16 Mart 2023 21:37

GAR'ın depremzede göçmenler raporu: Yardıma erişemiyorlar, durumları belirsiz

Göç Araştırmaları Derneği (GAR) deprem bölgesinde yer alan beş 5 şehir ve 8 ilçeyi kapsayan saha raporunda derinleşen ayrımcılığı ve ayrımcı politikaları ele aldı.

Fotoğraf: Evrensel 

Paylaş

Göç Araştırmaları Derneği’nin (GAR) deprem bölgelerinde beş şehir ve sekiz ilçeyi kapsayan beş günlük saha araştırmalarının sonucunda oluşturduğu depremde göçmenlerin durumuna ilişkin Göç ve Deprem Durum Tespit Raporu durum tespiti toplantısı ile kamuoyuna sunuldu. GAR Yönetim Kurulu Başkanları Prof. Dr. Deniz Sert ve Doç. Dr. Didem Danış ve Proje Koordinatörü Dr. Eda Sevinin’in çoğu zaman görmezden gelinen ya da ayrımcı söylem ve pratiklere maruz kalan mülteci ve göçmenlerin durumunu tespit etmek üzere hazırladığı ve sunumunu yaptığı rapor, kriz zamanında derinleşen ayrımcılığı ve ayrımcı politikaları ortaya koyuyor. 

"NÜFUSTAKİ ÇEŞİTLİLİK AFET SONRASINDA DAHA BELİRGİN"

Resmi rakamlara göre Geçici Koruma Statüsüne sahip Suriyelilerin yüzde 49,64’ü depremden doğrudan etkilenen illerde yaşıyor. Afetten etkilenen illerde nüfusun 1 milyon 738 bin 35’i geçici koruma statüsünde. Raporda bu verilere ilişkin “Bölgenin demografisinin çok dilli, çok dinli, çok mezhepli ve çok etnisiteli olduğunu belirtmek gerekiyor. Gözlemlerimiz ve yaptığımız görüşmeler nüfustaki bu çeşitliliğin afet sonrasında daha belirginleşmiş ve daha çok dillendirilen bir olguya dönüştüğünü gösteriyor. Özellikle arama kurtarma ve acil geçici yardımların eşitsiz ve dengesiz dağılması sonrasında, bölgede görüştüğümüz kişiler, özellikle farklı dil, din, mezhep ve etnisiteye mensup kişilerin ayrımcılığa uğradığı ve yardımlardan kasıtlı şekilde mahrum bırakıldığı yönündeki düşüncelerini bizimle paylaştı” ifadeleri kullanıldı.

DEPREMİN ARDINDAN TABLODA İŞKENCE VE AYRIMCILIK VAR

Kırılgan gruplara karşı “çığ gibi büyüyen nefret söylemi”ne “Depremin daha ilk gününden itibaren hem takip ettiğimiz haberler, hem sahadan edindiğimiz ve sıklıkla güncellediğimiz bilgiler göçmen ve mültecilerin arama-kurtarma çalışmaları ve acil yardımlara erişimde ayrımcılığa maruz kaldığını, bölgeye ulaştırılan yardım malzemelerine eşit şekilde erişemediklerini ve çeşitli damgalamalara, nefret söylemine ve -kimi durumlarda şiddete ve işkenceye maruz kaldıklarını gösterdi” ifadeleriyle dikkat çekildi. 

"OHAL GRİ ALAN YARATMA ÇABASI"

Raporda “koordinasyonsuzluk” ve OHAL ilanına da yer verildi. Koordinasyonsuzluğa dair “Depremin birinci ayı geride kalmışken bile özellikle barınma, temiz suya erişim ve hijyen koşullarının sağlanması gibi konularda devam ediyor. Ayrıca, acil yardımların bölgeye ulaştırılmasında ve eşit, dengeli ve ayrım gözetmeksizin dağıtılmasında yaşanan diğer problemlerle birleştiğinde deprem bölgesinde ‘insani kriz’in devam ettiği söylenebilir” kelimeleri yer alırken koordinasyonsuzluğun sebepleri “merkeziyetçi yönetim anlayışı, uluslararası kurumların Türkiye'de çalışma izinlerinin mekânsal kısıtlılığı, bölgedeki yerel yönetimlerin yıkımdan etkilendiği için koordinasyon çalışmalarına katılamamış olması” olarak sıralandı. 

Depremin ardından ikinci günde ilan edilen OHAL ise “Görüştüğümüz kişi ve kurumlar OHAL ilanının amacının tam olarak kestirilemediğini belirttikten sonra, devletin gerek dayanışmanın örgütlenmesi gerekse de doğru bilgiye erişim konusunda "gri alan" yarattığını ve deprem bölgesindeki çeşitli devlet dışı çalışmaların bu yolla belirsizlikte bırakıldığını ifade ettiler” şeklinde değerlendirildi. 

GÖÇMENLER NEFRETTEN KAÇMAK İÇİN SERALARA SIĞINIYOR

Raporda depremin ardından kentlerden ayrılan 1 Mart itibariyle sayısı 3,3 milyona ulaşan depremzedenin bulduğu farklı geçici barınma şekillerine yer verildi. Farklı toplumsal grupların bu durumdan etkilenişine ise  “Deprem sonrası barınma sorunlarına bulunan çözümler de sınıfsal. Bunun açık örneklerinden biri de tek katlı bağ evleri veya yazlıklara sığınan üst gelir gruplarının yanında, sera çadırlarında kalmak zorunda kalan tarım işçileri. Hatay'da deprem öncesi tarım işçiliği yapan bir grup Suriyeli ailenin, sağlık ve hijyen koşulları açısından ortaya çıkan tüm zorluklara rağmen depremden sonra çalıştıkları seralardaki naylon çadırların altında kalmaya başladıklarını öğrendik” örneği verildi. 

Tüm olumsuzluklara rağmen bazı Suriyeli ailelerin bu yolu tercih etmesinin ardında ise barınma sorunlarını çözmek için başka yolları olmamasına ek olarak deprem sonrası artan ayrımcılık ve nefret söyleminden korunabilmek için ‘görünmezleşme’ çabaları olduğu ifade edildi.

GÖÇMENLERİN KAMPLARDAN ÇIKARILDIĞI İDDİALARI 

Raporda dört farklı geçici barınma yöntemi listelenmiş. Bunlardan üçü: Çok tercih edilmeyen AFAD’a ait çadırkentler; meslek örgütlerine ve siyasi örgütlere ait çadırkentler; çadırın ulaşmadığı bölgelerde ailelere ait çadır veya araçlar. Sonuncusu ise daha dar alanda uygulanan “kamp çözümü.” Bu yöntemin yarattığı eşitsizlik ve sıkıntılar raporda “Bazı Suriyeli ailelerin yaşadığı Geçici Barınma Merkezleri’nin (GBM) barınma, ısınma, duş, tuvalet, revir gibi altyapı ihtiyaçlarının hali hazırda karşılanan yerler olması sebebiyle, deprem sonrasında Türkiye vatandaşlarına da açıldığını öğrendik. Ancak, bu "karma kamp" çözümünün bir arada yaşama yol açmadığı da görülüyor. Türkiye vatandaşlarıyla Suriyelilerin kamp içinde mekansal olarak ayrıştığı ve buna rağmen iki toplum arasında huzursuzlukların ve gerilimin sürdüğü ifade ediliyor” şeklinde anlatıldı.

Raporda resmi kaynaklarca teyit edilememekle birlikte bölgedeki farklı şehirlerde bulunan bazı GBM'lerin, Türkiye vatandaşlarına barınma alanı açmak üzere boşaltıldığı ve buralardaki Suriyelilerin başka kamplara taşındığı veya kamplardan çıkarıldığı iddiaları da yer aldı.

YARDIMDA DA AYRIMCILIK VAR

Deprem bölgelerindeki kozmopolit yapı sonucunda yardımların eşitsiz ve dengesiz biçimde dağıtılmasına ise Hatay’a bağlı Samandağ ve Kırıkhan bölgeleri verildi. Bu bölgelere dair gözlem “Samandağ'da depremzedelerin çadıra ulaşamadığı, özellikle 20 Şubat 2023 tarihli Hatay depreminden sonra barınma ihtiyacının iyice ciddileştiği ve depremin üçüncü haftasında bile çadır ihtiyaçlarının devam ettiğini gözlemledik. Halbuki, yine aynı ile bağlı Kırıkhan ilçesinde hem şehir merkezinde çadır kentlerin kurulduğunu hem de şehir dışındaki mera alanlarında konteyner kent çalışmalarının epey ilerlemiş olduğunu gördük” şeklinde.

Ayrıca bölgedeki önemli farklardan biri olarak Samandağ'da koordinasyon ve insani yardım çabaları devlet dışı dayanışmayla sürdürülürken, Kırıkhan'da devlet tüm imkanlarını şehre gönderebilmiş. GAR’ın araştırmalarına göre ilk üç gün herhangi bir bölgeye devlet desteği gelmezken bu ayrımcılıklar arama kurtarma ve yardım dağıtım çalışmaları başladıktan sonra baş göstermiş.

NEFRET MÜLTECİLERİN ENKAZ ALTINDA SESSİZ KALMASINA NEDEN OLUYOR

Depremzede mültecilerle ilgili ölüm ve yaralanma sayılarına belirsizlik hakimken ilgili kamu kurumları da kimlik tespit çalışmalarına ancak üçüncü haftada başlamış. Depremde artan nefret söylemleri ile ilgili raporda “Özellikle göçmen karşıtlığıyla bilinen Zafer Partisi'nin öncülük ettiği nefret söylemi ve saldın girişimleri, mültecileri hedef göstererek ve mevcut gerilimleri artırarak daha da güvensiz bir afet sonrası ortam yarattı. Kolluk kuvvetlerinin ve devlet kurumlarının da benzer ayrımcı pratiklere başvurduğu ya da bu tür eylemleri hoş gördüğüne dair bilgiler ilgili haber ve raporlarda yer buldu. Dahası, mevcut ayrımcılık pratiklerinin uzun zamandır farkında olan mültecilerin de hem arama kurtarma sırasında hem de sonrasındaki insani yardım faaliyetleri sırasında sessiz kalmayı tercih edebildiği de kaydedildi” ifadeleri kullanıldı.

DEPREMZEDE MÜLTECİLERİ BELİRSİZLİK BEKLİYOR

İlk depremin ardından ikinci günde Göç İdaresi Başkanlığı (GİB) “depremin etkilediği on ildeki uluslararası koruma ve geçici koruma statü sahiplerinin il dışına seyahat etme sınırlılıklarının kaldırıldığı ve yol izin belgesi alma şartının iptal edildiği, gittikleri illerde il göç müdürlüklerine başvurarak 90 gün süreyle kalmalarına imkân tanındığını” duyurdu. İstanbul için bu süre 60 gün olarak belirlendi. Her ne kadar bu karar diğer kurumların aksine hızlı bir biçimde alınmış olsa da pek çok belirsizlik var. 

Bu belirsizlikler raporda “Örneğin bütün yasal adımları izleyip başka bir şehirde 90 günlük seyahat izin belgesi almış bir kişinin bile, bu 90 günlük süreçten sonra kayıtlı olduğu bölgeye nasıl döneceği, döndüğünde o kişiyi ve ailesini barınma başta olmak üzere nasıl koşulların beklediği, döndüğü takdirde geçim kaynaklarına erişip erişemeyeceği bilinmiyor. Başka bir genelgeyle bu süreler uzatılmazsa, 90 günün sonunda dönüşlerin ne şekilde organize edileceği ve dönmemeyi tercih eden kişilerin yeni bir kayıtsızlığa düşme riskiyle karşılaşıp karşılaşmayacağı da önemli soru işaretleri” şeklinde vurgulandı. 

Depremin ardından Suriye’ye geçmek isteyen Suriyelilere ise altı ayın ardından geri dönmeleri şartıyla izin tanındı. Fakat Suriyelilerin yaşadıkları tedirginlik raporda şu ifadelerle yer aldı: “Türkiye'ye dönmek isteyen kişilerin en fazla altı ay içinde Türkiye'ye dönmesine izin verileceği söylense de, görüştüğümüz kişiler, Suriyelilerin bu konuda kendilerini güvende hissetmediklerini, özellikle de seçimler yaklaşırken geri dönüşlerine izin verilmemesinden endişe duyduklarını belirttiler. Bu kaygıyı yaşayan bazı Suriyelilerin, cenazelerini Suriye'ye defnetmek üzere sınır kapısından akrabalarına emanet ettikleri ve kendilerinin sınırı geçmediği de ifade edildi”

AYRIMCILIK VE NEFRETİN ADI “HASSASİYET” OLDU, DAYANIŞMA İSE ENGELLENİYOR

Deprem bölgelerinde kalan göçmenlerin yaşadıkları ayrımcılıklara ise şu örnekler verildi: “Kırıkhan'da bir çadır kentte yaşayan Türkiyeli aile, çadır kent genelinde hijyen koşullarına uymadıkları gerekçesiyle şikâyet edilen Suriyelilerin çadır kentten çıkarılıp başka yerlere götürüldüklerini anlattı. Bu türden bir şikâyet mekanizmasının nasıl işlediğine dair pek bilgi edinemesek de görüştüğümüz kamu görevlilerinin kamu huzurunu ve düzenini korumak adına mekânsal ayrıştırma pratiğini savunduklarını duyduk. Kahramanmaraş'ta bir kamu görevlisi, bu ayrıştırmanın deprem sonrası toplumdaki ‘hassasiyetlere dikkat etmek’ gerektiği için yapıldığını ifade etti”, “Üniversite öğrencisi bir Suriyeli genç, üç gün boyunca yolda yattıklarını, sonrasında pazarda kurdukları tentelerden kendilerine bir çadır yaptıklarını anlattı. Daha sonra muhtara ulaşan 20 kadar çadırın indirilmesine ve taşınmasına yardım ettiklerini, ancak kendileri de çadır istediğinde ‘bu çadırlar Türk vatandaşları için, yabancılara verilmeyecek’ cevabını aldıklarını anlattı. Bu cevabı alanlardan biri de hali hazırda Türkiye vatandaşlığı almış bir Suriyeli idi”

Bir yandan Suriyeli kanaat önderlerinin, iş insanlarının ve hayırseverlerin Suriyelilere yönelik yardım faaliyetlerinde ön plana çıksa ve bu türden bir çabanın İl Göç İdaresi tarafından da teşvik edildiğini öğrenilse de bu bilgiyi veren görüşmeci valiliğin, bu derneklerin Suriyelilerle çalışmasını engellediğini belirtmesi de raporda yer aldı.

GAR’IN POLİTİKA ÖNERİLERİ

Raporun sonunda GAR yaptığı gözlemler sonucunda ilgili kurumlara politika önerilerini sundu: 

  • "Sorunların devam ettiği ve sivil dayanışmanın önemi göz önünde bulundurularak, afet yönetimi ve koordinasyonu şeffaf ve katılımcı bir şekilde yeniden planlanmalı ve sivil topluma açık bir hale getirilmeli. Koordinasyon çalışmaları yerele yayılmalı ve yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve yerel halk koordinasyon ve yeniden onarım çalışmalarına dahil edilmeli.
  • Hem bundan sonraki insani yardım süreçleri hem de geçiş süreci etkin bir şekilde planlanmalı ve kamuoyuyla paylaşılarak belirsizlik durumu hafifletilmeli
  • İnsani yardım ayrım gözetmeden ve tarafsız bir şekilde yapılmalı. Kişilerin din, dil, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim ve hukuki statüsüne bakılmaksızın insani yardımdan eşit şekilde faydalanabilmesi sağlanmalı 
  • GKS ve UKS sahibi kişiler tüm depremzedelere sağlanan yardım ve hizmetlerden faydalanabilmeli. Acil insani yardımlar tüm depremzede ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmalı
  • Deprem bölgesinde yerinden edilen milyonlarca insanın barınma ihtiyacı kalıcı, eşitliği gözeten ve dengeli çözümlerle karşılanmalı
  • Afet bölgesinin onarım ve yeniden inşa faaliyetleri, bölge sakinlerinin ihtiyaçlarını gözetecek şekilde, eşitlikçi ve katılımcı çözümlerle planlanmalı ve yürütülmeli
  • Afet bölgesinden ayrılan kişilerin göç ettikleri bölgelerde yaşayabilecekleri problemler ve temel hak ve hizmetlere erişimi afet yönetiminin bir parçası kabul edilmeli. O kişilerin göç ettikleri yerlerde kalma kararlarına bağlı olarak temel ihtiyaçları gözetilmeli ve karşılanmalı
  • Geri dönmek isteyen kişilerin ne zaman ve hangi koşullarda geri döneceğinin planlanması yapılmalı. Geri dönüşler, depremzedelerde fazladan mağduriyet yaratmamalı ve mümkün olan en kapsayıcı biçimde planlanmalı
  • Bölgeden göç eden ya da bölgede kalmayı tercih eden kişilerin barınma alanlarının yanı sıra geçim kaynaklarını da kaybettiği dikkate alınmalı ve depremzedelerin geçim kaynaklarına yeniden erişimi için gerekli çalışmalar yapılmalı
  • Başta çocuklar olmak üzere, depremzedelerin psikososyal destek ihtiyacı bilimsel, eşitlikçi çözümlerle karşılanmalı ve bölgenin demografik özellikleri gözetilerek çok dilli hizmet ve ücretsiz hizmet sunulmalı. Depremden etkilenen nüfusun büyüklüğü düşünüldüğünde, travma sonrası psikososyal destek ihtiyacının sadece sivil toplum örgütleri veya gönüllü çalışmalar tarafından çözülemeyeceği dikkate alınmalı. Psikososyal destek, kamu aktörleri ve ilgili meslek örgütlerinin iş birliğiyle sağlanmalı
  • Deprem bölgesinde gönüllü olarak çalışan bazı kişi ve kurumların aynı zamanda depremzede olduğunun bilinciyle hareket edilmeli ve bu kişilerin en uygun psikososyal desteğe en kısa sürede erişebilmesi sağlanmalı
  • Deprem bölgesine çalışan ya da gönüllü olarak giden kişilerin yaşadıkları ikincil travma göz önünde bulundurulmalı ve bu kişilerin psikososyal desteğe ücretsiz erişimi sağlanmalı. Kesişimsel ayrımcılık örüntüleri dikkate alınmalı ve psikososyal destek kişilerin ve toplulukların özgül ihtiyaçlarına göre sunulmalı
  • Deprem bölgesinde mülteci ve göçmenlerin maruz kaldığı ayrımcılığın engellenmesi için yasal süreçler başlatılmalı. Ancak, bu sorunların yalnızca yasal yaptırımlarla çözülemeyeceğini dikkate alarak, toplumsal barış ve bir arada yaşamın tesis edilebilmesi için sosyal, ekonomik ve politik çalışmalar yürütülmeli. Deprem bölgesinde bugüne kadar yürütülen uyum ve entegrasyon çalışmaları, afet sonrası durumu dikkate alarak tüm toplulukların dahil edildiği süreçler olarak yeniden planlanmalı ve hayata geçirilmeli
  • Mülteci ve göçmenlerin deprem sonrası yürürlüğü konan mevzuat itibariyle daha fazla belirsizlikle karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Bu belirsizliğin, mültecilerin Türkiye'deki güvenlik hissine zarar verdiği ve toplulukta içine kapanma gibi riskler doğurabileceği dikkate alınmalı. Mültecilerin 60 günlük seyahat yol izinleri bittikten sonra bölgeye dönüşleri etkili bir şekilde planlanmalı ve şeffaf bir şekilde uygulanmalı. Suriye'ye giden Geçici Koruma Statüsü sahibi Suriyelilerin Türkiye'ye dönüşlerine izin verilmeli ve dönüş süreçleri deprem bölgesinde yaşanan problemler ve ihtiyaçlar gözetilerek planlanmalı
  • Deprem bölgesine geri dönmek istemeyen mültecilere gittikleri şehirlerde yeniden kayıt hakkı tanınmalı. Geçici Koruma ve Uluslararası Koruma Statüsüne sahip kişilerin orta ve uzun vadede düzensizliğe düşme ihtimalleri engellenmeli" (İstanbul/EVRENSEL)
ÖNCEKİ HABER

Macron hükümeti, emeklilik yaşını yükselten yasayı meclisin oyuna sunmadan onayladı 

SONRAKİ HABER

İzmir’de, depremde yaşamını yitirenler için mum yakıldı: Hesap soracağız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa