Siyaset Bilimci Doğan Çetinkaya: Akşener geri dönmeseydi Bahçeli'nin pozisyonuna düşecekti
Akşener sadece Altılı Masada değil, devletin güvenlik aygıtı, mafya, mülki idare içinde de bir yere tekabül ediyor. Risk alıp bu oyunu oynaması gerekiyordu fakat eline yüzüne bulaştırdı.
Fotoğraf, Doğan Çetinkaya'nın kişisel arşivinden alınmıştır.
Serpil İLGÜN
Türkiye siyaseti geçtiğimiz hafta sonunu Meral Akşener’in zehir zemberek sözlerle Millet İttifakından ayrılmasını konuşarak geçirmiş, kulisler, spekülasyonlar, söz düelloları havada uçuşmuştu. Gazete ve televizyonlarda son dakika bantları ekranlardan inmezken arka kapılarda trafik hızlanmış, üç günün sonunda masadan kalkmasında olduğu gibi, dönmesi konusunda da ikna edici olmayan bir formülle Akşener hiddetle kalktığı masaya oturmak zorunda kalmıştı.
Bu son düzlükte yaşanan beklenmedik gelişme sadece Erdoğan’ın gitmesi umudunu altılı masaya bağlamış geniş toplum kesimlerinin değil, kendi tabanının önemli bir bölümünde de tepkiyle karşılanan kriz çözüme kavuşturulunca, “Ara bulucu kim oldu?”, “Akşener’i kim ziyaret etti?” gibi içinde magazinel kulislerin de bulunduğu arka plan bilgileri yerini hızla, “Kim ne kadar bakanlık alacak”, “Kampanya nasıl olacak” haber ve yorumlarına bıraktı. Masaya geri dönülmesinden duyduğu memnuniyetsizliği gizlemeyen iktidar medyası Akşener ve altılı masayı itibarsızlaştırmayı sürdürürken, Akşener “Söz, bir daha böyle bir şey olmayacak” dedi. Altılı masa aktörlerine göre zaten bu kriz, masanın ne kadar dayanıklı olduğunu göstermişti.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin 13. cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmesiyle sonuçlanan Akşener hamlesinin arka planını ve önümüzdeki döneme etkilerini İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya ile konuştuk.
Meral Akşener, son derece sert sözlerle ayrıldığı masaya geri dönünce, “Masadan neden kalktı?” sorusu da terk edildi. Ancak bize önümüzdeki dönemi daha iyi görebilmeyi de sağlayacak olan soruya geri dönelim ve soralım, Akşener’i masadan kaldıran temel dinamikler neydi? Yaşanan kriz Türkiye’deki siyasi, iktisadi, toplumsal krizlerden, tek adam rejiminin sıkışmışlığından azade midir?
Akşener’in bu çıkışı şaşırtacak bir hamleydi hem içeriği, hem de üslubu itibariyle. Bu nedenle ikisini ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Yani üslup neden bu kadar sertti ve neden böyle bir çıkış yaptı? Sizinle 2016’da gerçekleştirdiğimiz söyleşide “Erdoğan bir reis düzeni inşa ediyor” demiştik. Oradan başlamak lazım. Aradan geçen 7 senenin ardından Erdoğan bir reis düzeni kurabildi mi? Bunun yanıtı hem evet, hem hayır.
‘Evet’le başlayalım.
Evet, çünkü reis düzeninin kurulmasında önemli merhaleler katedildi. Bir parti devletinin inşa edilmesi yolunda, belediyelerdeki hakimiyetini devlet organizasyonunda da ciddi bir şekilde tahkim etmesi, bütün devlet teşkilatının en küçük polis memurundan en büyük idari mülki amir olan valiye kadar kendisine kişisel ve duygusal olarak bağlı olduğu bir devlet nizamını büyük ölçüde yaratmayı başardı Erdoğan. Devletin kurumsal mimarisi ve işleyişini kendine, Saray’a bağladı. Erdoğan’ı eleştirmek sokakta mümkün olmaz hale geldi. Kendi muhafazakarlık anlayışı fiili düzenlemeler yapan bir norm haline geldi. Bu düzen, kolluk güçleriyle yargısıyla, medyasıyla, sermayesiyle, valisiyle kuruldu.
