13 Mart 2023 14:53

İran-Suudi Arabistan mutabakatı: ABD ve İsrail ‘panik’ olmalı mı?

Pekin’de gerçekleşen Tahran-Riyad uzlaşması gözleri ABD ve İsrail’e çevirdi. Kimi analistler uzlaşmadan büyük bir değişim beklemezken kimileri ise “ABD-İngiliz hegemonyası sona eriyor” yorumu yaptı.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Son olarak 2016 yılında diplomatik ilişkileri sonlandıran ve Suriye, Yemen gibi birçok bölgesel meselede de karşı karşıya gelen Suudi Arabistan ile İran’ın, Çin’in arabuluculuğunda yeniden ilişkiye geçmesi hem Ortadoğu hem dünya gündemine damgasını vurmuş durumda.

Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkileri “normalleştirme”sinin beklendiği ve İsrail’in İran’a saldırı hazırlıkları yaptığının iddia edildiği bir dönemde gelen uzlaşıyla ilgili çok sayıda analiz yayımlanıyor.

Son olarak İran lideri Ali Hamaney’in Askeri Danışmanı Yahya Rahim Safevi, ilişkilerin yeniden başlamasını “bölgedeki ABD hegemonyasının sonu” olarak değerlendirirken Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan ise daha temkinli bir yorumda bulunarak, anlaşmanın “tüm meselelerin çözüldüğü anlamına gelmediği”ni söyledi.

‘KÖPRÜDEN ATLAMAYA GEREK YOK’

Tahran-Riyad uzlaşmasının duyulmasıyla gözlerin çevrildiği ilk ülkeler ise İsrail ve ABD oldu. ABD’nin eski (2011-2017) İsrail Büyükelçisi Daniel B. Shapiro, İsrail gazetesi Haaretz’te yayımlanan yorumunda “İsrail ve Biden İran-Suudi anlaşması konusunda paniğe kapılmamalı” dedi.

“Anlaşma ve Çin’in bu anlaşmadaki rolü önemli bir haber ve ABD ile İsrail’in çıkarları açısından bazı zorluklar içeriyor. Ancak bu köprüden atlanacak bir şey değil” diyen eski ABD büyükelçisi bardağın boş ve dolu tarafları olduğunu belirtti. “Bardağın dolu tarafı: İran-Suudi geriliminin azaltılması, Irak ve Umman’da bu tür görüşmelerin önceki turlarına destek vermiş olan ABD’nin desteklediği bir hedef. Eğer uygulanırsa -ki bu önemli bir uyarıdır- ABD’nin istediği gibi Yemen’deki savaşın sona ermesine yardımcı olabilir ve Suudi hedeflerine yönelik Husi füze ve insansız hava aracı saldırıları tehdidini şimdilik sona erdirebilir.”

‘ÇİN, ORTADOĞU’DA DİPLOMATİK LİDERLİĞE OYNUYOR’

Shapiro, ABD için “bardağın boş tarafı”nı ise şöyle tarif etti: “Çin’in Ortadoğu’daki çatışmaların her iki tarafıyla da yapıcı ilişkiler kurma becerisini göstererek nüfuzunun arttığını görmek tedirgin edici. Bu durum Çin’in Ortadoğu’daki çıkarlarını sadece ekonomik bir mercekten görmenin ötesine geçtiğini ve diplomatik bir liderlik rolü üstlenmeye başladığını gösteriyor. Bu gidişat zamanla bölgede daha iddialı bir güvenlik duruşuna yol açarak ABD’nin onlarca yıllık üstünlüğüne daha doğrudan bir meydan okumaya dönüşebilir.”

Shapiro’ya göre İsrail açısından önemli bir şeyin kaybedilmedi ve anlaşmanın “İran karşıtı koalisyonun çökmesi ya da İbrahim Anlaşması ittifaklarına yönelik bir tehdit olduğu” yorumları abartılı: “İsrail’in Körfez’deki önde gelen Arap ortağı Birleşik Arap Emirlikleri, İran’a karşı askeri bir koalisyonun parçası olarak görülmek istemediğini uzun zamandır açıkça ifade ediyor ve aylar önce İran ile diplomatik ilişkilerini yeniden başlattı. BAE’nin İran’a yönelik şüphelerini paylaşan ve belki de daha fazla düşmanlık besleyen ancak askeri bir çatışmayı kışkırtmak ya da bu çatışmaya katılmak gibi bir niyeti olmayan Suudi liderler de benzer bir gerilimi azaltma stratejisi izliyor.”

