İzmir Genç Hayat Deprem Buluşmaları: Bundan sonrası için hazır mıyız?
İzmirli gençlerin gündeminde şu sorular yer etmeye başlamıştı: “İzmir’de bir deprem olursa ne yaparız?”, “İçinde yaşadığımız binalar depreme dayanıklı mı?”

Kaynak: Genç Hayat
Ilgın ÇERİBAŞ
İzmir
6 Şubat depremlerinin üstünden bir ayı aşkın süre geçti. Bu süreçte İzmir’de Genç Hayat olarak yaptığımız çağrıyla deprem dayanışma merkezlerinde çalışma yürüttüğümüz gençlerle deprem gündemli tartışmalar sürdürdüğümüz buluşmalar düzenledik. Üç ilçede yaptığınız etkinliklere toplam elliye yakın üniversiteli, liseli, işçi-işsiz genç katıldı. Süreci, deprem bölgesinde arama kurtarma faaliyetlerinde görev almış işçiler ve inşaat mühendisleriyle tartıştık.
İzmirli gençlerin gündeminde şu sorular yer etmeye başlamıştı: “İzmir’de bu yıkıcılıkta bir deprem olursa ne yaparız?”, “İçinde yaşadığımız binalar, okullarımız, iş yerlerimiz depreme dayanıklı mı?”
30 Ekim 2020’de resmî açıklamalara göre 7.0 şiddetinde deprem olmuş, 10 bina yıkılmış ve 119 yurttaşımızı kaybetmiştik. Depremin üzerinden iki yıldan uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen yıkımın en çok yaşandığı bölgelerde binaların hasar tespit kontrolünün henüz tamamlanmamış olması gençlerin kaygılarını artırmakta. Katılımcı gençlerin bu kaygıları dolayısıyla da sürdürdüğümüz tartışmaların ana gövdesini “7.7 ve 7.8 şiddetinde iki büyük deprem karşısında yıkılmayacak binalar inşa edilebilir miydi?”, “Böyle bir teknolojiye sahip miyiz yoksa gerçekten bir doğal afetin muhtemel sonuçları mı bunlar?” gibi sorular oluşturdu.
GENÇLER HEMFİKİR, TEDBİR ALINMADI!
Deprem ve önlem tartışmalarının, Türkiye’ye ancak 1999 depremi sonrasında alınması gereken önlemler için çeşitli vergilendirmeler ve imarla ilgili yasal mevzuatlar kapsamında girmesi üzerinden başlıyordu söyleşiler. Üstünden geçen 24 yıla rağmen ne yıkımın en çok yaşandığı kentlerde ne de diğer fay hatları üzerine inşa edilmiş yaşam alanlarında pratikte bir ilerleme kaydedilmediği sıklıkla vurgulanıyordu. Türkiye’de 24 yıl içinde toplanmış vergi miktarıyla bugün yıkılan kentlerde zamanında yapılabilecek olan bina güçlendirmeleri ve oturuma uygun olmayan evlerin yeniden inşası gibi örnek çözümler, etkinliklerde çarpıcı gerçeklikler olarak karşılandı.
Söyleşilere katılan gençlerin en çok hemfikir olduğu konu, depremin yaratacağı yıkımın önüne geçmek için zamanında alınması gereken tedbirlerin alınmadığı, hangi zeminin dayanıklı olup olmadığının biliniyor olmasıydı. Yasal mevzuat elimizde (Ama ne kadar işletildi?), teknolojimiz ve inşaat tekniğimiz bu hasarları azaltmak için yeterli, kaliteli malzemeler kullanılabilirdi…
Aynı paydada buluşulan konular arasında ortaya çıkabilecek hasar ve yıkımı öngörebiliyor, riski ölçebiliyor olmamıza rağmen ne yapması gerektiğini çok iyi bilen iktidar ve yerel yönetimlerin hiçbir şey yapmamış olduğu gerçeği vardı.
İnşaat mühendisleri Umut Deveci ve Deniz Salih Islakoğlu’nun aktarımları üzerine, 7.7 ve 7.8’lik iki depremin 50 binden fazla insanın yaşamını almasının temel sebeplerinin depremlerin beklenmedik oluşu ya da şiddetinin düzeyi değil, uygun olmayan alanlara yerleşim kurmak ve deprem yönetmeliğine uygun olmayan, kaçak yapılar inşa etmek olduğunu konuşmuş olduk. Bunun yalnızca siyasi bir tercih değil, içinde yaşadığımız ekonomik sistemin çalışma biçimiyle ilgili olduğunu da tartıştık.
BÜTÜN BUNLAR DOĞAL AFETİN OLASI SONUÇLARI MI?
Tartışmaların bir diğer bölümünü şekillendiren sorular ise şöyleydi: “Koordinasyon eksikliği, yağma var mıydı?” , “Yağmaya karşı güvenlik önlemleri var mıydı?” , “OHAL neden ilan edildi ve ne yarattı?”, “Yardımları ilk kim ulaştırdı, arama kurtarma faaliyeti ve AFAD yardımları ne düzeydeydi?”
Deprem bölgesinde görev alan konuşmacıların aktardıklarına göre arama kurtarma faaliyeti ilk günlerde gönüllü ekipler ve bölgede yaşayanların çabalarıyla gerçekleşti. AFAD’ın faaliyetleri geç kalmıştı, var olan ekipleri ise yetersizdi. İş makineleri yıkılan binalara yetmemiş, insanlar kendi paralarıyla tuttukları makinelerle yakınlarını enkazdan çıkarmaya çalışmıştı. Tartışmalar açısından en çarpıcı noktalarından birisi, arama kurtarma faaliyetlerine katılan Eren Akgül’ün depremin özellikle ilk iki gününde iş makinelerinin alanda olmayışı ve AFAD’ın faaliyetlerinin çok kısıtlı düzeyde seyretmesi üzerine verdiği örneklerdi.
OHAL ilanıyla birlikte gelen bant daraltma uygulaması, bu uygulamanın yardım listelerinin ve güncel ihtiyaçların yaygınlaştırılmasını engellemesi ve sosyal medya platformları aracılığıyla deprem bölgesiyle kurulan iletişimi zayıflatması, etkinliklerde de tekrar altı çizilen konular oldu. Yardımların önünü kesen uygulamalarla birlikte ele alındığında gençler tarafından kabul edilebilir olmamakla birlikte sürdürdüğümüz tartışmalar, OHAL’in iktidar tarafından kullanılma biçimine yönelik daha anlaşılır bir tablo sundu. Gençler yağma vb. söylemleri temiz suyun dahi bulunamadığı bir ortamda iktidar tarafından bir başına bırakılmış milyonlarca insanı düşündüğümüzde doğru bulmadıklarını, insanların buna mecbur kaldıklarını söyleyerek tarif ettiler. Depremzede yurttaşların yardımına halkın dayanışmasının yetiştiği de en öne çıkan ve sahiplenilen konulardan oldu.
İktidar uzunca bir süredir deprem beklenen, 500 yıldır kırılmamış olan, Pazarcık’tan geçen fayda gerçekleşecek bir depremin yaratacağı yıkımı belli ki göz önünde bulundurmamıştı ve bu bölgede yapı denetimi başlatmak yerine 2019’da Kahramanmaraş’ta imar barışı müjdesi vermişti. Yaşanılanların plansızlıktan, “bilimsizlikten”, liyakatsiz kadrolardan değil, ranta ve kâr hırsına dayalı, insan canını ve güvenliğini gözetmeyen bir sistemden ve onun içinden çıkan siyasi kadroların işleyişinden kaynaklandığını bir kez daha görmüş olduk. Tüm bunların karşısında, yaşadığımız kentlerden başlayarak gerekli çalışmaların başlatılmasını talep edip bunun etrafında örgütlenmemiz gerektiğinin de altını çizdik.
Evrensel'i Takip Et