Muhaliflerin kendi kamusallığı yok muydu, vardı tabii. Sınırlı da olsa kendi medyasında, sosyal mecralarında, internet gazeteciliğinde muhalifler nefes almaya devam ettiler fakat devlet karşısında ortak resmi kamusal alanda artık söz söyleyemez hale geldiler. Dolayısıyla yargıdan iş dünyasına, medyasından özellikle mülki idaresine kadar devlet, parti, kişi organizasyonunda çok ciddi merhaleler alındı, işleyen bir reis düzeni kuruldu fakat kendi karşıtının imha olduğu, tamamen özel alanlarına çekildiği bir faşist rejim tam anlamıyla mantıksal sonucuna eremedi. “Osmanlı Ocakları” vb. sokak yapılanmaları becerilemedi. Cemaatler bu şekilde yapılandırılamadı. Daha doğrusu, kurulan reis düzeni buna cüret etmedi, edemedi. Faşist bir rejim kurmak siyasi cüret işidir. Erdoğan, buna cüret etmedi.
Edebilir mi?
Hızla azalan bir ihtimal. Erdoğan’ın reis düzeni muhalif örgütlenmeleri, medyayı, sendikaları, özellikle politik feminist kadın hareketini tamamen yok edemedi. Çeşitli ittifaklara yöneldi. MHP bunlardan bir tanesi. Reis düzeni sermayesiyle, devlet içinde farklı ekiplerle; Soylu, Akar ve Fidan’ın temsil ettiği gruplarla vs. ve cemaatler gibi farklı sosyal gruplarla çeşitli düzeylerde politik ve toplumsal ittifaklar kurdu.
Bunun karşısında da ana akım muhalefet kendisini meşru, yasal zeminde yenebilecek cesarette olmadığı için o da çeşitli ittifaklar kurdu. Altılı masa böyle kuruldu. Diğer yandan düzen dışı dediğimiz sosyalistlerin ve HDP’nin kurduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ve diğer oluşumları, bağımsız hareket eden örgütlenmeleri yok edemedikleri için bunlar gerek Mecliste, gerekse kamusal alanda sözlerini söylemeye devam ettiler. Burada tabii özellikle HDP’nin güçlü konumu, bir halk hareketi olması, reis düzenine çeşitli sınırlar koydu. Ancak Kürt hareketinin Rojava’ya odaklanması da, Hendek sürecinde bölgenin tarumar edilişi de reis düzeninin işini kolaylaştırdı. Ama şunu da söylemek gerekir, burada kendisi açısından tehlike Kürt özgürlük hareketi ya da sosyalistler değildi, bir şekilde bunlarla askeri olarak, kolluk kuvvetleriyle, yargı yoluyla baş edebiliyor. Ancak ana akım siyasetteki değişen kompozisyon, özellikle İstanbul ve Ankara belediyelerinin kaybedilmesi kendisi için bir tehlikeydi ve altılı masa bu anlamda kendisini yerinden edebilecek önemli bir tehdit olarak belirdi. Onun için tam bu ortamda Akşener’in hareketi geldi.
Açar mısınız, Akşener’in çıkışı bu tabloda neye karşılık geliyor?
Belirttiğim gibi, devlet mimarisinde birtakım ittifaklar var, Akşener sonuç itibariyle MHP içinden kopup gelen bir şahsiyet ve sadece MHP’nin başına geçemediği için oraya küsüp kendi yolunu arayan bir siyasetçi profili değil, aynı zamanda MHP tabanında da bir toplumsal tabana tekabül ediyor. Yani MHP’den kopan sadece Akşener değildi, Akşener’le birlikte normalde MHP’ye oy vermesi gereken ama Akşener’e, İyi Partiye yönelen, AKP’den, CHP’den, oradan buradan kopan bir taban. Bunun yanında, ileride Erdoğan düşerse İyi Partili olmak zorunda kalacak devlet içinde de birtakım unsurlar var. Yani Akşener sadece altılı masada olan bir insan değil. Erdoğan rejiminin üstüne bastığı payandaların da bir kısmını temsil ediyor. Devletin güvenlik aygıtı içinde de, mafya içinde de, mülki idari örgütlenme içinde de Meral Akşener bir yere tekabül ediyor. Erdoğan sonrasında kendilerini İyi Partili olarak tekrar sistem içinde tutma imkanına sahip olanlar. Onun için Akşener bir kesişen küme. Hem Erdoğan rejimi içinde ayakları var, özellikle güvenlik aygıtı içinde, hem de altılı masada, tabanı itibarıyla. Akşener’in tabanı, kendisinden daha radikal bir şekilde Erdoğan karşıtı. Bu kompozisyon çerçevesinde Akşener bir denge oyunu içinde. Hem devlet içinde, hem egemen sınıflar içerisindeki aktörlere oynuyor, hem de altılı masa içinde muhalefet tabanına ve kendi tabanı içine oynuyor. Oynarken de çeşitli sebepler var.
Nasıl sebepler?
Birincisi, çok kişisel ve politik bir sebep, “üçün beşin” hesabını yapıyor. “Erdoğan sonrası rejimde Kılıçdaroğlu’nun büyük parti olarak egemen olduğu bir kompozisyonda neyi koparabilirim?” Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı olabilir, önemli icracı bakanlıklar olabilir. Yani hem devlet içinde nasıl güçlenebilirim, hem de yeni rejimde ne kadar güç sahibi olabilirim? Birinci sebep bu.
İkincisi, Kılıçdaroğlu öyle ya da böyle Erdoğan rejimine, o rejimin birtakım temel unsurlarını geri döndürülemez bir şekilde ötekileştiren bir muhalefet yürüterek yükseldi. “Beşli çete” dediğimiz yandaş sermaye gruplarını doğrudan karşısına aldı ve tutarlı bir şekilde onlarla uzlaşmayacağını, hatta keskin bir şekilde söylemese de onların sermayelerine el koyabileceğini bir şekilde dile getirdi. İyi Parti için bu çizgi tedirgin edici.
Üçüncüsü, elbette ki Türkiye Cumhuriyeti gayrimüslim ve Alevi karşıtı bir temele sahip. Yani bu devlet, Sünni-Müslüman-Türk nüfusun “millet-i hakime” pozisyonu üzerine inşa edilmiştir. Mesele Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökeni değil sadece. CHP son dönemde örgütsel olarak Alevi toplumunu temsil eden bir aktör. Sadece Erdoğan rejimi için değil, bütün müesses nizamın temeli için de bir tehdit olarak algılanıyor. Masadan kaldıran temel sebep Alevilerle Kürtlerin ana akım siyasette ittifak olma olasılığı. İyi Partinin değil, HDP’nin iktidarı tayin ediyor olması önemli bir tehlike. Buna bir de sosyalist solu koyarsanız çok güçlü bir blokun ortaya çıkma ihtimali önemli bir korku yarattı devletin güvenlik aygıtında. Bence Akşener’in üslubunun sertliği de buradan geliyor.
GERİ DÖNÜŞÜN EN ÖNEMLİ NEDENİ KENDİ TABANI
Ancak günün sonunda Akşener masaya geri döndü ve Kılıçdaroğlu da cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edildi. İmamoğlu ve Yavaş’ın cumhurbaşkanlığı yardımcıları arasına alınması da Akşener’e “onurlu bir geri dönüş” formülü olarak değerlendirildi. Akşener’i masaya ne geri döndürdü?
Bence onurlu bir geri dönüş olmadı. Geri dönüşünün en önemli nedeni kendi tabanı. Çünkü onlar Erdoğan rejimiyle herhangi bir uzlaşmaya ve yakınlaşmaya karşı. Teşkilat ve taban Akşener ve partisine dediler ki “Bugün Bahçeli’nin barajı geçip geçmemesi nasıl tartışmalıysa ve Erdoğan’ın küçük ortağı konumuna inmişse, sen de inersin. Sen de Bahçeli gibi olursun çünkü biz bu pozisyonu desteklemiyoruz!” Buna diğer partilerin tabanlarının tepkisini de eklemek lazım. Akşener, “Ben bu masayı yıkabilirim, başkanı belirleme pozisyonundayım, beni daha fazla tatmin etmek zorundasınız çünkü ben olmadan kazanamıyorsunuz” dedi. Bir de CHP içine oynayarak “Bu belediye başkanları aday olsunlar” dedi. Onları koparabilseydi belki biraz daha başarılı bir pozisyonda olabilirdi. Bu olmadığı, bunu da beceremediği için, tabanın da cezalandırma ihtimali ortaya çıktığı için, geri dönmek zorunda kaldı. Geri dönmeseydi Bahçeli’nin pozisyonuna düşecekti.
Yine de şu soru önemli, bu olasılık hesaplanamadı mı?
Evet, hesaplanamadı. Hesabın tutmamasına şunu da eklemekte yarar var, Kılıçdaroğlu’nun depremden önce başlamakla birlikte, depremden sonra altılı masa içinde pozisyonu çok net güçleniyordu.
Dolayısıyla, depremde Erdoğan’la uzlaşmayan, hesap soracağını söyleyen tavrın bu hesabın bozulmasında etkisi büyük?
Evet. Deprem bu rejimi yıkacaktı, bundan dolayı sus pus oldu Akşener. Devleti destekledi, hatta Erdoğan’la depremin ilk günü konuştu ve ilk üç gün sessiz kaldı. Bu durum Kılıçdaroğlu’nun pozisyonunu daha da tahkim etti. Dolayısıyla deprem, pazarlık payını bence tamamen ortadan kaldırdı. Akşener, bir risk alıp bu oyunu oynaması gerekiyordu fakat eline yüzüne bulaştırdı. Çünkü kendi tabanını da ikna edemedi. İkincisi, bu çıkış devlet içerisinde taraf değiştirmeyi önüne hedef olarak koymuş olan MHP’lilerin, “Biz İyi Partili oluruz” kapısını da kapatmış oluyordu. Akşener bu anlamda orada da destek bulamadı. Bir de çok önemli bir faktör olarak altılı masada bu rest görülmediği, hatta çok net reddedildiği için hesap tutmadı. Sonuç itibarıyla Erdoğan rejiminin ittifak unsurları için, devlet içindeki kadrolar, devletin güvenlik teşkilatı için ve Akşener’in çıkışının taraftar grubu için bir yenilgi olmuş oldu ve başladıkları yerden daha kötü bir pozisyona gelmiş oldular.
SEÇİMİN 14 MAYIS’TA OLMASI ERDOĞAN’IN HAVLU ATMASI DEMEK
Aynı zamanda “Ya tarih yazacağız ya tarih olacağız” diyen Akşener’in bu çıkışı masada da not edildi. Peki bu geri dönüş nasıl sonuçlar üretecek?
Evet, Akşener tarih yazamadı ve tarih olmayı da göze alamadı. Masaya çok zayıflamış olarak geri döndü. Kılıçdaroğlu liderliğini ve onun liderliğini kabul eden partileri güçlendirmiş oldu. Böylece CHP’nin arkasındaki toplumsal tabanın moralini, seçimi kazanma ümidini arttırdı. Mevcut rejimin daha büyük kriz içinde olduğunu ortaya çıkardı. Önemli bir şeyi daha yaptı, CHP’nin arkasındaki ciddi sermaye gruplarını da daha rahat hareket edebilir pozisyona getirdi. Deprem ve Akşener krizinden sonra artık Erdoğan’ın reis düzeni de tam olarak işlemez hale gelecek. Kadınlar sokağa çıktılar çok ciddi baskılamaya rağmen. Yargı cephesinde mahkemeler çok net kararlar alıyorlardı, artık mahkemeler daha ikircikli, Erdoğan’ın istemediği kararlar almaya başlayacaklar. Valiler, Erdoğan’ın istemediği uygulamalar yapmaya başlayacaklar, güvenlik teşkilatı içinde Erdoğan’ın istemediği hareketler ortaya çıkmaya başlayacak. Yine sermaye grupları içinde Erdoğan karşıtı pozisyonlar daha fazla dile getirilecek, bu reis düzeninin faşizm tarafına değil, çözülmeye doğru gideceğini gösteriyor. Erdoğan burada iki şey yapabilir, ya dağılmayı seyredecek ve kaderine razı olup bekleyecek, ya da bugüne kadar yapamadığı faşizme hamle edecek. Ancak hem uluslararası dengeler hem piyasa ekonomisinin ilişkileri içinde kolay verilecek bir karar değil bu. Artık Suriye’de, bölgede geçen sene yapabilecekleri hamleler mümkün değil. Bu kadar gücü artık yok.
Uluslararası dinamikler dışında iç dinamikler, toplumsal muhalefetin direnci için ne söylersiniz? Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan rejimiyle uzlaşmayan net pozisyonuna vurgu yaptınız, öylesi bir durumda Kılıçdaroğlu’nun sinik pozisyona geri dönmesi de zorlaşmış görünüyor, ne dersiniz?
Aslında Kılıçdaroğlu son altı aydır öyle bir pozisyonda değil ve bunun kendisini yükselttiğini görüyor. Eski çizgisinin yerine, üstüne gitme tavrının hem partisi, hem altılı masa, hem de toplum içinde kendisini daha fazla güçlendirdiğini, sağ, mütedeyyin kesimi de korkutmadığını gördükçe bence buradan yürümeye devam edecek.
KILIÇDAROĞLU’NUN ADAY OLMASI DA BİR LÜTUF
Akşener, masadan neden kalktığı konusunda güçlü argümanlar üretemediği, hatta hamlesini hafifletmeye çalıştığı televizyon programında CHP’nin HDP ile görüşebileceğini ama bunu masaya asla getiremeyeceğini söyledi. Bu, genel olarak memnuniyetle karşılanıp, yumuşama olarak değerlendirildi. Bir lütuf olmayı aşmayan bu “yumuşama”ya yorumunuz ne olur?
Bu Akşener’in değil, müesses nizamın bir “lütfu”. Elbette ki HDP o masaya çağrılmayacak ama CHP, HDP ile belli bir seviyede görüşerek onların desteğini alacak. Çünkü CHP’nin de parçası olduğu müesses nizamın üzerine oturduğu bir sermaye düzeni, sınıfsal bir sistem var ve bunun da bir ideolojisi var. Belirttiğim gibi Sünni Müslümanlığa ve Türklüğe dayanan müesses nizam, bir Alevinin cumhurbaşkanlığına da izin vermiş oluyor Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun aday olması da bir lütuf “millet-i hakime” için, bunu da unutmamak lazım.
AMED SPOR PROVOKASYONU BAŞARISIZ OLDU
Amed Spor, geçen hafta konuk olduğu Bursa’da, depremzede bir kentin takımı olmasına rağmen yine çok ciddi ırkçı saldırılara maruz kaldı. Faili meçhul cinayetlerin sembolü Yeşil ve beyaz toros görsellerinin kullanıldığı bu ırkçı nümayiş, Akşener krizinden azade tutulabilir mi? Kime, ne mesaj verildi?
Bu ırkçı saldırı Akşener’in masadan kalkması gibi organize edilmiş bir provokasyondur. Akşener’in hamlesi kadar başarısız olmuştur. Çünkü sadece toplumsal muhalefet tarafından değil, Altılı Masanın bir kısmı ve tabanının önemli bir bölümü tarafından reddedilmiş, kınanmıştır. Bu anlamda buradan Amed Spor daha sağlam, daha meşru bir pozisyonda çıkmıştır ve bunu yapanlar daha marjinalleşmiştir. Bu aynı zamanda bugün Erdoğan rejiminin içindeki önemli bir sac ayağı olan güvenlik aygıtı, genel olarak “derin devlet” denilen unsurun ne kadar dağınık olduğunu ve çaptan düştüğünü de gösteriyor. Bir takım provokasyon girişimlerinde bulunuyor ama bunlar da kâr etmiyor. Akşener’in masadan kalkma hamlesi iflas etmiştir, Amed Spor’a yapılan ırkçı provokasyon da murad edilen şeyi ortaya çıkarmamıştır.