Deprem bölgesinden birkaç izlenim
Biz AFAD’ı arıyorduk, o sırada ablasını beklemekte olan çocuk bize 4 gündür AFAD’ı beklediğini, geldiklerinde ise “Ses yok” deyip hiçbir şey yapmadan gittiklerini söyledi.
Fotoğraf: Elif Görgü/Evrensel
Meltem
Mersin Üniversitesi
Mersin’de Sanat Tarihi Bölümünde okuyan bir üniversite öğrencisi olarak size deprem gecesinden itibaren neler yaşadığımı, depremzedeler için neler yaptığımızı ve bu sürecin nasıl ilerlediğini anlatmak istiyorum.
Gece 04.00 sularıydı, ben köpeklerimin sesine uyandım. Tartışıyorlar sandım, deprem olacağı hiç aklıma gelmedi ve tekrar uyudum. 15 dakika sonra beşikte sallanıyorum sandım ki köpeklerimin sesi daha da yükselmişti. Yataktan nasıl çıktığımı, köpeklerimi nasıl tasmaladığımı hatırlamıyorum. Evden çıkarken son gördüğüm şey gardırobumun sürgülü kapağının yere düştüğüydü. Toplanma alanına gittiğimde zaten bütün mahalle çıkmıştı.
Sabaha kadar orada bekledik. Yaşlılar, çocuklar, mahvolmuş çoğu kişi arabalarına sığınmıştı. Eve döndüğümde çok az uyumama rağmen tekrar uykuya dalamadım, çok korkuyordum. Sallantılar ilk günkü gibi olmasa da devam ediyordu. Her an tetikte olmak zorundaydık. Arkadaşlarımla tiyatro kafemizde otururken art arda ölüm ve deprem haberleri alıyorduk. Çoğumuz ailesini, arkadaşlarını kaybetmişti ya da onlardan haber alamıyordu.
Biz de hem yakınlarımızın iyi olduklarından emin olmak hem de oradaki insanlara elimizden geldiğinde yardım etmek adına mekânımıza yardım toplamaya başladık. İlk günden bu kadar yardım geleceğini hiç düşünmemiştik.
Yardımlar gelirken diğer yandan da mekânımızı depremzede dostlarımıza açıp çay, çorba ikramı yapıp aynı zamanda konaklayabilecekleri bir alan oluşturduk. Ertesi gün sosyal medyadan da duyurular yapınca gelen yardımlar daha da arttı. Daha fazla beklemek istemedik ve yedi kişi yola koyulduk. Giderken tuhaf bir şekilde çok mutluyduk ama yola çıkmadan iki dakika önce hüngür hüngür ağlıyorduk.
DÖRT GÜN BOYUNCA GELMEYEN AFAD
İlk girdiğimiz yer Hatay’dı. Normal şartlarda Mersin ile Hatay arası maksimum 4 saatken biz 8-9 saatte anca girebildik. Ambulanslar, itfaiyeler ve arabalar yolu tamamen kapatmıştı. Yol kapalı olduğu için ambulanslar gideceği yere zamanından daha geç gidiyor, depremzedeler mağdur oluyordu. İlk gittiğimiz yer Hatay’ın Defne ilçesindeki Turunçlu Mahallesi’ydi. Orada bir enkaz gördük ve AFAD’ın gelmediğini öğrendik. Enkazın başında genç bir çocuk ağlıyordu, nedenini sorduğumuzda ablasının içeride olduğunu söyledi. Biz AFAD’ı arıyorduk, o sırada ablasını beklemekte olan çocuk bize 4 gündür AFAD’ı beklediğini, geldiklerinde ise “Ses yok” deyip hiçbir şey yapmadan gittiklerini söyledi. Ardından biz tekrar AFAD’ı aradığımızda “İhbarınızı aldık” dediler fakat oraya hiçbir ekip yönlendirilmedi.
Zamanımız kısıtlı olduğu için oradan ayrılmak durumunda kalıp yola koyulduk. İlk durağımız Samandağ oldu ancak orada fazla yardım tırı olduğu için oyalanmayıp Yayladağı’na geçiş yaptık. Köylere pek yardım ulaşmamış olsa gerek, yolda insanlar aracımızın önünü kesip “Allah rızası için durun, buraya hiç yardım gelmedi, bebeklerimiz aç, yiyecek hiçbir şeyimiz yok, kafamızı sokacak bir yerimiz yok” dediler ve gerçekten durumları anlattıkları gibiydi. Biz teyit etmek zorundaydık çünkü bazı yerlerde insanlar bizi yağlamadılar. Orada teyit etmek için girdiğim bir brandanın içinde ne yiyecek ne içecek ne de üzerlerine alacak bir tane yorganları vardı. Bulundukları yerde sadece iki adet konserve köpek maması vardı. Yaşlı bir amca “Biz bir yolunu buluruz, karnımızı doyururuz ama onlar doyuramazlar. O yüzden almıştım evden çıkarken de kapıya en yakın yerde bunlar vardı, sadece bunları alabildim” dedi. Amcaya sarıldım. Kimsenin yanında ağlamamaya söz vermiştim ama orada ağladım.
Bölgede bulunan herkesin ihtiyacını karşıladıktan sonra tekrar Harbiye’ye doğru yola çıktık. Orada çok fazla çocuk vardı ama elimizde erzak kalmadığı için arkadaşımız bir tır ayarladı. Erzakları hallettikten sonra Gümüşgöze’ye gitmek için yola koyulduk. Gittiğimiz her yer, geçtiğimiz her yol mahvolmuştu. Her taraf tozlu, binalar yerle bir...
Ben birkaç ay önce Hatay’a gittiğimde insanlarını da şehri de çok sevmiştim. Sanki onlardan biri gibiydim, beni çok sıcak karşılamışlardı. Beni gülerek karşılayan insanların yüzlerini şu an görseydiniz kahrolurdunuz. Gümüşgöze’de de elimizden geleni yaptıktan sonra aracımızı düzenlemek için bir yerde durduk ve orada kalmakta olan aşağı yukarı 30 kişi olduğunu gördük. İnsanların ellerinde ve ayaklarında soğuk yanıkları olmuş, ayaklarına giyecek ayakkabıyı bırak çorapları bile yoktu. Vücudunda yanık olan insanlara krem verip tekrar yola çıktık.
Bir öğretmen tanıdığımızla iletişime geçip yol üzerinden onu aldık. Öğretmen çok üzgündü, kendi elleriyle yaptığı okulu yerle bir olmuş, bütün emekleri silinip gitmişti. Okula girip alabildiğimiz oyuncakları, kitapları ve öğrencilerine ait eşyaları toparlayıp aracımıza doldurduk ve öğretmenimizin rehberliğinde öğrencilerin kaldığı çadır kente gittik. Miniklere oyuncakları ve diğer eşyaları dağıttıktan sonra tiyatro hocamız onları toplayıp Karagöz ve Hacivat’ı canlandırdı. Hepsi o kadar neşelendi ki. Biz bir yandan gülüp bir yandan ağlıyorduk. Bu süreçte o kadar duygu karmaşası yaşadık ki…