatsa da o molozlar arasındaki insan parçalarını gördüm ben. Onlarca kamyondan oluşan bir konvoydan söz ediyorum. Sadece Saraylı’daki gasilhanenin önünde 5 bin cenaze vardı, 5 bin insan. Ben ölsem de o görüntüyü unutamam. Ne Gölcük’teki kayıp 17 bindi, ne de bu depremdeki kayıp 46 bin. Asla inanmıyorum” diyor.
Deprem bölgesi için yola çıktığında Mehmet’in aklında arama kurtarma çalışmalarına katılmak varmış. Lakin bölgeye gittiğinde görmüş ki eğitim almadan bu işe kalkışmak enkaz altındaki insana yardım etmek isterken zarar vermek anlamına gelebilir. İskenderun’da AFAD çadır kentinde maden işçileriyle birlikte kalan Mehmet’in ‘Ben de sizinle geleyim’ isteği de bu nedenle geri çevrilmiş. On gün boyunca maden işçilerinin insanüstü çabasına tanık olan Mehmet, 7’şerli ekipler halinde kurtarma faaliyetine katılan madencilerin dönüşümlü olarak iki saatlik uyku ile ayakta kaldıklarını, onlarca insanı sağ olarak kurtardığını aktarıyor.
"ORADA OLMAK BANA İNSAN OLDUĞUMU HATIRLATTI"
İskenderun’da bulunduğu süre boyunca üç ya da dört çadırın bir araya getirilmesi ile oluşan depoda malzeme istiflemiş, ayrıştırma ve dağıtım yapmış. 7 yaşında bir oğlu olan Mehmet, elinden geldiğince de çocuklarla ilgilenmeye, onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmış. Dağıtım sırasında unutamadığı iki an olduğunu aktarıyor: “Ben hiç bu kadar üşümemiştim. Gerçekten çok soğuktu. Çadıra küçük bir kız çocuğu geldi. Üzerinde incecik bir pijama vardı. Elimizde çocuk montu yoktu. Ona bir mont verdik, bedenine göre çok büyüktü. Giyerken ‘Oh, bununla çok güzel ısınırım’ dedi. Mont ona battaniye gibi olmuştu. Onu öyle görünce çok ağladım. Bir keresinde de yaşlı bir teyze gelip battaniye istedi. Deponun arka tarafında battaniye vardı ama nedenini bilmediğim bir şekilde görevliler teyzeye ‘Daha gelmedi, gelince dağıtacağız’ diyerek battaniye vermediler. Teyze çadırın önünden ayrılmadı. Saatlerce onu orada, o soğukta beklettiler ve sonra verdiler. Neden böyle yaptılar anlamış değilim.”
İskenderun’a gitmek 24 yıl önceki yaralarını yeniden açmış olsa da bir an için bile olsa gittiğine pişman olmadığını söylüyor Mehmet: “Yine olsa yine giderim. Nerede olduğunu düşünmem, nasıl olacağını düşünmem. Belki çok bir şey yapamadım. Belki çok yararlı olamadım. Ama orada olmak, az da olsa o çocukların yaralarını sarmak bana insan olduğumu hatırlattı…”