Devletin yokluğu varlığının ispatı
Devlet için daha önemli meseleler var, yaşananların yarattığı öfkenin büyümesini engellemek gibi. Toplumsal mücadeleleri bastırmak devletin en önemli işlevlerinden biri nitekim.
![Devletin yokluğu varlığının ispatı](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/202493.jpg)
Resim: Viktor Nikolaevich Deni
Burak BAĞÇECİ
İstanbul
Yaşadığımız depremin ardından bütün Türkiye’de yükselen bir ses var: “Devlet nerede?” İktidar bütün propaganda aygıtlarını devreye sokarak bu sesi bastırmaya, devletin yapması gerekenleri yaptığı söylemini egemen kılmaya çalışıyor. Aksi yöndeki sesleri de kısmaya çabalıyor, gözaltılar, sansür ve baskı atbaşı gidiyor. Yine de böylesi bir krizde devlet ve kurumlarının ve onların fonksiyonlarının sorgulanması, ona karşı gelişen tepki ve sorumlu kurumlar ve yöneticilerin halka karşı hesap vermesi talebinin güçlenmesi engellenemiyor. Nitekim yükselen tepkiyi engelleme ve bastırma girişimleri, yaşanan süreçte “Devlet nerede?” sorusunun başka bir cevabını da gösteriyor: Devlet Twitter’ı engelliyor, basın açıklamalarına saldırıyor, bölgede kendi dışında gelişen yardımları engellemeye çalışıyor…
Yaşananlar bir gerçeği bir kez daha su yüzünü çıkarıyor: Tek adam yönetiminin karakteri, bir doğal afeti “asrın felaketi”ne dönüştürüyor. Tek adamdan icazet almadan adım atamayan, kendi tanımlanmış yetkilerini olur almadan yürütemeyen devlet kurumları, depremden sonra yaşanan sürecin bir yanını oluşturuyor. İktidarın sınıfsal karakteri sermayenin çıkarlarını öncelediğinden, kendi siyasal ve sınıfsal çıkarlarını her türden değerin önünde tutan bir çıkar ortaklığının hem depreme hazırlık hem de afet yönetimi süreçlerindeki sorumluluğu ise bir başka yanı. Ancak bütün bunların da temelinde, devletin bugünkü toplumsal yapıdaki işlevleri bir kez daha görünür oluyor.
Devlete dair görüşlerin çeşitliliği malum. Devlet nedir, ne zaman ortaya çıkmıştır -ya da ortaya çıkmış bir şey midir-, toplumsal rolü nedir gibi sorulara farklı cevapların verildiği de biliniyor. Ancak toplumda genel olarak devletin sınıflar üstü, herkes karşısında adil bir konumda olduğu, o olmasa kaos olacağı şeklinde özetlenecek bir genel kabul olduğunu görebiliriz. Bunun sebebinin de burjuvazinin ekonomik ve politik egemenliğinin, onu, kendi ideolojisini veya kendi çıkarlarına uygun fikirleri egemen fikir haline getirebilmekte mahir kılması olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum elbette sabit değil, hele böylesi kriz anlarında.
DEVLETİN SINIFSAL KARAKTERİ
Peki neden burjuvazinin çıkarlarını yansıtıyor bu türden görüşler? Çünkü kapitalist devletin sınıfsal niteliğini gizlemeye hizmet ediyor. Devleti tarih-ötesi ve sınıflar üstü, doğal ve evrensel bir mertebeye koyan bu propagandanın karşısında, devletin bir toplumsal tarihi olduğunu biliyoruz. Marx ve Engels’in ortaya koyduğu gibi, devlet sınıf uzlaşmasının değil, sınıf karşıtlıklarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla sınıflı toplumların tarihi boyunca devletler egemen sınıfların baskı ve iktidar aygıtları olarak var olmuşken kapitalist toplumda daha da kurumsallaşan devlet, kapitalizmin egemen sınıfı olan burjuvazinin egemenlik aygıtı olarak var olur. Hele kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm çağında, Lenin’in de belirttiği gibi kapitalist devlet, tekelci sermaye grupları ile daha güçlü kaynaşarak, güçlü militarist ve bürokratik aygıtlara sahip biçime gelmiştir.
Elbette kapitalizmin eşitsiz gelişmesi onun her ülkede farklı biçimler altında gelişmesine yol açarken, devlete dair esastan değil ama usulden farklar olmasına da yol açar. Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler gibi konularda daha geri olunduğunu yadsıyamayız. Ancak meselenin özü burada değil, kapitalist devletin, egemen sınıfların çıkarlarını emekçi halk kesimleri karşısında koruyan bir egemenlik aygıtı olmasındadır.
Nitekim inşaat şirketleriyle müteahhitlerin yerel yönetimler ve merkezi iktidarla kurduğu çıkar ilişkisinin yasaları dahi kendi çıkarları için nasıl deldiğine aşinayız. Zemine uygun olmayan projelerin geliştirilmesi, örneğin bir bölgede yasal olarak kat sınırı olmasına rağmen daha fazla kar elde edebilmek için bu kat sınırını delen bu çıkar ortaklığından başkası değil. Rüşvet, yolsuzluk, rantın karşısında yaşama hakkımız: Bu denklemde devletin kurumları, bizim değil, kendi sınıfının çıkarlarını öncelediği ve ülkeyi buna göre yönettiği için enkazın altında kalan geçmişte olduğu gibi bugün de biz oluyoruz. Ya da afet yönetimindeki skandallar, zamanında olması gerektiği yerde olamayan ara kurtarma ekipleri, gitmeyen yardımlar gibi örnekler bize gösteriyor ki bu devlet örneğin silahlanmaya harcadığı bütçeyi deprem kuşağında olan ülkesini depreme hazırlanmak için ayırmıyor. Başka bir şeyi tercih ediyor.
Çünkü böylesi bir devlet için daha önemli meseleler var, yaşananların yarattığı öfkenin büyümesini engellemek gibi. Toplumsal mücadeleleri bastırmak, böylesi bir devletin en önemli işlevlerinden biri nitekim. Deprem bölgelerinde zamanında ve halkın yararına konumlandığını göremediğimiz güvenlik kurumları basın açıklaması olan yerde anında bitiveriyor. RTÜK’ün “dezenformasyon” bahanesiyle “devleti küçük göstermeye çalışan” yayınlara uyguladığı sansür ve karartma devletin önceliğini gösteriyor. Üniversitelerin kapatılması, stadyumlarda başlayan tezahüratlara anında müdahale edilmesi -hatta lig seyircisiz oynansın diyecek kadar ileri gidilmesi- nüvelerinin görüldüğü halkın kendi örgütlenmelerinin, birlikteliklerinin baştan ezilmesi ihtiyacının devletin karakteri olduğunu görünür kılıyor. Emekçilerin toplumsal dayanışması büyüyüp başka bir toplumsal bilince dönüşmesin diye onu ikame edecek ve başka bir bilince yedekleyecek “Devlet ve millet el ele” söylemi öne çıkartılıyor. Halkın öfkesi büyüyüp örgütlü bir güce dönüşmesin diye yasaklamalar, baskılar ardı sıra geliyor. Geçmişte deprem vergilerini halkının çıkarları için değil inşaat şirketlerinin servetlerini katladığı “duble yol” projelerine harcadıklarını itiraf edenler, bütün bunlar sorgulanmasın, “Devlet neden bizden kestiği vergileri olması gerektiği yerlere harcamıyor da başka önceliklere harcıyor”un hesabı halk tarafından sorulmasın istiyor.
BİZİM İHTİYACIMIZ OLAN BİR HALK DEMOKRASİSİ
Sonuçta kolluk güçleriyle, sansür, baskı ve propaganda aygıtlarıyla, medyasıyla, afet yönetimindeki uygulamalarıyla kapitalist devlet kendinden beklenmeyeni yapmıyor. Öyleyse “Devlet nerede?” sorusu kendi cevabını kendi içinde taşıyor. Devlet tam da burada, işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesinin kendi varlık koşullarını tehdit edecek boyutlara varmasını engelleme fonksiyonuyla karşımızda. Öyleyse mücadelemizi temel varlık koşulları halka düşmanlık olmayan bir devleti, işçi ve emekçilerin çıkarları tarafından ve bizzat onlar tarafından yönetilen bir halk demokrasisini kazanmak için büyütmek ve genişletmek, bu mücadeleyi ilerletecek yolları aramak göreviyle karşı karşıyayız.
Evrensel'i Takip Et