“Kader planımız”da bunlar yazmayacak!
O gün yağmur hiç durmadan yağdı. İlk iki gün boyunca kimsesizdik, yardım yoktu. “Kaderine terk edilmiş şehir” dediler memleketime.
Fotoğraf: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Depremzede bir genç
İskenderun/Hatay
5 Şubat sabahında İskenderun’daki ailemin yanından 6 Şubat’ta başlayacak olan üniversitem için Antakya’ya geçtim. Her şeyin her zamanki gibi olacağını zannedip gece yatağıma yattım. Nerden bilebilirdim ki bembeyaz bir gecede uyuyup simsiyah bir sabaha uyanacağımızı. 04.17’de önce bir gürültü duydum, sonrasında da bir sarsıntı. Ben durmasını bekledikçe daha da hızlandı.
Deprem durduktan sonra indim aşağıya. Ailemi, sevdiklerimi aradım. Herkes şok içinde, her yer mahşer yeri gibi. O an sadece bunun bir kâbustan ibaret olmasını diledim. İskenderun’a ailemin yanına gittim. Giderken yoldaki enkazlara baktım ama bir yere kadar sayabildim, sonu gelmek bilmiyordu. Geçtiğim sokaklar beni tanır, ama ben sokaklarımı artık tanıyamıyordum. Kalbimize gömdüğümüz şehrin yerin altına gömüldüğünü görmek beni kahretti.
GEÇ KALINDI!
Kalbimiz bu acıya sağır olamıyor, ellerimiz toprak kokuyor, hayatta kalmaya çalışıyoruz. O gün yağmur hiç durmadan yağdı. İlk iki gün boyunca kimsesizdik, yardım yoktu. “Kaderine terk edilmiş şehir” dediler memleketime. Arabası olanlar şanslıydı, olmayanlar yağmurun altında sırılsıklam olmuşlardı. Enkaz altından sesler geliyordu ama hiçbir şey yapamıyorduk, elimiz kolumuz bağlı bekledik. Hâlâ her şeyin bir kâbustan ibaret olmasına kendimi inandırmaya çalışıyordum. Yardımlar geldi fakat enkaz altındaki sesler kesildi. Geç kalınmıştı. Daha ilk depremin felaketini, enkaz altında kalanların acısını atlatamadan tekrar deprem, tekrar yıkılan binalar… Bitmeyen kâbus gibi bir döngü...