‘RİYAD’IN MESAJI DAHA ÇOK ABD’YE’

Haaretz’e konuşan ABD analistler ise şu yorumları yapıyorlar:

Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Hüseyin İbiş, “İran için bu, Suudi Arabistan gibi düşmanlarının daha önce talep ettiği gibi politikalarında büyük değişiklikler yapmadan bölgesel izolasyona karşı başarılı bir geri adım atma çabasını temsil ediyor” derken, Suudi Arabistan için ise bu yakınlaşmanın, ileride İsrail ile olası normalleşme de dahil olmak üzere “tüm cephelerde büyük bir diplomatik atağın kilit bir parçası” olduğunu belirterek, “Bu, Suudilerin her yöndeki diplomatik atağının genişliğini gösteriyor” dedi.

Demokrasiler için Savunma Vakfı Başkan Yardımcısı Jonathan Schanzer’e göre gelişmeler Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki normalleşme açısından büyük değişim anlamına gelmiyor: “Her iki taraf da Suudilerin Tahran’la baltaları gömüp gömmediğine bakmaksızın bir sonraki adımları keşfetmekle ilgilenmeye devam ediyor. Burada dikkat çekici olan Suudilerin açıkça ABD’ye karşı korunuyor olması. Washington’daki mevcut liderlikten duyulan huzursuzluk devam ediyor. Çin’in arabuluculuk rolü Beyaz Saray’a karşı bir hafifletme olarak görülecektir. Tüm bunlar, Suudilerin İsrail’le normalleşme karşılığında nükleer meseleleri gündeme getirdikleri bir dönemde yaşanıyor. Top, hiç kuşkusuz, artık Biden’ın sahasında.”

NATO bağlantılı düşünce kurulu Atlantik Konseyi’nden Carmiel Arbit’e göre ise “Suudi Arabistan ile İran arasındaki yakınlaşmanın derinliğini ve kalıcılığını değerlendirmek için henüz çok erken. Ancak bunu bir bağlama oturtmak önemli: Bu müzakereler uzunca bir süredir devam ediyor ve İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki müzakerelerle birlikte gerçekleşiyor. Suudiler her fırsatta fırsatçı davranıyor: Kendi ülkelerinde yükselen tansiyon, Müslüman dünyasında azalan nüfuzu ve ABD ile gerilen ilişkilerle mücadele ediyorlar. Bu yüzden de riskten kaçınıyorlar.”

BÖLGE ANALİSTLERİ NASIL YORUMLADI?

Peki bölge ülkelerinde anlaşma nasıl değerlendiriliyor?

Suudi Arabistan’la hasımlığı bilinen Katar’ın haber ajansı El Cezire’de Marwan Bishara imzasıyla yayımlanan yorumda, “Riyad ve Tahran artık dış müdahalelere, özellikle de Batı'nın İsrail'in sömürgeciliğine ve ırk ayrımcılığına verdiği desteğe karşı ortak ve kararlı bir duruş sergilemelidir. Tahmin edilebileceği üzere, Körfez'in yeni yumuşamasına açıkça karşı çıkan tek ülke Riyad’dır ve şüphesiz bunu sabote etmeye kararlıdır. Ayrıca küresel güçlerin Ortadoğu'ya doğrudan ya da vekilleri aracılığıyla müdahale etme girişimlerini de reddetmelidirler. Buna Çin de dahildir” denildi.

“Sponsor olarak Çin muhtemelen uzlaşma ve normalleşme sürecine dahil olmak isteyecektir ki bu da uzun vadede ekonomisini ve ordusunu beslemek için ihtiyaç duyduğu petrol zengini bölgeye daha fazla erişim sağlayacaktır. Başka bir deyişle, sponsorlarına pahalıya mal olan diğer bölgesel arabuluculukların aksine, bu süreç Çin için kârlı ve küresel rakibi ABD'nin zararına olabilir” denilen makalede şu fadeler kullanıldı: “Biden yönetimi, Yemen'deki savaşın sona ermesine de yardımcı olabileceğini söylediği Körfez'deki gerilimin azaltılmasını memnuniyetle karşıladı ancak kızgınlığını ve hayal kırıklığını gizleyemiyor. Özellikle de Washington'un Rusya ve Ukrayna arasındaki arabuluculuğunu engellemeye çalışmasının ardından Pekin’in Ortadoğu’da diplomatik bir atılım gerçekleştirmeyi başarmasından bu yana. Çin, ABD'nin sözde Abraham Anlaşmalarını Suudi Arabistan'ı da kapsayacak şekilde genişletme ya da yaptırımlar ve bölgesel baskı yoluyla İran'a yeni bir nükleer anlaşma dayatma planlarını baltaladıkça, ABD’nin sırıtan ağzı dişlerinin gıcırdadığını gizleyemiyor. Bunu söylemek için henüz çok erken olsa da Çin’in desteklediği anlaşma, ABD-İsrail'in bölgeyi İsrail yanlısı ve İran karşıtı bir blok lehine kutuplaştırma planını suya düşürebilir. Ancak Suudi Arabistan’ın ABD’ye sırtını dönmeye ya da ittifak değiştirmeye niyeti yok. Askeri ve ekonomik konularda Washington’a fazlasıyla bağımlı. Ancak irili ufaklı diğer bölgesel aktörler gibi Riyad da hibritleşiyor, diplomatik karışımına sadece bir ilişki daha ekliyor ve her şeyden önce kendi çıkarlarını güvence altına almayı hedefliyor.”

Suudi Arabistan sermayeli Şarku’l Avsat’a yazan Tarık Alhomayed da, “Peki aradaki fark bitti mi? Tabii ki hayır” dediği makalesinde, “Gerçek şu ki Suudi Arabistan değişmedi. Lakin İran rejimi varoluşsal bir krizden geçiyor ve Riyad’ın Tahran’a bir can simidi uzattığını düşünenler artık yanılıyor. Çünkü İran krizi rejimin kendisini oluşturuyor ve İran’ın krizi tamamen içsel. (...)Bölgedeki durum bize bugün Suudi Arabistan’ın ekonomik ve siyasi olarak çok daha güçlü olduğunu, İran’ın ise içeride ve dışarıda çatışmalar ve krizler içinde olduğunu söylüyor. Riyad bu krizlere karışmak istemiyor ve bölgedeki ilişkilerin çatışma değil, iş birliği ilişkileri olmasını istiyor” yorumunda bulundu.

ATWAN: ABD-İNGİLİZ HEGEMONYASI SONA ERECEK

Bölgede “Direniş ekseni” ve İran yönetimine yakınlığı ile tanınan Rai al Yorum gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Abdulbari Atwan da konuyla ilgili oldukça “coşkulu” yazısında, “Çin’in sponsor olduğu Suudi-İran anlaşması, Körfez bölgesi ve Ortadoğu üzerindeki 80 yıllık ABD-İngiliz hegemonyasının yakında sona ereceğini ve Çin’in rolünün yükselişini müjdeleyen stratejik bir ‘tsunami’ oluşturuyor” dedi.

Suudi Arabistan Krallığının anlaşmayı “sessiz bir ateşte, büyük bir gizlilik içinde pişirdiğini” belirten Atwan, anlaşmanın, ABD-İsrail ikilisinin bölgede ve dünyadaki devasa projelerinin çöküşünün başlangıcı olduğunu ileri sürdü. Atwan, “Uzağa gidip, arzularımızdan biri olsa bile Suudi Arabistan’ın direniş eksenine katılma sürecinde olduğunu söylemiyoruz, ancak Amerikan ekseninden ve tüm komplolarından ayrılmak üzere olduğundan eminiz” ifadelerini kullandığı yazısını, “Çin, Suudi Arabistan kapısı üzerinden Körfez ve Ortadoğu’da stratejik bir oyuncu haline geldi” iddiasıyla bitirdi.

NE OLMUŞTU?

İran ile Suudi Arabistan, 7 yıl aradan sonra diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması konusunda anlaşmaya varmıştı. İki ülke arasında varılan anlaşma, 10 Mart’ta İran, Suudi Arabistan ve Çin tarafından yapılan ortak açıklamayla duyurulmuştu.

Suudi Arabistan’da 2 Ocak 2016’da aralarında Şii din adamı Nimr el-Nimr’in de bulunduğu 47 kişi “terör” suçlamasıyla idam edildi. İdamlara tepki gösteren İranlı yetkililerin peş peşe yaptığı açıklamaların ardından Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed kentindeki konsolosluk binaları İran’daki göstericiler tarafından ateşe verildi. Mart 2015’te başlayan Yemen’deki iç savaşta iktidara karşı ayaklanan Husiler İran tarafından desteklenirken, Suudi Arabisan ise Husi ayaklanmasına karşı uluslar arası bir koalisyon oluşturarak Yemen’e hava bombardımanları düzenlemeye başladı. Bu nedenle zaten gergin olan iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler 2016’daki gelişmeler bahane edilerek tamamen kesildi.

İran ve Suudi Arabistanlı yetkililer, müzakere için ilk olarak Nisan 2021’de Bağdat’ta doğrudan bir araya gelmişti. İran devlet televizyonu, Tahran-Riyad ilişkilerini normalleştirmek için 6 Mart’ta Çin’in başkenti Pekin’de Çinli yetkililerin aracılığıyla müzakerelere başlayan İran ve Suudi Arabistanlı üst düzey güvenlik yetkililerinin anlaşmaya vardığını açıklamıştı. (DIŞ HABERLER)

 

ÖNCEKİ HABER

İzmir Newroz Tertip Komitesi: Newroz ateşiyle özgürlüğe

SONRAKİ HABER

John Barnes: Lineker’i değil hükümetin göçmen politikasını konuşmamız gerekiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa